BÖLGESEL SORUNLARIN KAYNAĞI İSRAİL, ABD VE BATILI ÜLKELERDİR

Muharrem Günay SIDDIKOĞLU

         Türkiye’nin güneydoğusunda ve Orta Doğu’da ilginç gelişmeler yaşanmaktadır. Irak’ta Saddam’ın devrilmesiyle birlikte önce Türkiye ABD ile sınır komşusu oldu. Ardından bölge Kürt milislere bırakıldı. ABD’nin desteğiyle Irakta bir Kürt Federatif devleti, Suriye’de ise PYD/PKK’nın kontrolünde bir bölge oluşturuldu. Amaç bölgede İsrail ve ABD çıkarlarına hizmet edecek bir Kürt devletinin kurulmasıdır. Bölgede böyle bir Kürt devletinin kurulması Türkiye ve İran’ın toprak bütünlüğü açısından da büyük bir tehdittir. Bu bakımdan ortak tehditler altında buluna Türkiye ve İran’ın bölgede birbirine hasım değil stratejik ortak olmaları, ortak tehditlere karşı birlikte mücadele etmeleri ve birlikte bölgesel politikalar geliştirmeleri gerekmektedir. Ayrıca Akdeniz’de ardından Karadeniz’de yaşanan olaylar bölgemizi bir barut fıçısına dönüştürmüş durumdadır.

         Aslında Orta Doğuda olan biten her şeyin, bölgenin zengin doğalgaz ve petrol yataklarına sahip olması ve İsrail'in "Beka Stratejisi" ile yakın bir alakası vardır. İsrail devleti hala daha bir "Hıttin Korkusu" ile yaşamaktadır. Hıttin, 1187 yılında büyük Türk komutanı Selahaddin-i Eyyübi'nin Haçlı ordusunu yendiği ve Kudüs'ün tekrar Müslümanların eline geçtiği zaferin adıdır. Haçlılar, bölgede Müslümanların kendi aralarında çekiştikleri, mücadele ettikleri, bölünüp parçalandıkları sürece varlıklarını sürdürebilmişlerdir. İsrail'in de bölgede varlığını sürdürebilmesi için, Müslümanlar arasında birlik ve bütünlük olmaması gerekir. Bölgede Müslümanlar dağınık ve hatta birbirleriyle ne kadar çatışma içerisinde olurlarsa İsrail o derecede rahat içerisinde olur ve hayatını devam ettirir. Bunun için bölgede Arap ve İslam dünyasının birleşmesi ve dayanışması engellenmelidir. Hatta bölgedeki İslam devletleri mümkün olduğu kadar küçük küçük parçalara devletçiklere bölünmelidir. Irak'ın ve Suriye’nin bölünmesi ve bölgedeki "Kürt Devleti" senaryolarının da İsrail'in "Beka Stratejisi" ile direk olarak bir ilişkisi vardır. Bu senaryo içerisinde Türkiye'nin bölünmesi de vardır.  ABD, İsrail ve Batı, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerini bölme, parçalama ve bir birleriyle çatışan küçük devletçikler kurma peşindedir.

         Ayrıca bölgede Irak ve Suriye’de kümelenmiş olan PKK, PYD ve bu örgüte sempati ile bakan bölücü Kürtler Türkiye'ye karşı ABD, İngiltere ve İsrail'le ittifak halinde olup bağımsız bir Kürt devleti kurmak istemektedirler.  Bu ittifak halindeki şer ekseni bölgede Türkiye'yi etkisiz hale getirmek için var güçleriyle çaba sarf etmektedirler. Bölgedeki gelişmeler Türkiye'nin müttefiki olduğunu iddia eden ABD'nin, gerçekte Türkiye'nin müttefiki değil; bölgedeki rakibi olduğu bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Aslında batılıların arzusu bölgede bir Kürt devleti kurmak değil, İsrail’in kontrolünde bir  “Yahudi Kürdistanı” oluşturmaktır.

