Ülkücü dünya görüşüne inananların birbirleri ile ilişkileri “ülküdaşlık hukuku” kavramı kapsamında açıklanmaktadır. Biz ülküdaşlık hukukundan ziyade “ülkücülük hukuku” kavramını kullanmayı ve düşüncelerimizi bu kavram üzerinden geliştirmeyi daha uygun buluyoruz. Çünkü ülküdaş olunabilmek için önce ülkücü olabilmek gereklidir. Ülküdaşlık ile ilgili kendimize soracağımız sorulara ancak ülkücülüğün tarifinin içinde cevap bulabiliriz. Ülkü sözcüğünün aslı felsefe terminolojisindedir. Maddenin ezeli ve ebedi olduğunu savunan materyalizme karşı akıl gibi elle tutulup gözle görülmeyen, maddi karşılığı olmayan ama maddeyi yönetebilen idea kavramına dayanır. İdea’ye fikir, gaye, emel ve amaç gibi oldukça fazla karşılık bulabiliriz. Ancak ülkü bu sözcüğün en iyi karşılığıdır. İdea maddi olanı da yönetiyorsa evrenin aslına yani Tanrısal olana ait olmalıdır. Bu maddi evren asıl evrenin kopyası veya görünüşüdür. Ne kadar akla yönelirsek o kadar evrenin aslına yönelebilir. O kadarda Tanrı’ya yaklaşabiliriz. Biz insanlar ülkü evrenindeki kusursuzluğu kendimiz eksik ve noksan olduğumuz için hiçbir zaman yakalayamayız. Ancak ona yönelebiliriz. Yani Ülkü’ye yönelebiliriz. Kendimize en mükemmeli ülkü olarak seçebilir. Ancak ona ulaşma yolunda ilerleyebiliriz. İşte ülkücülük bu yolculuğa çıkıştır. Yolun sonu ancak Allah katındadır. Bize düşen o yola girmek ve o yolda ilerlemektir. Ülkücü, dayatılan tabuları kırarak mutlak varlığa ulaşmak için hep yoldadır. Onun bu yolculuğu Allah rızasına dayalı halis bir niyettir. Bu çerçevede şahsımız, ailemiz ve ait olduğumuz Türk milleti için ülkülerimiz olabilir, olmalıdır. Bize ülkücülük kavramını hediye eden Alpaslan TÜRKEŞ “Ülkümüzün esasları Türk milletini ahlakta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması, yaşama ve ilimde teknikte dünyanın en ileri gitmiş milleti haline gelmesi, ekonomik açıdan kalkınmış, tarımda modern tekniği geliştirmiş ve modern sanayiyi kurmuş refahlı bir toplum haline getirme idealidir.” şeklinde tanımlamaktadır. * Rahmetli başbuğ bize ülkücülüğün Türk milletini yüceltme açısından hedefini vermiş ve daha sonra bu hedefe giden yoldaki taşları da işaretlemiştir. Ülkücü, kendisini iyi yetiştirmeli mesleğini en iyi şekilde icra etmeli, iyi bir aile reisi olmalı, akrabalarını saymalı, sevmeli ve korumalıdır. Ülkücü kadrolaşmalı, kitleleşmeli ve devletleşmelidir. Yani iktidara gelmelidir. İktidarında Türk milletine hizmet etmeye devam etmeli onu yüceltmelidir. Türk dünyasının tamamen hürriyetine kavuşmasını sağlamalı ve Türklerin birliği ile Turan ülküsüne ulaşmalıdır. Zulmün ve haksızlığın sona erdirilmesi maksadıyla Allah’ın adaletinin yeryüzüne hakim olması için Nizam-ı alem’i kurmalıdır. Hukuk ise birey, toplum ve devletin hareketlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen kuralları ifade ettiğine göre ülkücülerin arasında ki ilişkiyi de bu anlamda “ülkücülük hukuku” olarak tanımlayabiliriz. Biz işte bu kavramda birleşen ve bu kavramda ortak olan ülkücüler olarak aramızda bir ilişki kuralı oluşturmak durumundayız. Ülkücülük hukuku bize bu ilişkilerin manzumesini verecektir. Ülkücülük aynı hedeflere yönelmiş ama kutsal olarak nitelendirebileceğimiz hedeflere doğru yol alan insanların birlikteliklerine yüklenen anlam olarak ülküdaşlık tanımını ortaya çıkarmıştır. O halde ülküdaşlık Türk milletinin kalkınması, güçlenmesi ve büyümesi, Türk milletinin bütün unsurlarının Turan adı altında birleşmesi, Türk milletinin “ilahi kelimetullah” denilen Allah’ın adaletini dünya’ya yayması ülkülerinde ortak olan kişilerin birlikteliğini anlatır. Ülkücünün bu birlikteliğinin hangi kurallar çerçevesinde uygulanacağı sorusunun cevabını dokuz ışık doktrininin ahlakçılık ilkesinde bulabiliriz. Dokuz Işık doktrininin ahlakçılık ilkesi bölümünde “Ahlakçılığımızın içinde İslâmiyet esasları. İslâm inançları başlıca yer almakla beraber bununla yoğrulmuş olan ve tarihimizden gelen Türk töresi de yer almaktadır. Gerek dinimizin, bize emrettiği ahlâk gerek millî törelerimizin bize