İslam dini sevgiye en fazla önem veren bir dindir. Allah’ın yarattığı cümle mahlûkatı ayrım gözetmeksizin seven İslam toplumu sevgi toplumu, İslam medeniyeti ise sevgi medeniyetidir.
Biz Müslümanlar Yaratan’ı da yaratılanı da severiz. Yaratan’dan ötürü yaratılanı sevdiğimiz gibi yaratılandan ötürü de Yaratan’ı severiz. Yunus Emre bu gerçeği; “Elif okuduk ötürü, Pazar eyledik götürü, yaratılmışı hoş gördük Yaratan’dan ötürü.” dizeleriyle ifade etmiştir.
Bu sevgiler arasında bir zıtlık olmadığı gibi her iki sevgi de birbirini besler. Mevla’yı sevmek Leyla’yı sevmektir; Leyla’yı sevmek de Mevla’yı sevmektir. Çünkü Halık mahlûkunun sevilmesinden memnun olur. Biz yaratılanı sevdiğimiz zaman Yaradan’ı da sevmiş oluruz. İşte İslam toplumu bu sevgi sayesinde sevgi toplumu olmuş ve bu sevgi sayesinde sevgi medeniyeti oluşmuştur.
İslam’a göre sevgi Allah-insan ilişkisinin esasını teşkil eder. Allah insanı sevdiği için yaratmıştır. Yüce kitabımıza göre, en güzel biçimde, kerim, şerefli ve melekler dâhil bütün yaratıklardan üstün bir şekilde ve yeryüzünde Allah’ın halifesi ve yaratılmışların en şereflisi “Eşref-i mahlûkat” olarak yaratılan tek varlık insandır.
“Yüce Tanrı kendi sanat ve sıfatını göstermek için dünyayı yarattı. Kendi zatını göstermek isteyince de Âdem’i yarattı.”(1) diyen Mevlana Hazretleri “Gizli bir define idim; bilinmeyi diledim, sevdim, bilineyim diye halkı yarattım “ hadis-i şerifi üzerinde titizlikle durur ve insanın yaratılışındaki sevmek ve bilinmek hikmetine dikkat çeker. Demek ki Allah (c.) insana muhabbet beslemiş, sevmiş ve sevdiği için yaratmıştır. Bu hakikate dikkat çeken Muhyiddin İbnu’l-Arabi “Benim dinim muhabbet dinidir.” demiştir. (Arabi’ye göre, “Gizli bir hazine idim.” İfadesi nakil açısından sabit değilse de keşfen sahih bir hadistir. Bu görüş bütün mutasavvıflar tarafından benimsenmiştir.)
Mutasavvıflar kâinatın yaratılışını muhabbet ve marifetle açıklamışlardır. Buna göre Hakk’tan başka hiçbir şeyin bulunmadığı zamanda Hakk, bilinmeyi istemiş böylece ilk olarak sevgiyle (taayyun-i hubbî) tecelli etmiştir. Bu sevginin amacı ise (Marifet) bilinmektir. Âlemi yaratınca artık o mâruf (bilinen ve tanınan) olmuştur. Fakat bu bilinme sıfat ve isimlerinin zuhur etmesi şeklindedir. Ve O sadece bu yönden bilinir hale gelmiş, mutlak gayp olan hüviyeti ve zâtı itibarıyla yine gizli bir hazine olarak kalmıştır. Allah, kâinat var olmadan evvel ne kadar gizli ise var olduktan sonra da o kadar gizlidir. Bu sebeple mutasavvıflar hadiste geçen “Gizli bir hazine idim.” İfadesini “Gizli bir hazineyim.” şeklinde anlamak gerektiğini buradaki “idim” kelimesinin zaman ifade etmediğini önemle belirtmişlerdir. Âlem muhabbetle var olmuş, Ahadın/Allah’ın zâti sevgisinden vücuda gelmiştir. .