         "Gazeteci yazar Pamela Kidron, 1988'de yazdığı bir makalesinde "İsrail'de 150.000 Yahudi Kürt’ün yaşadığından söz etmektedir. A. Medyalı'nın kitabına göre ise, "günümüzde İsrail'de Kürdistan kökenli yaklaşık 200.000 kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir" (Kürdistan Yahudileri, s.64-5, A. Medyalı'dan nakil. Yalçın, C.2003,  s: 71 ) Kürt Yahudilerin büyük bir bölümü Mossad'ın 1950'li yıllarda düzenlediği "Ezra ve Nehamya Operasyonu" ile İsrail'e getirilmişlerdir. Ancak İsrail ile iki halk arasındaki ilişki kopmamıştır. İsrail'e gelen Iraklı Yahudiler, Kürt kimliklerini de bir yandan muhafaza ederler. İsrail'de yaşayan Kürt kökenli Yahudiler tarafından  "İsrail'deki Kürt Yahudileri Ulusal Örgütü" adlı bir örgüt kurulmuştur (Yalçın, 2002, C, s. 68) Bu dini bağlantı, Barzani ailesi ile İsrail arasında siyasi bir yakınlığın doğmasına sebep olmuştur. "Ancak daha da ilginç bir şey vardır. Kürt Yahudileri, Barzani aşiretinin de bir parçasıdırlar! Dahası, Barzani aşireti, çok sayıda "ünlü haham" çıkaracak kadar dindar bir Yahudi kimliği içermektedir...(Yalçın, 2002, s. 71 )

         Kuzey Irak’ta yayınlanan İsrail-Kürt Dergisinde yayınlanan bir dosyada yer alan habere, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani İsrail’deki Kürt kökenli 200 bin Yahudi’nin Kuzey Irak’a ve Suriye’ye geri dönmesini istemektedir (13 Eylül 2017, Yeni Şafak). https://www.yenisafak.com/dunya/200-bin-yahudiyi-kiraka-bekliyor-2794086

           Barzani ve Barzani ailesinin Kürt Yahudi’si olduğuna dair bir başka belge ise; Los Angeles'teki California Üniversitesinde (UCLA) görev yapan kendisi de Kürt Yahudi’si olan Prof. Dr. Yona Sabur'un "Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı: Antoloji " adılı kitabıdır. Kitapta verilen bilgiye göre, 16. ve 17. yüzyılda bölgede yaşayan ailelerin en ünlülerinden biri Barzani ailesiydi ve bu aileye mensup hahamların kurduğu Yahudi Eğitim Kurumları büyük bir itibara sahipti (18 Şubat 2003 Hürriyet Gazetesi).

         Barzani aşireti hakkında Osmanlı arşivlerine dayanarak bilgiler veren tarihçi Ahmet Uçar, Barzanileri'nin atalarının Yahudi olduğundan şüphe duyulamayacağını ifade etti. Ahmet Uçar, Prof. Sabar'ın, Barzaniler'in ne zaman müslüman olduklarına ilişkin detaylara girmediğini de savundu. (Dr. Güneş Erütrük, 18.02.2003, Hürrüyet Gazetesi, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/barzani-ailesinin-yahudi-oldugu-ortaya-cikti-128488 )

         ABD ve İsrail’in su kaynaklarımız ve sınır aşan sularımız konusundaki görüşleri de Türkiye'nin aleyhinedir. Türkiye'nin sahip olduğu kaynaklardan belki de en önemlisi ve birincisi su kaynaklarımızdır. Bu tespitimiz ileriki yıllarda daha iyi bir şekilde anlaşılacaktır. Sınır aşan su kaynaklarımız esas itibariyle Fırat ve Dicle nehirleridir. Fırat nehrinin debisi 31.8 milyar m3, Dicle'nin ise 50 milyar m3'tür. Bu iki nehrimizin taşımış olduğu su ileriki yıllarda Orta Doğunun petrolünden daha önemli olacaktır. Önümüzdeki yıllarda başta Orta Doğu olmak üzere dünyada su sıkıntısının olacağı uzmanlar tarafından ileri sürülmektedir.

         Böyle bir durumda ABD’nin 1997 yılından beri uluslararası anlaşma haline getirmek istediği iki teklifi bizim için çok önemlidir:

         1- Aşağı kıyıdaş ülkelere bu sularda söz hakkı verilmesi,

         2- Sınır aşan sular üzerinde yapılacak barajların yapımından önce uluslararası yapılanmalardan bölge ülkelerinden izin alınması.

         Bu sinsi istek ve planlara ilave olarak, ABD, Fırat üzerinden İsrail'e su verilmesini önermektedir. Demek ki, ABD'nin bu görüş ve önerilerinin arkasındaki asıl entel güç Yahudi lobisi ve İsrail'dir. Ayrıca ABD, başta Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Ege Kıta Sahanlığı, Fener Rum Patrik hanesinin "Ekümenik" hale dönüştürülmesi konusunda da milli çıkarlarımızla ters görüşlere sahip olup Yunanistan'dan yana bir politika takip etmektedir.

