“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama [bunu] kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içerisinde yapmazlar, doğrudan [kendilerine] verili olan ve geçmişten [miras] kalan koşullar içerisinde yaparlar. Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine çöker. (Karl Heinrich Marx, Louis Bonaparte'in 18 Brumaire'i, Çev. Sevim Belli, Eriş Yayınları, İstanbul 2003, s. 14.)
Canlı bombalar, şehitler, beyaz Toros tehditleri, ekonomik kriz endişesi derken, Erdoğan’ın erken seçim taktiği tuttu ve 7 Haziran’da oyu yüzde 40.8 olan AKP, 1 Kasım’da 49.8’i bulup tek başına iktidar oldu. Ve şov başladı…
Şovun 1. Bölümü:
Ülke gündemine dönem dönem ısıtılarak getirilen ve yeni hükümetin programında da yer alan başkanlık sistemine dair tartışmalar, Tayyip Erdoğan’ın Katar dönüşü açıkladığı ‘Fransız tipi başkanlık modeli’ önerisiyle yeniden gündeme oturdu. Şovun ilk bölümü seçim vaatlerini yerine getiriyoruz adı altında yapıldı.. AKP’nin ‘müjde’li paketi, toplum iradesini satın almaya yönelik olduğu paketle beraber çıktı.
Sanki 13 yıldır iktidarda olanlar AKP değilmiş gibi. Sanki toplumu şimdiye kadar aç bırakan, yoksul bırakan onlar değilmiş gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Peki bugüne kadar neredeydiniz ?, ne yapıyordunuz ?, yeni mi görmeye başladınız halkın, toplumun durumunu? Niye bugüne kadar dağıtmadınız bu paraları ve bu imkanları ? Halkı, toplumu kendine muhtaç bırakmanın siyasetidir bu olsa gerek. Halkı, toplumu açlıkla terbiye etme yöntemidir bu uygulanan aşağılık politika.
Bu işin altında Erdoğan ve partisi AKP’nin, anayasayı ve sistemi kendine göre değiştirme amacı yatmaktadır. Oluşturmayı tasarladıkları bu yeni anayasa ve sisteminin, devleti demokratikleştirme yönünde olmayacağı gayet açıktır. Bunu Erdoğan ve AKP’nin 2002’den beri yürüttüğü pratiğinden anlamak mümkündür. Türkiye’yi fiili olarak diktatörlüğe sürüklemek istedi ancak karşısında demokratik bir mücadele cephesini buldu. Genel seçimler öncesinden başlattığı bu sözde reform paketini de bu temelde kullanmaktadır. Toplumun tüm kesimlerini, kadınından erkeğine, gencinden yaşlı ve emeklisine, paralı askerinden, asgari ücretlisine, evlenmek isteyeninden, çocuk doğurmak isteyenine kadar toplumun tüm kesimlerini ‘satın almanın’ bir yöntemi olarak kullanmaktadır. Toplumu önce kendine muhtaç ve mağdur edip, kendine yalvartıp sonra da kendisini kurtarıcı olarak sunmanın ahlaksız ve bir o kadar da aşağılık siyasetidir bu. Toplumun demokratikleşme düzeyini, politikleşme düzeyini ve ahlaki yenilenmesini geriye çekmeye ve çökertmeye yöneliktir.
Halka, topluma en son para karşılığında kabul ettireceğini düşündüğü amaçların başında Erdoğan’ı, başkanlık var. ‘Başkanlık sistemi’ adı altında ise özellikle Ortadoğu/İslam coğrafyasında II.Abdulhamid dış politikasının ana ekseni olan ‘panislamizim’ hayallerini gerçekleştirmek istemektedir. Kafasından geçen her şeyi demokrasinin hiçbir engeline takılmadan gerçekleştirebileceği tek adam sistemini Türkiye’de geliştirmek istemektedir. Bildiğimiz, tanıdığımız ülkelerde yürüyen başkanlık sistemi gibi bir sistem düşünmemektedir. Erdoğan’ın kendi deyimi ile ‘Türk usulü bir başkanlık sistemi’. Yani ülkeyi tek adamın insafına bırakan daha merkezi bir diktatörlük hayali. Oysa ki Türk siyasal hayatı ‘Tek adam’ dönemini yaşamıştır.
Şovun 2. Bölümü:
Meclis tarafından hazırlanan başkanlık modeli raporu.
Erdoğan’ın kendine uygun bulduğu sistemi de ortaya koydu: ‘Tam ve sınırsız yetki, sıfır sorumluluk’.
