“Cumhuriyet’i Yeniden Tesis Etmenin Yolu Meşrutiyet’i Yıkmaktan Geçer !

Handan ÖMER

KAVGAM 365-7

(“Cumhuriyet’i yeniden tesis etmenin yolu Meşrutiyet’i yıkmaktan geçmektedir !” )

15 Temmuz akşamı saat 21.30 itibari ile Tv ekranlarına taşınan, kimilerine göre çakma darbe, kimilerine göre naylon darbe, kimilerine göre ise demokrasiye darbe girişimi, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde bir grup cemaatçi FETÖ yapılanmasıyla ilişkili yüksek rütbeli subayların darbe girişimi, sağ duyulu TSK mensupları ve Emniyet mensupları (Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Daire Başkanlığı)na bağlı TİM’ler ile bastırılmış ve 16 Temmuz sabahında kontrol altına alınmıştır.

Daha 15 Temmuz gecesi, bir grup darbeci TSK personelinin giriştiği bu ayaklanmayı gerek hükümet yetkilileri gerekse Tv ekranlarından yapılan yorumlarla değerlendiren birçok yandaş kalemşör bu bir darbe girişimi ve bu darbe girişimi Demokrasiye karşı yapılmıştır sloganında beyanda bulunmuşlardır.

Oysa ki; 2002 Kasımından bu yana AKP hükümetlerinin ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın Demokrasi konusundaki görüşleri belli olmakla birlikte, bu darbe girişiminde bulunan subaylarında TSK’ne yönelik ‘’Ergenekon, Balyoz, Poyraz’’ kumpas eylemleri ile geleceği parlak subayların yerlerine yine bu iktidar tarafından atandıkları bilinen bir gerçektir.

 

Evet 15 Temmuz gecesi başlayan ve 16 Temmuz sabahı bastırılan bu darbe girişimi esasen ‘’Darbe girişimine karşı darbe’’ ile son bulmuştur. Darbe üstüne darbe diyorum zira darbe girişimine yeltenenlere karşı gerçekleştirilen eylem bastırılmış 16 Temmuz itibari ile de bu darbe girişimi ile bağı, ilişiği, bağlantısı ya da hükümetler ters düşmüş veya hükümeti ters düz edecek bilgilere sahip olan muhtemel risk taşıdığı düşünülen subaylara karşı gözaltı kararları ile devam etmektedir.

 

Yazımın konusu darbe girişimi ya da darbe girişiminin nasıl önlendiği ya da bu sürecin detaylarını incelemekle sınırlı değildir. Ben bu yazımda ülkemizin yeni, bir Meşrutiyet dönemine hızla girdiğini ve Cumhuriyetin hızla tasfiye sürecine girildiğini incelemek adına yazıyorum.

 

Üçüncü Meşrutiyet ilan edildi

Meşrutiyet: Hükümdarlıkla yönetilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan hükûmet biçimi. Osmanlı İmparatorluğunda 1876 Anayasasıyla başlayan ve 1918 Mondros Mütarekesine kadar süren, I. ve II. Meşrutiyet dönemi adlarıyla anılan süre.

Ben burada Birinci ve İkinci Meşrutiyet döneminin detaylarına girip okuyucuyu boğmak, sıkmak ve sadece temel/sınırlı tarih bilgimle konuyu ele almak istemiyorum. Ancak; 2002 Kasımından bu yana Türkiye’yi yönetmekle başımıza geçirilen bir çuval olan AKP hükümetinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu durumlara gelmesinde en başta rol oynadığını, bugün yaşadıklarımızın bugünkü hükümetin ve esasen Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi heves ve arzuları noktasında geliştiğini ve birinci derece sorumluların ise, darbe girişimini önleyen darbeci Erdoğan ve tayfasının hala bu olaydan nemalanmaya çalıştığını da vurgulamak isterim.

Üçüncü Meşrutiyet, diğer iki Meşrutiyet döneminde olduğu gibi ‘darbeli, entrikalı, komplolu ve kanlı’ bir sürecin sonunda,  “tarih yazdık, demokrasiye karşı mücadele verdik, Demokrasi Kazandı’’ sloganlarıyla, darbe girişiminde bulunanları bastıran asıl darbecilerin sevinç çığlıkları 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan saatlerde tüm Batıcı, liberal, gerici odakların sevinç çığlıkları arasında Üçüncü Meşrutiyet ilan edilmiştir.