         Yunan Megola İdeası ve Enosis

         Bölgede Türkiye açısından en önemli tehditlerden birini de Yunanistan oluşturmaktadır. Yunanistan kuruluşundan günümüze kadar Büyük Megola İdeasını (Büyük kutsal davasını) devam ettirmektedir. Türkçeye “Büyük Ülkü” ya da “Büyük Fikir” olarak geçmiş olan “Megali İdea” doğrultusunda Helenler, öncelikle bağımsız Yunan Devleti’ni kurmayı amaçlamışlardır. Sonrasında Yedi Adaları almayı; Tesalya, Epir, Makedonya ve Trakya’yı ele geçirmeyi; Girit Adası, Oniki Adalar ve Kıbrıs Adası’nı, Anadolu’nun Sakarya’ya kadar olan kesimini (İstanbul dahil) elde etmeyi ve nihayet Karadeniz kıyılarını zapt ederek Pontus Rum Devleti’ni ihya etmeyi hedeflemişlerdir. Toprakları genişletmek ve “boyunduruk altındaki kardeşleri kurtarmak” Megali İdea’nın ideolojik ve retorik temellerini oluşturmuştur. Yunanistan Megali İdea doğrultusundaki hedeflerine kısmen ulaşmış, özellikle Balkan Savaşları’nda topraklarını ve nüfusunu yaklaşık iki katına çıkarmıştır. Balkan Savaşları döneminde Yunanistan’ın başbakanı, Helenler tarafından “Megali İdea rüyacısı” olarak tanınan Eleftherios Venizelos’tur. Venizelos 1918 yılı itibariyle Paris Barış Konferansı’ndan başlayarak müttefikler nezdindeki girişimlerini yoğunlaştırmış ve Batı Anadolu ile Trakya başta olmak üzere Osmanlı Devleti’nden yeni topraklar koparmayı hedeflemiştir. Neticede Venizelos liderliğindeki Yunanistan müttefiklerin desteğini almayı başarmış, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkmış ve devamında Anadolu’daki işgal alanını genişletmiştir. (Erdem,N. 2014, s.99,100)  30 Temmuz 1922’de ise İzmir merkezli bir İyonya Cumhuriyeti kurmuşlar fakat bu devlet çok kısa süreli olmuş, Türk ordusunun bir ay 10 gün sonra 9 Eylül 1922’de İzmir’e girmesiyle yıkılmıştır. (Erdem,N. 2014, s.99,130)

         Yunan kuvvetleri 9 Eylül 1922’de İzmir’de denize dökülse de Megola ve Enosis ideaları yok olmamış ve devem etmektedir.  Kelime anlamı ile "ilhak, birleşme" demek olan Enosis ilk Megali İdea haritasının çizildiği 1791 yılından beri gündemde olan bir konudur."Enosis" terimi Balkan Savaşları'nda, Girit'in Yunanistan Krallığı'na ilhakı sırasında da kullanılmıştır. Genel anlamda terim, politika açısından "bir ülkenin sınırlarına dahil olma, birleşme" anlamına gelmektedir.  Nitekim Güney Kıbrıs Rum kesiminin AB'ye girmesiyle bizzat Yunan Başbakanı "Enosis' i gerçekleştirdik" deme cesaretini ve küstahlığını bizzat göstermiştir. Yunan gözünde Anadolu, hala daha "Anotolia"dır. Roma'dır, Bizans'tır ve tekrar Bizans olmalıdır. Fener Rum Patrikhanesi’nin "ekümenik" hale getirilmesi çalışmaları olanca hızıyla devam etmektedir.

         Yunanistan ayrıca, 150’nin üzerinde  Pontus cemiyeti, çok sayıda gazete, radyo ve  internet sitesi ve şimdiye kadar çıkarttığı 700'ün üzerinde kitap ile Trabzon ve civarında bir Rum Pontus devleti kurma faaliyeti sürdürmektedir. Yunanistan'ın 1990 sonrası bölgeden 2003 yılı itibariyle 100'e yakın Türk gencini Yunanistan'a götürüp eğittiği de işin cabasıdır. Yunanistan ve ilave olarak Güney Kıbrıs Rum kesimi AB üyesi olarak her zaman veto silahlarını Türkiye'ye karşı kullanacaklar, ya Türkiye'nin AB üyeliğine engel olacaklar ya da Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege, Rum Pontus sorunları başta olmak üzere bütün isteklerini Türkiye'ye kabul ettirdikten sonra Türkiye’nin AB'ye üyeliğine yeşil ışık yakacaklardır (Günay, 2004, s.170).