Bu sistemde cumhurbaşkanı, istediğini başbakan olarak atıyor, parlamentoda oylama yaptırmadan yasa çıkartabiliyor, parlamentoyu feshedebiliyor. Bunlara karşılık hiçbir siyasi sorumluluğu bulunmuyor; siyasi sorumluluk başbakan ya da ilgili bakanın oluyor.
Benzer sistemler içinde cumhurbaşkanının ‘en güçlü ancak en sorumsuz’ olduğu bu modele ilişkin TBMM’nin hazırladığı raporda özetle şu değerlendirmeler yer aldı:
GÖRÜŞ ALIRIZ AMA UYMAZ
*Fransa’yı parlamenter sistemlerden ayıran en önemli özelliklerinden birisi yürütmedeki yetkilerin önemli bir kısmının hükümette değil, cumhurbaşkanının elinde olmasıdır.
*“Cumhurbaşkanı yargı bağımsızlığının teminatıdır. Cumhurbaşkanı, bu görevini Yüksek Yargı Konseyi aracılığıyla ifa eder”. Bu bağlamda cumhurbaşkanı, Yüksek Yargı Konseyi’nin başkanlığı görevini yürütür, konseyin dokuz üyesinin tümünü atar.
*‘Cumhuriyetin kurumlarına, ulusal bağımsızlığa, ülke bütünlüğüne ve uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesine yönelik ağır tehdit durumunda’ ve ‘kamu gücünün düzgün işleyişi sekteye uğradığında’ başbakanın, meclis başkanlarının ve Anayasa Konseyi’nin görüşlerini aldıktan sonra gerekli tedbirler almak konusunda cumhurbaşkanına olağanüstü yetkiler verilmiştir. Ancak cumhurbaşkanı görüşüne başvurduklarının görüşleriyle bağlı değildir.
DENETİME TABİ DEĞİL
*Olağanüstü hali gerektiren durumlarda cumhurbaşkanı, yürütme ve yasama organları ile bu organlarla ilgili kamu kurumlarının yerine geçip zorunlu gördüğü her türlü önlemi alır. Bu durumlarda kullandığı yetkiler, parlamento denetimine tabi değildir.
*Cumhurbaşkanı, kamunun teşkilatlandırılması, sosyal, ekonomik ve siyasal reformlar ile yasa tasarılarını doğrudan referanduma götürme yetkisine sahiptir.
Bu yetki cumhurbaşkanının halk desteğini arkasına alarak parlamentoyu işlevsiz kılmasına fırsat tanıyor. Aynı zamanda cumhurbaşkanı, parlamentoya karşı bu yetkisini kullanabileceği tehdidinde bulunarak çok temel politika belirleyicisi olabilir ve bazı girişimleri yasalaşmadan engelleyebilir.
MECLİSİ FESHEDEBİLİR
*Başbakana ve meclis başkanlarına danışarak -görüşlerine uymak zorunda değil- millet meclisini feshetme yetkisi var ve kullanımı herhangi bir sebebe bağlanmaz. Bu yetki cumhurbaşkanını kendisiyle farklı bir siyasi görüşe ve parlamentonun desteğine sahip bir hükümete karşı güçlendirir. Cumhurbaşkanı, bu sayede anlaşamadığı hükümetin parlamento desteğini ortadan kaldırabilir.
*Cumhurbaşkanının en önemli yetkilerinden biri, başbakanı atamak. Anayasa kimin başbakan olarak atanabileceği konusunda herhangi bir şart ya da nitelik öngörmüyor. Cumhurbaşkanı, gerekirse parlamentodaki kompozisyona bağlı kalmadan istediği ismi atayabilir. Başbakanı görevden alamaz, ancak istifasını isteyebilir. Ancak istifasını sunmayan başbakanı, hükümeti imzalamayarak istifaya zorlayabileceği de savunuluyor.
*Bakanlar kuruluna cumhurbaşkanı başkanlık eder. Ancak bu, parlamenter sistemlerde olduğu gibi, sembolik bir yetki değildir. Cumhurbaşkanının katılmadığı bir bakanlar kurulu toplantısının anayasal bir yetkisi bulunmaz.
*Fransa’da cumhurbaşkanını parlamenter sistemdeki sembolik cumhurbaşkanlarından ayırarak güçlü bir siyasi aktör haline getiren en önemli yetkilerden birisi de bakanlar kurulunca kabul edilen karar, kararname ve KHK’lerin cumhurbaşkanı tarafından imzalanması zorunluluğudur. Bu yetki, cumhurbaşkanına, hükümete kendi görüşlerini dayatma/benimsetme imkânı verir.