Bir başka hadisi şerifte ise “ Şüphesiz ki Allah, Âdem’i kendi sureti üzerine yarattı.” buyurular.(2) Yani Cenâb-ı Hakk, insana kendi ruh ve karakterini işlemiştir. Kur’ân’ın beyanına göre Allah insanı şerefli bir varlık olarak yaratmıştır. İnsanın ahsen-i takvîm üzere yaratılması,(3) Âdem’i yarattığında meleklere ona secde etmesini emretmesi, (4) ona ruhundan üflemesi(5); onu yeryüzünde kendi halifesi yapıp(6) bütün kâinatı onun emrine vermesi, onu muhatap kabul edip emaneti ona yüklemesi(7) insanı üstün bir varlık olarak yarattığının en önemli göstergelerindendir. “Biz Âdemoğlunu mükerrem kıldık”(8) âyeti ise Allah’ın insanı değerli bir varlık olarak yarattığının en açık ifadesidir.
Gerçekten de Yüce Allah, insanı severek, en güzel biçimde yaratmış melekler dâhil yarattıklarının hiç birine vermediği özellikleri ve insana vermiş; insanı akıl başta olmak üzere, semi ( işitmek), basar(görmek), kelam, irade gibi kendi sıfatları ile donatmıştır. Bu gerçek Yunus Emre tarafından “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” şeklinde dile getirilmiştir. Öyleyse Allah’ı sevmek ve saymakla insanı sevmek ve insana saygı duymak arasında doğrudan bir ilişki vardır. Allah’ı seven ve sayan insan, Allah’ın yarattığı tüm yaratıkları, özellikle insanı sevmek ve saymakla yükümlüdür.
Âlemlere rahmet ve bereket olarak gönderilen sevgi, şefkat ve rahmet peygamberi Hz. Muhammed sevgi konusunda şöyle buyuruyor:
“İman etmedikçe cennete giremez, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.” Bu hadisi şerife göre sevgi ile iman arasında doğrudan bir ilişki kurulmuş ve gerçekten iman etmiş olabilmek için birbirimizi sevmek zorunda olduğumuz gerçeğine dikkat çekilmiştir.
“Kendi nefsin için sevdiğin şeyi tüm insanlar için de sev ki, iyi bir Müslüman olabilesin.”(9) buyuran Allah’ın Sevgili Rasûlü bu sevgiyi hayatının her safhasında göstermiştir. Bir gün bulunduğu yerden bir cenâze geçerken ayağa kalkarlar orada bulunanlar:
“Ey Allah’ın Rasûlü o geçen cenaze bir Yahudi cenazesidir.” derler. Bu söz üzerine Peygamber Efendimiz (s.), “O da bir can, bir insan değil mi?”(10) diyerek, insana ırk ve din ayrımı gözetmeksizin sevgi ve saygı duymanın gereğine dikkat çeker.
İnsanın ölüsüne bile saygı gösteren ve ölü için ayağa kalkan bir peygamberin ümmeti olan biz Müslümanlar bütün insanları Allah rızası için sevmekle yükümlüyüz. Bu gerçeği Yunus Emre, “Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan halka müderris ise; hakikatte asidir. Bir çeşmeden akan su acı tatlı olmaya!“ dizeleriyle çok güzel bir şekilde açıklamıştır. Evet, bizim dinimiz sevgi ve muhabbet dini medeniyetimiz ise sevgi medeniyetidir. Biz yaratılmışı severiz yaratandan ötürü.
- Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri 1986/590)
- Buhari: İ’tizam: 1; Müslim/Birr: 115 vb.
- Tin, 95/
- İsra, 17/61.
- Secde, 32/9 ; Hicr, 15/29; Sâd, 38/72
- Bakara, 2/30
- Ahzab, 33/72.
- (İsrâ, 17/70. )
- (İbn Mâce, Zühd, 24)
- (Müslim, Cenaiz, 78,Buhari, Cenaiz, 50)