         15 Mayıs 1919’da Yunan kuvvetlerinin İzmir’e çıkışı ile 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a Türk tarihi açısından dönüm noktalarıdır. Bu konuda Prof.Dr. Anıl Çeçen “İanyo Devleti Kurulamaz” adlı makalesinde aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

         Tarihsel olarak  Yunan ordusunun İzmir’e ayak basışı, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıkışını  tetiklemiştir. Altı ay önceden İstanbul’a gelerek bir Anadolu harekâtı için hazırlıklara başlayan  Mustafa Kemal, Yunanlıların  Ege bölgesine girmesinden hemen sonra Karadeniz’e çıkarak Anadolu’nun kurtarılması için ulusal kurtuluş savaşına başlıyordu. Yunanlılar Anadolu’nun Ege bölgesini işgal etmek amacıyla İzmir’e çıkarken, Atatürk ve arkadaşları da Türk ulusu adına Samsun’a çıkarak Karadeniz bölgesinden Anadolu’nun kurtuluş savaşını başlatıyordu. Tarihin garip bir cilvesi olarak Anadolu, işgal girişimleriyle beraber kurtuluş mücadelelerine de  aynı dönemde sahne oluyordu.  Tarihin çelişkisi, o dönemde dünyanın merkezinde yer alan  Anadolu  yarımadasında  bir kez daha farklı bir örnek ile gündeme geliyordu. İmparatorluğun çöküşünden sonra  Anadolu’ya yönelen işgal girişimleri, Türk halkının  direnişini ve kurtuluş mücadelesini de  tepkisel olarak  kışkırtıyordu. Bu çerçevede, I9 mayıs Samsun çıkışının arkasında I5 mayıs İzmir işgalinin  yeri olduğunu iyi bilmek gerekmektedir.

         Yunan ordusunun Ege bölgesine girişinin ikinci yansıması, bu bölgede yeni bir siyasal yapılanmaya gidilmesi olmuştur. İzmir’e girerken bölgedeki Rum ahali Yunanlılara yardımcı olmuşlar ve bölgedeki Rum köyleri  Yunan ordusuna bağlı olarak Ege’de bir dayanışma içerisine girerek, devletsizlik ortamının bu bölgeden kaldırılması için çaba göstermişlerdir. Eski Bizans döneminden kalma bir Rum egemenliği ideolojisi olan Megalo İdea doğrultusunda, bu bölgede tıpkı eski Bizans öncesi dönemde olduğu gibi bir İyonya devleti kurmağa kalkışmışlardır. Yunan ordusu İzmir’i ele geçirdikten sonra bu kenti merkez olarak seçmiş ve İzmir üzerinden diğer Ege kentlerine doğru yayılmağa başlamıştır. Yunanlılar İzmir merkezli bir İyonya devleti ilan ederek, bu yeni siyasal yapılanmaya bağlı olarak askeri birlikleri yeniden düzenlemişlerdir. Ayrıca yolları ve işletmeleri işgal ederek İyonya devletine bağlı bir ulaşım ve haberleşme sistemi oluşturabilmenin ön hazırlıklarını yapmışlardır. Böylece, Yunan askerinin Anadolu’ya çıkışı bir geçiçi işgal olmaktan çıkarılarak geleceğe dönük bir doğrultuda kalıcı bir İyonya devletinin  ön hazırlıkları ile kurumsal bir yapıya dönüştürülmek istenmiştir. Osmanlı imparatorluğunun teslim olmasından sonra, İkinci Meşrutiyet döneminde kurulmuş olan  Mavri Mira ve Etniki Eterya gibi Rum milliyetçisi ırkçı dernekler de, Ege bölgesinde  Rum köylerine dayanan bir  siyasal yapılanmayı İzmir’in başkent olacağı  yeni bir İyonya devleti çatısı altında örgütleyebilmek için, aynı doğrultuda işbirliğini geliştirerek bir an önce Büyük Yunanistan’ın İyonya eyaletini kurabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. Yunanlıların Ege macerası bir anlamda ikinci bir İyonya devleti girişiminin ortaya çıktığı  dönem olmuştur.