Meşrutiyet’in bugün ki tarihsel anlamı: Türkiye kesintisiz bir bölünme sürecine girmiştir. Her türlü emperyalist müdahaleye açıktır ve Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde hiç yaşanmadığı ve olmadığı gibi itibarsızlaştırılmış ve adeta zayıflatılmış belirli bölgelerde ise zemin ve hedefler darbe girişimine karşı esas darbecilerin eliyle açılmıştır. Bu sürecin sonu bölünme ve çöküştür. Yaklaşık 150 yıllık Türk siyasi hayatına bakıldığında her Meşrutiyet ilanını bir toprak kaybı izlemiştir.

Meşrutiyet dönemlerini toprak kayıpları ve toprak kayıplarını ise Türkiye’nin parçalanması takip eder. İlk Meşrutiyet sonrasını Balkanlar’ın parçalanması ve toprak kaybımız, İkinci Meşrutiyet sonrasını ise batıda Çatalca’ya kadar olan topraklarımızın kaybedilmesi oluşturur. Aynı dönem, doğuda Musul’a kadar Osmanlı egemenliğinin fiilen bitmesi anlamına gelir. Artık doğunun sahibi, İngiliz ve Fransız emperyalistlerdir. Zaten tüm Türk siyaseti de Batının eline geçmiştir. Avrupa taleplerini yerine getirmek için gerekli yasal düzenlemeler yapılmasına, Avrupa Konseyi’ne girilmesine ve hatta toprak bütünlüğünün Avrupa Devletler Hukuku’nca garanti altına alınmasına karşın sonuçta Tanzimat ve iki Meşrutiyet’in yarattığı Osmanlı ortadadır.  Kıbrıs’ın elimizden çıktığı tarih, 1. Meşrutiyet’in ilanından iki yıl sonraya rastlar. Toprak bütünlüğümüzü kurtarmak için Avrupa’nın dikte ettiği yasaları kabul ettikçe toprak kaybeder dururuz.

3. Meşrutiyet dönemi iktidarı AKP/Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kıbrıs’ı kurtarmak için AB yasalarını çıkarttığını iddia etmesi ilginç ve acı bir rastlantıdır. Görünen o ki, 1. Meşrutiyet’le elden çıkan ve ancak Cumhuriyet’le yeniden kazandığımız Kıbrıs’ın kalan kısmı bu sefer de 3. Meşrutiyet’le elden çıkacaktır. Bugünkü Meşrutiyet politikası bir öncekilerle aynı sonuçları verecektir. Aynı gerekçelere, aynı güçlere dayanan aynı politika, aynı sonuçları doğuracaktır. Tek farkla ki: Dün Meşrutiyet’in sonuçlarını Türk olmayan topraklardan başlayarak görmüştük ve 1. Dünya Savaşı sonunda Türk topraklarının parçalanmasına kadar en azından elli yıllık bir süreç geçmişti. Bugün Meşrutiyet’e Türk topraklarından başlıyoruz. Üçüncü Meşrutiyet, Misak-ı Milli’nin ortadan kaldırılması ve Cumhuriyetin tasfiyesi ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin dört başının müttefik kuşatmalarla daraltılması ve ele geçirilmesi sonunun başlangıcıdır.

 

Cumhuriyet’in temeli Misak-ı Milli ve Türk milliyetçiliğidir. Devletin temeli olan ulus/millet, Atatürk tarafından çok net bir şekilde tanımlanmıştır. “Cumhuriyet’i kuran Türkiye halkına Türk ulusu/milleti denir”. Bu ulus/millet tanımı etnik, ırksal ve dilsel bir nitelik taşımadığı gibi kültürel değerler üzerine inşa edilmiştir. Aynı vatan toprağında yaşayan ortak bir kültür, ortak bir kader, ortak bir geçmiş ve ortak bir gelecek projesine sahip halkın birliğini ifade eder. Bu birliği ırk, etnik köken ve dile bağlı olarak bölmek Cumhuriyet’in temellerinin ortadan kaldırılmasıdır. Tarih bir ulus içindeki farklılıkların artmasına değil, gitgide azalarak ortadan kalkmasına tanıklık etmiştir. Bir ulus/millet içindeki farklı diller, milletleşme süreci içinde ‘tek dil’ haline gelerek silinir. Bu doğal bir süreçtir. Doğal olmayan, emperyalistlerin müdahale ederek bu süreci kesintiye uğratmasıdır. Cumhuriyet döneminin her iki büyük Kürt ayaklanmasının arkasında İngiltere’nin oluşu unutulmamalıdır. Bu da yeterli olmadıysa Yugoslavya’nın, NATO’nun silahlarıyla nasıl paramparça edildiği ortadadır.

Geride bıraktığımız on yılın bütün savaşları etnik azınlıklar kullanılarak meydana getirilen azınlıklar politikası temelinde gerçekleşmiş ve hepsinde de Batı/Avrupa başrolü oynamıştır.

