Türkiye yıllarca merkez sağ patilerin kısmen de merkez solun iktidarını görmüş, yerel yönetimlerde ise genellikle büyük şehirlerde sol partiler belediye başkanlıklarını kazanmıştı. Ülkemizde Merkez sağ merkez solun hatalarından faydalanarak iktidar oluyor, belediye başkanlıklarında ise sağ oylar bölündüğü için sol özellikle büyük şehirlerde yönetimi devralıyordu.
1991 seçimlerinde yaşanan üçlü ittifak (RP-MÇP-IDP) bu kısır döngüyü yıkmıştı. Artık Türk seçmeni merkez sağa mahkum olmadığını önünde RP ve MÇP gibi alternatiflerin olduğunu onlardan birine oy verildiğinde sola kaptırılmadan seçimi yine sağ partilerin kazanabileceği gerçeğini görmüştü.
RP lideri Necmettin ERBAKAN yıllardır siyasetin içindeydi ve iyi bir teşkilatlanma sağlamıştı. İhtilalin kapattığı MHP’nin yerine kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP)’nin lideri Alparslan TÜRKEŞ’in sempatizan kitlesi de yüksekti. Gerek ihtilal öncesinde komünist örgütlere karşı olan mücadelesi gerekse Sovyetler Birliği’nin dağılıp yeni ve bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin ortaya çıkması TÜRKEŞ’i düşüncesi bakımından haklı konumuna yükseltmiş sol taraftan bile takdir edilmesini sağlamıştı.
Üçlü ittifaka giderken RP’nin oyu % 8, MÇP’nin oyu % 4 ve IDP’nin oyu %1 civarında olduğundan dolayı RP iki adım önde gözüküyordu. Türk seçmeni her zamanki gibi önde görünen alternatife yöneldi. İlk Yerel Seçimlerde tercihini RP adayları yönünde kullandı. Bir anda Türkiye’nin rengi değişmiş, yerelde RP iktidar olmuştu.
Ayrıca RP belediyelerde takdir edilecek bir dönüşüm yaşatmış, şehirlerin bazı kronik sorunlarını çözmüştü. Özellikle gözle görülen mekânlarda yapılan olumlu uygulamalar seçmenin gözünden kaçmadı.
1995 seçimlerinde bir evvelki ittifakın ve belediyelerdeki başarısının semeresini alan Refah Partisi (RP) birinci parti çıktı. Sandıktan tek başına iktidar çıkmadığı için RP ile DYP “Refahyol” isim verilen bir koalisyon hükümeti kurdular.
RP’nin eskiden beri dini argümanları kullanması, laiklik ve Atatürk karşıtı bir izlenimi olması sebebiyle yıllarca Merkez sağa yönelen laikçi eleştiriler daha Refahyol hükümeti göreve başlar başlamaz yeni hükümetin karşısına söylem ve uygulama olarak çıktı.
Necmettin ERBAKAN yılların birikimi sayesinde nereden siyasi nemalanma geleceğini bilen biriydi. Kendisine ve partisine karşı bürokrasi, üniversiteler, asker ve basın yoluyla yapılan saldırıları belli mesafede karşılama ve bu saldırılara karşı sağ oyları kendi partisinde bloke etme stratejisini uyguladı.
ERBAKAN ve tayfası bir yandan D-8 gibi ABD karşıtı oluşumlarla dış politikada yeni bir yol aramakta bir yandan da “Havuz” uygulaması ile ekonomide dışa bağımlılığı azaltma stratejisi takip etmekteydi. Güneydoğu sorununda Türk algısını suçlu görüyor, içten içe milli devlet fikrini törpüleme hedefini güdüyordu.
RP’nin milli devlet ve Türk kimliği konusunda olan sıkıntısı bizlerin inanmadığı, hatalı bulduğu ve kötü sonuçlarını bugün yaşadığımız yanlış bir görüştü. Ama dış politika ve ekonomi konusunda sağlıklı uygulamalar yapılmıştı. Zaten hükümetin ipini bu politikalar çekecek yerine milli devletten kopuk ama ABD’nin güdümünde olacak yeni bir oluşumun hazırlığı yapılacaktı. Bu sebeple bizim laikçi-jakobenler kullanılmaya hazır maşa olarak yedekte beklemekteydiler. Hemen iş başına geçtiler.