         İyonya kavramı tarihten gelen bir devlet ve bölge isimidir. İyonya bir anlamda İzmir’in güneyi ile kuzeyini bir araya getiren bölgenin adıdır. Eski Fokai ve Milet kentleri İyonya bölgesinin en önde gelen yerleşim yerleridir. Tarihin en eski yerleşim merkezlerinden birisi olan Anadolu yarımadasında gündeme gelen uygarlıklar zinciri içerisinde, İyonya’nın önemli bir yeri bulunmaktadır. Yunanistan bölgesine yapılan Dor saldırıları sırasında buradan kaçanların gelip yerleştikleri bölge olarak İyonya tarih sahnesine çıkmıştır. Tarihte yerini alan İyonya federasyonu on iki İon kentinin bir araya gelmesiyle beraber Ege bölgesinde kurulmuştur.

         Sisam, Sakız, Milet, Efes, Teos, Kolophon, Fokai, Piren, Myus, Lebedos, Eritrai ve Smiryna gibi kentlerin birleşmesinden meydana gelen İyonya Federasyonu Romalılar Anadolu’ya gelmeden önce kurulmuş  olan bir antik çağ devleti idi. İyonya siteleri bölge topraklarının verimli olması nedeniyle kısa zamanda zenginleşince Orta Doğu ticaretinin yeni merkezi konumuna gelmişlerdir. M.Ö. onuncu yüzyılda başlayan yerleşimler, birkaç asır içerisinde doruk noktasına çıkarak, İyonya’yı bir Önasya uygarlığı düzeyine getirmiştir.  M.Ö. beşinci yüzyılda Pers imparatorluğuna bağlanan bu site devletleri, bir süre sonra isyan ederek Atina kenti ile beraber  bir  Helen Birliği arayışı içerisine girmişlerdir. Ne var ki bu çabalar kısa zamanda sonuç vermeyince, Büyük İskender Makedonya’dan gelerek bütün Ön Asya bölgesini işgal edince, Ege bölgesindeki İyonya  kent devletleri federasyonuna da son vermiştir. İyonya halkı tıpkı Persler döneminde olduğu gibi Makedonya imparatorluğuna da  karşı çıkarak isyan etmiş  ve Ege adalarında yaşayan denizci halklarla bütünleşerek  bir Ege uygarlığı arayışı içine girmiştir. Bu aşamadan sonra İzmir’in civarındaki takımadalara İyonya adaları denilmeğe başlanmıştır. İyonya bölgesi ile beraber takımadalarda İyonya ülkesi içerisinde kabul edilmeye başlanmıştır. Tarihin ortaya koyduğu gibi İyonya bir ülke adı olduğu kadar bu bölgede tarihin ilk dönemlerinde yer alan yerleşimlerin ortaya çıkarmış olduğu uygarlığın da adı olmuştur.

         Roma ve Bizans imparatorlukları öncesinde Ege bölgesinin adı olan İyonya, gene bir bölge adı olarak Osmanlı imparatorluğunun çöküşünden sonra da dile getirilmeğe başlanmış ve bu doğrultuda Yunan işgali bir İyonya devleti kuruluşuna dönüştürülmek istenmiştir. Etniki  Eterya ve Mavri Mira gibi Rum milliyetçisi cemiyetlerin öncülüğünde Ege’nin Osmanlı dönemindeki Rum ahalisi örgütlenmeğe başlamış, Helen ulusunun emperyal ideolojisi olan Megalo İdea düşüncesi doğrultusunda yeniden Ege topraklarında bir İonya devleti macerasına kalkışılmıştır. Rum askerlerinin bölgedeki Rum ahali ile kaynaşması ve onlarla bütünleşerek kısa zamanda bir İyonya devleti yapılanmasına yönelinmesi, Sevr Antlaşması sonrasında  Anadolu’nun batı bölgesinde ciddi bir hareketlenmeye yol açmıştır. Rum köyleri Yunan ordusu ile kaynaşmağa yöneldikçe, Osmanlı devletinin Ege bölgesindeki Türk ahalisi bu durumdan rahatsızlık duyarak Yunanlılara karşı isyana kalkışmıştır. Sevr sonrasında devlet teslim olduğu için bir devletsizlik ortamında  Yunanlılar hızla İyonya’yı kurma çabası içinde olmuşlardır. Türkler daha toparlanarak düzenli bir ordu kuramadıkları için sadece bölgesel direnişlerle bu emperyal oluşumu önlemeğe çalışmışlardır. Çerkez Ethem ve ona bağlı olan askeri birliklerin o dönemde büyük yararları olmuş ve İzmir’de başlayan Yunan işgalinin Ege’nin güney bölgelerine yayılmasını önlemiştir. Yunanlılar Egede bir Çerkez direnişini önleyebilmek için, Çerkezlere Kuzey batı Anadolu’da devlet kurmak için yardımcı olacaklarını  söyleyerek, Çerkez Ethem kuvvetlerini uzaklaştırmak istemişler ama bu oyunda başarılı olamamışlardır. Çerkez Ethem ve askerleri Müslüman oldukları için, yeni bir Haçlı emperyalizmine teslim olmayarak direnmiş ve savaşmışlardır. Böylece Roma ve Bizans İmparatorlukları öncesinde bu bölgede var olan İyonya devletinin yeniden kurulmasına izin verilmemiştir. Osmanlı sonrasında bir Yeni Bizans projesini devreye sokmak isteyen Haçlılar, Türk ulusunun büyük bir özveri ile zafere ulaştırdığı kurtuluş savaşı sayesinde geri püskürtülmüşlerdi.

