BİLİNEYİM DİYE HALKI YARATTIM

Muharrem Günay SIDDIKOĞLU

 

İnsanın yaratılış hikmeti konusunda Mevlana Hazretleri “ Gizli bir define idim; bilinmeyi diledim, sevdim, bilineyim diye halkı yarattım” hadis-i şerifi üzerinde titizlikle durur. Bir başka hadis-i şerifte ise “Şüphesiz ki Allah, Adem’i kendi sureti üzerine yarattı.” buyurulur. (Buhari: İ’tizam: 1; Müslim/Birr: 115 vb.) (Yani kendi ruh ve karakterini ona işledi.)

İnsanı “SEVDİM” diye ve “SEVEREK” yaratan Allah’ın bizi bu “YARATIŞ GEREKÇESİ”nden yani ‘sevmek’ ve ‘sevilmiş olmak’ gerçeğinden de alacağımız dersler olmalıdır. Demek istediğim odur ki: “Cenab-ı Allah insanı yaratırken hamuruna sevgi katmıştır. “İnsana sevmek ve sevilmek” gibi bir yüce duygu vermiştir. Elimizle tutamadığımız bu duyguyu insanın yüzünde, sesinde, gülüşünde, gözünde velhasıl vücudunun her zerresinde görmek ve hissetmek mümkündür. Tıpkı Allah’ı göremediğimiz halde, hissettiğimiz, eserlerinde gördüğümüz gibi... Öyleyse bizi severek yaratanı sevmek bizim en başta gelen görevimizdir. Çünkü O, inanın bizi bizden çok seviyor ve zaten bizi severek, isteyerek, özenerek, bezenerek yaratmış. Ne diyor Cenab-ı HAKK: “Ben yere göğe sığmam fakat kulumun gönlüne sığarım.” Öyleyse birbirimizi seveceğiz; gönül adamı olacağız; Allah rızası için birbirimizi sevdiğimizi bir birimize söyleyeceğiz, Kâinatın Efendisi Sevgili Resul: “İman etmedikçe cennete giremez, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.” demiyor mu? Bu duyguyu iş ve davranışlarımızla hissettireceğiz. Bir birimizi hoş göreceğiz, Kuluna rahmet ve merhamet etmeyi seven, rahman ve rahim olan Allah’ın hatırı için birbirimize iyilikte, ihsanda bulunacağız, sevdiğimiz şeylerden birbirimize ikramda bulunacağız. Cümle yaratılmışı bir göz ile göreceğiz. “Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan halka müderris ise; hakikatte asidir.” “Bir çeşmeden akan su acı tatlı olmaya” diyen Yunus değil mi? O çeşmeden bütün suları akıtan, cümle insanları yaratan Ulu Allah değil mi? Demek ki okumaktan mana Allah’ı bilmek, onu tanımak, onun severek, özenerek yarattığı insanı yani kendini tanımaktır.

Bakın Hakk aşığı YUNUS Emre, bu konuyu ne güzel bir şekilde açıklamış:

“Okumaktan mana ne kişi Hakkı bilmektir Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır. Okudum bildim dime çok taat kıldım dime Eri Hakk bilmez isen abes yire yilmektir.„

Yaratılış açısından en güzel şekilde ve bütün yaratılmışların efendisi, en üstünü ve en güzeli olarak yaratılan insan; kendi eliyle ve iradesini kullanarak yaptıklarıyla Tin Suresi’nde ifade edildiği gibi: “le gad halaknel insane fi ahsen-i tagvim. sümme redednahü esfele safilin“ “Muhakkak ki biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da onu aşağıların aşağısına indirdik.” “Esfel-i Safilin” (Alçakların alçağı-Bayağıların bayağısı) yaptık. Hiç şüphesiz bu oluş, insanın kendi isteği, irade ve ihtiyarıyladır.

İnsan yaratılışı gereği günahla sevap, iyi ile kötü arasında gider gelir. Peygamberler dışında hiç kimse günahlardan korunmamışlardır. Önemli olan günah işledikten sonra pişmanlık duyup Allah’a sığınma tövbe ve istiğfardır.

İşte ilahi irade gereği insan iki yakası olan bir gömlek gibidir. Bu yakaların birisi iyi olmak, diğeri kötü olmaktır. Bu yakaların birisi itaat diğeri isyandır, birisi meleklik, diğeri şeytan olmaktır. Birisi insanlık diğeri hayvanlıktır, hatta hayvandan da aşağı olmaktır.

MEVLANA Hazretleri bu durumu şu şekilde açıklar:

“Meniye bak, ister zenci olsun ister Hintli, ister Kureyş boyundan olsun, yüce bir soydan gelsin, herkesin menisi aynı renktedir, aynı işe yarar. Arazlar da, cisimler de hep topraktan ibaret, fakat mertebe ( takva) bakımından bak da gör, kimisi aşağılık, kimisi yüce.” (Divan-i Kebir, 418)

Gerçekten de insanoğlu öyle bir yaratıktır ki bazen nezihliğine ve inceliğine melekler imrenir bazen de küstahlığından şeytanlar ürperir. Yani bazen yaptıkları ile insan şeytana bile pabucunu ters giydirir, şeytanın dahi aklının ermediği şeyleri yapar. Yani Allah muhafaza buyursun onlardan şeytanlar bile korkar ve belki de “Ya Rabbi bunlar varken beni niye yarattın?” diye soru sorar.

Yine Mevlana Hazretleri Fihi Mafih’te: “İnsan tıpkı çamur karışmış bir seylap gibidir. Bu seylabın temiz olan suyu onun sözü (özü), o çamur da hayvanlık tarafıdır. Fakat bu çamur onda arızidir. (geçicidir) Görmüyor musun? İnsanların çamurları ve kalıpları gitmiş, çürümüş bir eser kalmamış olduğu halde, onların iyi, kötü (bütün) sözleri, hikâyeleri ve bilgileri kalmıştır. (Fihi Mafih, 1985/120)

Topraktan yaratılan insan ile yeryüzü ve yeryüzünde cereyan eden olaylar arasında da birçok benzerlikler vardır. İnsan vücudu tıpkı yeryüzüne benzer, iskeletini oluşturan kemikler dağları, ilikler madenleri, sinirler yüzey şekillerini, etler toprağı, saçlar bitkileri, nefes alıp verme rüzgârı, konuşmak yıldırımı, gülmek şimşeği, ağlamak yağmuru, öfke bulutları, uyku ölümü, tan ağarması dirilişi, gençlik çağı yazı, ihtiyarlık çağı kışı andırır. Ulu Allah ne güzel yaratıcıdır ve insanı gerçekten en güzel biçimde yaratmıştır.

Gerçekten de insanın bir ölümsüz bir de ölümlü olan iki ayrı yönü vardır. Bu can bu bedene konuktur. Bedenin görevi biçilen ömür süresince insanın ruhunu-canını tıpkı bir han gibi, otel gibi misafir etmek, misafirlik bitince de çürüyüp toprak olmaktan ibarettir. Fakat ölüm, bir son ve yok oluş değil ebedi bir âlemin, sonsuz bir hayatın başlangıcıdır. O Allah’ın sevgili kulları için Mevlana Hazretlerinin buyurdukları gibi bir “Şeb-i Aruz” Düğün gecesidir. Netice olarak ölümden sonra insandan geriye kalan, amelleri, iyi kötü söz ve davranışlarıdır.

 

Muharrem Günay SIDDIKOĞLU

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.