 

Türkiye’ye benzer ülkelerde azınlık haklarının kabul edilmesinin ilk sonucu onlarca yıl geçmeden  Batılıların ülkelere müdahale etmesi olmuştur. Özellikle son on yıllarda kurulan devletlerin ve kurulmak istenen alt devletçikleri göz önüne aldığımızda, bölünmenin ne kadar hızlı gerçekleşebileceğini göstermektedir.

 

Kürtçe eğitimi ve yayını kabul eden Türkiye, AB uyum yasalarında göstermiş olduğu adeta ‘’Zafer’’ gibi nitelendirdikleri anlaşmaları ve bu anlaşmalardan ileride doğacak muhtemel Kürtlerin azınlık statüsünü kabul etmek zorunda kalacak olması, ya da bu kararı tanımama gibi bir tutum sergilediğinde AB’nin/Batı’nın bu kararlar ışığında bir müdahalesinin olacağını, Türkiye’nin bölünmesi, Türklerin ve Kürtlerin iyi niyetiyle engellenebilecek basit bir sorun olmaktan çıkmış ayrıca PKK terör örgütünün meşruiyeti ile sınırlı kalmayıp, AB müdahalesinin tanınması sorunudur. Gerçekleştirilen yasal düzenlemeler AB müdahalesine davetiye çıkartmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

 

Tüm bu yasaların mantığı, Lozan’a ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine aykırı olarak azınlık olgusunun tanınmasıdır. Azınlıkların varlığı kabul edildiği andan itibaren bundan doğan haklar uluslararası hukukun koruması altına alınmış olur. Bunun anlamı ise ‘uluslararası toplum’ maskesi altında emperyalistlerin azınlık haklarını koruma adına yasal müdahale hakkının doğmasıdır. Bir darbe iradesiyle, fiilen çökmüş bir hükümetle bu yasalar devreye sokularak bu yasalar çerçevesinde en geniş bölücü müdahaleye olanak tanınmaktadır.

 

Üçüncü Meşrutiyet, orduyu saf dışı bırakmaktadır..! Şimdi 3. Meşrutiyet darbesi ile ordunun üzerinde çok daha güçlü bir baskı oluşturulmuş bulunuyor. Darbecilerin sevinçleri de esasen bundan kaynaklanıyor. İçinde bulunduğumuz an Çanakkale’de “düşmanın boğazı gördüğü an”dır. Sessizlik, geri dönülmesi çok zor durumlar yaratacaktır. Yaratmıştır. Beklemek her ne sebeple olursa olsun, büyük bir zaaftır. Mevcut siyasal yapı içinde bölünme saldırısına direnme olanağı kalmamıştır.! Türkiye’nin içine girdiği dönem mevcut kurumlar içinde yapılabilecek bir şey bırakmamaktadır. Çok somut bir parçalanma, çok somut bir savaş durumuna doğru sürüklendiğimizi görebiliyoruz.

Sorun, kesinlikle yasal bir sorun olarak algılanmamalıdır. Buna Meşrutiyet dememin sebebi budur. Sadece bir takım fermanların ilanı değildir ortada zuhur eden. Bölünmeyi fiilen yürürlüğe koyacak irade de darbecileri püskürten esas darbeciler yani iktidardır ve inanılmaz olanaklara sahiptir.

 

Yazımı Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözleri ile şimdilik ara veriyorum. Recep Tayyip Erdoğan, bir zamanlar şöyle demişti: “Bakıyorsunuz, bürokratik oligarşi karşınıza dikiliyor… İşte bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya, o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor.” Yani tuhaf bir “oligarşiden” şikâyet ederken, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine karşı çıkıyor ve kendisi için bir oligarşi tesisini savunuyor. Kısacası diyorki;  Türk işi başkanlık sisteminde, meclisi feshedebilecek, kararnamelerle (fermanlarla) ülkeyi yönetebilecekmiş…Cenap Şahabettin’in şu sözü son söz yerine olsun. ‘’Yalanı söküp atmadan hakikati dikmeye kalkışma; tutmaz.’’

 

Cumhuriyet’i yeniden tesis etmenin yolu Meşrutiyet’i yıkmaktan geçmektedir !”

 

Yazımda emeği geçen kızkardeşim Yakınçağ Tarihçisi Neslihan Ömer’e , Dış Politika ve Güvenlik Uzmanı Stratejist Sn. Ömer Kalaycı’ya teşekkürü bir borç bilirim.

Handan ÖMER

18 /07/2016 Ankara

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.