         Osmanlı İmparatorluğu sonrasında gündeme getirilen İyonya devleti oluşumu, küreselleşme süreci içerisine girildikten sonra yirmi yıldır yeniden konuşulmağa başlanmıştır. Özellikle, batı Anadolu’da yaşamakta olan gayrimüslim vatandaşların ülkedeki İslami gelişmelerden rahatsız olarak , eskisi gibi bir Hıristiyan ya da gayrimüslim bir  siyasal yapılanma arayışını yeniden Ege bölgesinde gündeme getirmeğe çalıştıkları görülmektedir. Milattan önce onuncu yüzyılda başlamış olan İyonya macerasının bir üçüncü perdesini, yeniden tarih sahnesinde sunmak üzere bazı gayrimüslim unsurların batı ülkelerinin desteği ve önderliğinde girişimlerde bulundukları göze çarpmaktadır. Onların bu tür girişimleri küresel emperyalizmin global Balkanizasyon projesine uygun düştüğü için, dışarıdan yardım görmekte, batı emperyalizminin bütün kurumları ve tekelci şirketleri dünyaya yayılırken, Ege bölgesine de gelerek yerleşmektedirler. Osmanlı imparatorluğunun çöküş aşamasında Balkan bölgesindeki küçük halkların ayrı devletler oluşturarak bağımsızlıklarını elde etmesi, dünya siyaset sahnesine Balkanizasyon diye bir kavramı getirmiştir. Yeni dönemde küreselleşme rüzgarları Balkanizasyon sürecini Anadolu yarımadasına taşımakta ve her coğrafi bölgede ayrı bir küçük devletçik yaratabilme çabasını tırmandırmaktadır. Osmanlı devleti dağılırken birinci dönem Balkanizasyon sürecinde  Balkan yarımadasında küçük küçük devletçikler ortaya çıkmıştır . Aradan geçen bir asırlık  dönemden sonra, şimdi ikinci Balkanizasyon süreci Anadolu’da gerçekleştirilmeğe çalışılırken, Ege bölgesinde bir İyonya devleti arayışına kalkışıldığı görülmektedir. Tarihin ilk dönemlerinden gelen İyonya olgusunun yeniden canlandırılmak istenmesi, günümüz konjonktüründe emperyal güçlerin ve onların bu ülkedeki gayrimüslim işbirlikçilerinin işlerine gelmektedir. Orta çağ sonrasında Akdeniz ticareti gelişirken, Avrupa’dan gelen gayrimüslimlerin deniz kıyısındaki kentlere yerleşerek bir Lövanten yapılanma oluşturmaları, bu tarihsel maceranın günümüzde yeniden hortlatılmasına giden yolu açmıştır. Lövantenler ve onlara bağlı olarak batı Anadolu’da yaşamakta olan gayrimüslimlerin yeni dönemde bir İonya devleti arayışı içine girmeleri, Türkiye cumhuriyetinin  vatan topraklarının bütünlüğü açısından çok büyük bir  bölücü tehditi gündeme getirmektedir.