emrettiği ahlâk kurallarından başta geleni millet varlığının, kişi ve toplum varlığının üstünde yer aldığıdır.” şeklinde ahlakçılık anlayışımız özetlenmiştir. Peygamber efendimiz güzel ahlakı tamamlamak için gönderildiğine göre demek oluyor ki ahlak tamamlanmış bir süreç değildir. O dahi tamamlanması ülkü edinilmesi gerekendir. Biz bu hadisten ahlakın yaşadığını ve devamlı kendisini geliştirerek tamamlayacağını ancak bu ameliyenin İslam dininin ölçülerine göre olması gerektiğini anlıyoruz. Ülkücü işte bu sürecin tamamlanması için yaşantısı ile katkıda bulunan insandır. Bu şekilde düşününce rahmetli Türkeş’in ahlakçılık ile ülkücülük arasında kurduğu bağı daha iyi anlayabiliriz. Amacı kutsal, yüce olanların birbirlerine karşı davranışları da buna uygun olmalıdır. Kutsal olan ideallere bizi yönelten Türk milletinin töresinde ve İslam ahlakında bu davranış biçimlerinin izlerini bulabiliriz. Fazla söze gerek yok. Ülkücülerin taşıdıkları idealin yükünü hissederek içinde yaşadığımız Türk toplumunun Türk töresini İslam dininin ahlak anlayışı ile cem ederek oluşturduğu ahlak kurallarına uygun bir şekilde birbirlerine davranmaları gerekir. Ülkücülük hukukunun gereği budur. İçinde yaşadığımız Türk toplumunun ahlak kuralları ise toplumun içinde yaşayarak öğrenilir. Ne olduğunu ayrıca açıklamaya gerek yoktur. Kişi önce anne ve babası sonra diğer kişileri taklit ederek içine doğduğu toplumda nasıl davranması gerektiğini yaşayarak öğrenir. Buna sosyoloji de sosyalleşme veya toplumsallaşma süreci denir. Küfür, hakaret, ağır söz, yüksek sesle konuşmak, büyüklere saygısızlık yapmak, iki kişi konuşurken sözünü kesmek ve başkaca birçok davranış Türk toplumunun ahlak anlayışına göre kötü davranışlardır. Kimse bize neyin iyi neyin kötü olduğunu ders verir gibi anlatmaz. İçinde yaşadığımız toplumda bunu yaşayarak öğreniriz. Biz ülkücülerde birbirimize Türk ahlakına uygun davranmalıyız. İşte ülkücülük hukukunun gereği budur. Eğer bazı arkadaşlarımız bu şekilde davranmıyorlarsa bu durum o kişilerin Türk toplumunun ahlakını içselleştirmedikleri yani daha tam anlamı ile sosyalleşemediklerini gösterir. Ülkücü hareket bu safha da kendi toplumunun ahlakı ile ahlaklanma sürecini tamamlayamayan insanlarımıza da örnek olmalı nasıl davranılması gerektiğini uygulamalı olarak göstermelidir. Eğer sosyalleşemeyen arkadaşlarımız var ise hal ve hareketlerimiz, sakin ve ılımlı ikazlarımız ile onların sosyalleşme süreçlerini tamamlamalarına yardımcı olmalıyız. Hülasa ülkücü davasını yaşamalı ve yaşatmalıdır. Eğer ülkücü davasını yaşarsa iyi örnek olacağı için başkalarını da etkileyecektir. Ülkücü birbirinin sırtına yaslanmalı canını ülküdaşına emanet edebilmeli, maddi ve manevi açıdan düşen ülküdaşını kaldırmalı eğer imkanı varsa hiç düşmemesini sağlamalıdır. Toplum hayatında geldiği her konumda devamlı istişare içinde olmalı, ülkücü arkadaşını kollamalı ve imkanı olduğu zaman elinden tutup yukarı çekmelidir. Ülkücü hatır, gönül ve kalp kırmamalıdır. Eğer kırdıysa hemen tamir etmelidir. Sabırlı ve hoşgörülü olmalıdır. Aynı ülkü yolculuğunu yaptığının bu sebeple birbirlerine karşı hakları ve ödevleri olduğunun bilincinde olmalıdır. Hiçbir ülküdaşını ezerek ilerlememeli, ancak yan yana bir yarışın içinde olmalıdır. Ülkücü davanın geçmişinde hakkı olanları, ölümün sırasına girenleri, ailesi ile katledilen ilçe başkanlarını, eşinin yanında şehit edilirken “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” sloganını atarak can verenleri, idam sehpasında celladı ile helalleşenleri, üzerinde sigara söndürülmek suretiyle işkence görenleri, içeri alındığında arkadaşlarını satmamak için defalarca intihara kalkışanları ve daha nicelerini hiç unutmamalı ve ülkü yolculuğunu hep onları yanında hissederek sürdürmelidir. Ülkücü Alp olmalı ama aynı zamanda eren de olmalı yani alp-eren olmalıdır. Hem yiğit hem gönül ehli olmalıdır. İkisini de aynı derecede hissetmeli, uygulamalı ve yaşamalıdır. Eğer alp-eren kavramının bir ayağını aksatırsa bütün yolculuğun aksayacağını bilmelidir.