Yine irtica yaygaraları almış yürümüş, başörtüsü ve imam-hatipler askeri bürokrasinin sorunu hatta ülke güvenliği konusunda tehdit algılaması haline dönüştürülmüştü. Koca koca komutanlar resepsiyonlarda bile listeye rakı aldırıyorlar, hükümete resmen posta koyuyorlardı. Bu yaptıklarının kendilerine ve memlekete acı birer reçete olarak geri döneceğini hiç hesaplamadılar.
En önemlisi karşılarında yer alan zümrenin en büyük tehdit olarak milli devlete karşı olan tehdidini göz ardı ederek geleneksel laikçiliklerini öne çıkardılar. Orduda cadı avına çıktılar. Namaz kılan, eşi başörtüsü takan kim varsa fişlemeye ve ordudan uzaklaştırmaya başladılar.
Bu süreç postmodern 28 Şubat süreciydi ki, muhafazakâr Türk toplumunda derin izler bıraktı. Ama en önemlisi RP çizgisine siyasi getiri olarak dönecek bir nefret mayası oluşturdu. Muhafazakâr kitleler nezdinde özellikle askeri bürokrasinin toptan din düşmanı olduğu algısı yerleşmeye başladı. Daha sonra ERBAKAN’ın çırakları bu algıyı Türk milli devletini ayrıştırma sürecinde hoyratça kullanacaklardı.
Evet! 28 Şubatçılar kaş yapayım derken milletin ve devletin gözünü çıkardılar, gerçi kaşta yapamadılar. Batı Çalışma Grubu (BÇG) adıyla kurulan aslında yasadışı olan örgüt baskı ve yönlendirmelerini arttırdı. Refahyol hükümeti görevden uzaklaştırıldı. Daha sonra RP Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatıldı. Necmettin ERBAKAN ve RP yöneticileri siyasi yasağa maruz kaldılar.
Bize göre eğer seçim yapılabilseydi Türk seçmeni ERBAKAN’ın öngörüsünü haklı çıkarır ve oylarını RP’de bloklaştırırdı. Çünkü Türk halkının çoğunluğu Libya lideri Kaddafi karşısında düşülen hazin durum ve bazı milli konular dışında hükümette önemli bir handikap görmemekteydi. Bu sebeple kahve sohbetlerinde daha sonra MÇP ismini MHP’ye dönüştüren Milliyetçi Hareket Partisi ile RP’nin bir koalisyon hükümeti kurması ve RP’nin milli konularda dengelenmesi konuşuluyordu.
Laikçi-jakobenler görünüşte kazanmışlar ama aslında hepten kaybetmişlerdi. Akıl gözü olanlar bu durumu görüyorlardı.
Satırlarımızı yumuşatmayacağız.
28 Şubatçılar öyle bir halt yediler ki, Türk toplumunun bilinçaltına devlet kurumlarının güvenilmez ve din karşıtı, din düşmanı oldukları algısının yerleşmesine sebep oldular.
Onların bu ahmaklıkları sayesinde artık Türk halkı sadece sol partilere karşı tavırlı olma durumundan devlet kurumlarına karşı da tavırlı olma konuma yöneldi. Oysa bu devlet kurumlarının içinde fedakârca görev yapan namuslu, devletin birliğine ve tekliğine gönülden bağlı olanlar da vardı. İlerleyen yıllarda bunlarda darbecilerle aynı kefeye konacak masum memleket evlatları kurunun yanında yanan yaş ağaç olarak eziyet çekeceklerdi.
Türkiye’nin milli kimliği örselenecek, devletimiz vatan ve millet bilinci olmayan sahte ümmetçilerin eline geçecekti.
28 Şubatçı güruh o kadar çapsızdı ki, karşılarında bulunan tayfanın aslında laiklikten çok milli devlete düşman olduğunu iktidara geldiklerinde ilk iş olarak AB’ye uyum için zinayı suç olmaktan çıkarabileceğini ama esas tavırlarının Türk milli kimliğine karşı olacağını hiç mi hiç öngöremediler.
Dillerinden düşürmedikleri Atatürk’ün kurduğu cumhuriyete en büyük düşmanlığı yaptılar, bu cumhuriyeti cumhuriyet düşmanlarının eline altın tepsi de sundular.
Şimdi onların pisliğini temizlemek zorundayız. İnşallah bir daha gölge etmezler de işimize bakarız.
Halil KONUŞKAN