         İkibinli yılların başlarında Egeli işadamlarının, kamuoyuna kapalı olarak yaptıkları bir toplantıda, Avrupa Birliğinin Türkiye Cumhuriyetini içine almayacağı, bu nedenle Ege bölgesinin Türk devletinden koparak İyonya Cumhuriyeti adı ile Avrupa Birliği içinde yer alması açıkça teklif edilmiş ve tartışılmıştır. Avrupa’ya girebilmek için Türk devletinden kopmayı bile göze alabilecek derecede hırslı davranan bu Egeli iş adamlarının hukuken Türk vatandaşları olmalarına rağmen bir Türk gibi hareket etmedikleri anlaşılmaktadır. Kendi çıkarları ve kazançları için ülkelerinden kopmayı, devletlerini parçalamayı, Türk kimliğinin ötesinde bir gayrimüslim kimlik ile Avrupa ile bütünleşmeyi hayal eden bu oportünist işadamlarının öncülüğünde, Ege bölgesinde gündeme gelmiş olan yeni İyonya projesinin Yunanistan devleti ve Rum lobileri tarafından da destek gördüğü anlaşılmaktadır. Özellikle, Amerika ve Avrupa ülkelerinde zengin ticaret yapılanmaları içerisine girmiş olan  bu bölgenin eski Rum ahalisinin bugünkü torunlarının, dedelerinin yaşadığı bölge olan batı Anadolu’yu yeniden İyonya olarak görmeyi arzuladıkları anlaşılmaktadır. Batı Anadolu’yu yeniden İyonyalaştırma hedefi doğrultusunda dünyanın çeşitli ülkelerinden Ege bölgesine sermaye akışı hızlanmıştır. Yunan Kilisesinin vakfının denetimindeki bir banka, Türkiye’nin önde gelen bankalarından birisini satın alarak Ege bölgesinin ekonomisinde öne geçen bir ekonomik yapılanmayı ısrarlı bir biçimde tırmandırmaktadır. Ege ve Trakya köylüsüne yarı fiyatına kredi açan bu banka, daha sonra da borcunu ödemede zorlanan Türk köylüsünün elinden arsalarını alarak bölgenin yeniden Rum inisiyatifinin denetimine geçmesini bankanın ekonomik ağırlığı üzerinden sağlamaktadır. Yunan ticaret odaları ve şirketleri de Ege bölgesindeki ekonomik kuruluşlarla ortaklıklarını artırarak, İyonya yolunda önemli bir adım daha atmaktadırlar. Özellikler Yunan sermayesi ile kurulan ortak içki şirketlerinin fabrikaları hep Ege bölgesinin çeşitli ilçelerinde fabrika sahibi olmuşlardır. Yunanistan devleti, Rum lobileri ve Egenin gayrimüslim ahalisi ile kıyılarda yerleşmiş olan Lövanten burjuvazi öncelikle şunu bilmek zorundadır; Türk ulusal kurtuluş savaşı önce Ege bölgesinde başlamıştır. Bu kutsal mücadele zaman içerisinde yükselerek zafere ulaşmış ve Yunan ordularını Akdeniz'e dökmüştür. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk, Türk ordularına ilk hedef olarak Akdeniz’i öne sürmüştür. Dünya uygarlığının beşiği olan Akdeniz gibi merkezi bir denizden Türklerin kopmaması için, Atatürk Türk ordularına Akdeniz'i başlıca hedef olarak göstermiştir. Türk orduları Yunan ordusunu yendikten sonra askerleri kıyılara kadar kovalayarak Akdeniz ve Ege kıyılarına dökmüştür. Bu aşamadan sonra Ege bölgesi de Türkiye Cumhuriyetinin Misakı Milli sınırları içerisinde hak ettiği yeri almıştır. Tarihin akışı tıpkı ırmaklar gibi ileriye doğru olduğu için, tarihi gelişme çizgisini kimsenin geriye çevirme hakkı olamaz. Geçen yüzyılın başlarında bir büyük işgal ve kurtuluş savaşına sahne olan Ege bölgesinin, yeniden  yirmi asır öncesi gibi bir İyonya yapılanmasına dönmesi mümkün değildir. Ancak Megalo İdea gibi hayaller peşinde koşan Helen emperyalizminin duygusal yandaşları bu tür rüyalar görebilirler. Rüya görmek de yeni bir devlet oluşturabilmek için yeterli olamaz. Batı emperyalizminin güdümündeki küresel sermaye bütün dünyaya yayılırken, ulus devletleri ve üniter yapıları parçalamayı hedeflemekte ve bu doğrultuda, bir küresel Balkanizasyon sürecini dünyanın her köşesine taşımaktadır. Yeni Sevr haritaları da bu doğrultuda Türkiye’nin payına düşen planlardır. Doğu Anadolu’da Büyük Ermenistan ile beraber Kürdistan ve Pontus devletlerini oluşturmayı düşünen küresel emperyalizm, Türkiye’nin batısında da bir Trakya, İyonya, Anzak ve Bizans devletçikleri oluşturabilmenin arayışı içindedir. Egede ulusal kurtuluş savaşının ilk adımlarını atmış olan Türk milletinin, böylesine haçlı planlarına alet olması düşünülemez. Yunanlılar ve Rum lobilerinin, Türkiye’nin Ege bölgesinde yeni bir İyonya kurabilmenin arayışından önce giderek azalmakta olan nüfus yapılarını düzeltmeleri gerekmektedir. Hızla azalmakta olan nüfus yapıları nedeniyle Yunanlıların kendi ülkelerini ve Ege adalarını ellerinde tutabilmeleri gelecekte pek mümkün görünmemektedir. Bu durumda, Helen ulusunun yeni İyonya projesi iflas etmektedir ama benzeri bir projeyi Türkiye’de yaşamakta olan Yahudilerin ya da Sabatayların devreye sokmaları ihtimali de bulunmaktadır. Özellikle son zamanlarda ülkenin giderek İslamcı bir çizgiye kayması, Türk Yahudilerini çok rahatsız ettiği için, onlar da ülkenin batısına çekilerek bir yeni İyonya devletinin çatısı altında kendi kimliklerine uygun bir yaşam düzeninin arayışı içindedirler. Türkiye’yi bugün yönetenlerin ve yetkili makamların bu gibi oluşumları izleyerek gerekli önlemleri almaları ülke bütünlüğü açısından zorunlu görünmektedir. Türkiye Cumhuriyeti yaşadıkça, İyonya devleti kurulamaz, kurulursa o zaman da Türkiye Cumhuriyetinden söz edilemez. Kaynak: İYONYA DEVLETİ KURULAMAZ - Prof. Dr. Anıl Çeçen https://www.ngazete.com/iyonya-devleti-kurulamaz-1251yy.htm.