*Fransa’da cumhurbaşkanının (ABD’de olduğu gibi) siyasi sorumluluğu bulunmaz. Sadece karşı imza kuralıyla yaptığı işlemlerden dolayı, karşı imza sahibinin yani başbakan ya da ilgili bakanın siyasi sorumluluğu bulunur.
Diğer model ‘Partili Cumhurbaşkanı’
Erdoğan, Fransa modelini hayata geçirecek desteğin bulunamayacağının kesinleşmesinden sonra bu kez de ‘Partili başkanlık’ modelini tartışmaya açacak. Muhalefetin desteğini almayı amaçlayan bu model, cumhurbaşkanının yetkilerinin yanı sıra sorumluluğunun da artırılmasını içermektedir.
Geçmişten ders alarak biraz hafızaları yeşertmeye çalışalım ne dersiniz?
‘Watergate Skandalı’ sonrasında koltuğunu bırakmak zorunda kalan ABD Başkanı Richard Nixon’dı.
Neden Nixon? Dediğinizi duyar gibiyim. Nixon ile Erdoğan kıyaslaması yapmak istedim. Tek farkları var: Nixon adı yolsuzluğa karıştığı için istifa etmişti ama Erdoğan 17-25 Aralık olayları ve ardı arkası kesilmeyen yolsuzluk skandallarıyla hala istifa etmedi yüzü burada ..!
Başkanlık sistemi bizimki gibi ideolojik olarak ayrışmış, kutuplaştırılmış hatta hasım hale getirilmiş, çok partili sistemlerde sağlıklı işlemiyor. Parti disiplininin yüksek olduğu, her türlü karar için liderin ağzına bakıldığı, demokrasiyi seçimlerden ibaret gören toplumlarda Başkanlık sistemi kolayca diktatörlüğe dönüşebiliyor.
238 yıldır başkanlık sistemini uygulayan ABD’de dahi Nixon gibi Başkanlar çıkabiliyorsa, Tayyip Erdoğan’ın gönlünden geçen -onu denetleyebilecek tüm mekanizmaların yok edildiği- sistemin “tek adam diktasına dönüşeceğini” söylemek için kahin olmaya gerek yok ..
Erdoğan’ın tek adam yönetiminin uygulamalarının, demokrasi dışı olduğunu bilmeyen yoktur. Türkiye’de hak, hukuk, adalet kalmamıştır. Basın özgürlüğü, kişi hürriyeti bitmiştir. ABD, bunlara rağmen Tayyip Erdoğan’ı başkan yapmaya çalışmaktadır. Erdoğan başkan yapılacak ve uygulamaları bahane edilerek Türkiye’ye, Irak, Suriye, Mısır ve başka ülkelerde olduğu gibi demokrasi müdahalesi yapılacaktır.
AKP, sandıktan %49 oy çıkartmayı bir şekilde başarmış ve tek başına iktidar olmayı garantilemiştir. Fakat bu oylar, AKP’nin %49 oyu var anlamında değildir. AKP’nin oyları %38’lere kadar düşmüştür. AKP, bundan sonraki politikalarını ya %38’lere yada %49’lara göre yapmalıdır. Haziran ayı öncesi politikalarının sonucu %38’dir. Hazirandan sonraki politikalarının karşılığı ise %49’dur. AKP, bundan sonra atacağı her adımı, %38’leri düşünerek atmalıdır. %49 oyun garantisi yoktur.
AKP, mesajı iyi okumalıdır. Türk Milleti demiştir ki: Anayasa değiştirilemez. Yönetim şekli değiştirilemez. Başkanlık olmaz. PKK yada başka güç odaklarıyla Türkiye’nin bölünmesini pazarlık konusu yapamazsın. Çözüm Süreci, ihanet sürecidir. Çözüm Süreci diyerekten PKK’yı besleme. Şehitlerimiz olsa da PKK ile sonuna kadar mücadele yürüt diye mesaj vermiştir.
Sandıktan çıkan oylar, ülkenin iyi yönetilmesi içindir. Ülke yönetimine darbe yapılması için değildir. %49 oy birilerine başkanlık hayalleri gördürebilir. Bu millet bir kez ikaz yapmıştır. Zorlamak zorbalıktır..!
''Her başlangıcın muhakkak bir sonu vardır ve bu son kendi içinde şekil alır. 'Son', Tanrı ve Tanrı'nın kontrol ve tasarrufundaki cennet ve cehennem dışındaki her şey için kaçınılmaz ilahi bir yazgıdır. " H.Ö.
Handan Ömer
14 Aralık 2015