         ABD’ye başkan seçilen J. Biden’in seçim çalışmaları sırasında “Erdoğan’ı düşürme ve muhalefeti destekleme” konusundaki açıklamalarına da yukarıdaki bilgiler açısından bakmakta ve ona göre tavır almakta da büyük faydalar vardır.

         ABD, bölgede Yunan çıkarlarına hizmet ettiği gibi açık açık Türkiye'den toprak talebinde bulunan ve anayasasında ülkemizin doğusundaki toprakları Türkiye tarafından işgal edilmiş Ermeni toprağı olarak gösteren Ermenistan'a da destek vermektedir. ABD'nin hemen hemen bütün eyaletlerinde sözde "Ermeni Soykırım Tasarısı" kabul edilmiş durumdadır. Ayrıca AB parlamentosu ve Yunanistan başta olmak üzere Fransa, İtalya, Rusya, Kanada, Arjantin, Lübnan, Uruguay ve Vatikan parlamentoları da sözde Ermeni Soykırım Tasarıları'nı kabul etmişlerdir. Görüldüğü gibi Türkiye'ye ne ABD'nin ne de Yunanistan'ın ve AB üyesi ülkelerin dost ve müttefik olmaları mümkün değildir. Türkiye bütün bu gerçeklerden hareketle kendisini tek yanlı olarak bağımlı hale düşüren "Gümrük Birliği"nden derhal çekilmeli, AB'ye üyelik başvurusunu geri çekmeli ve bu ülkelerle karşılıklı hak ve menfaatlere dayanan ilişkilerini sürdürmeye devam etmelidir. Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki AB, Atatürk'ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." diyerek kurduğu Cumhuriyetin egemenlik haklarının "kayıtlı ve şartlı olarak " Batılılara devredilmesi demektir.

         Avrupalı 1856 yılının 30 Mart'ında imzaladığımız "Paris Antlaşması" ile de bizi Avrupalı saymış, bugünkü deyişimizle Avrupa Birliği'nin içine almıştı. Üstelik Paris Antlaşmasının 7. maddesi, bizi Avrupalı yapmakla kalmıyor; Osmanlı'nın toprak bütünlüğünü de garanti altına alıyordu. Fakat her şey laftaydı. İngiltere Lübnan'daki Dürzileri, Fransa Marunileri, Avusturya Bosna-Hersek'i, Yunanlılar Türkiye'deki ve Girit'teki Rumları, Rusya Müslümanların dışında herkesi Osmanlı'ya karşı kışkırtmakla meşguldü. Avrupa, Avrupalılaşmamızın her aşamasında Girit meselesini önümüze sürdü ve bize tek bir çözüm önerisi sundu: "verip kurtulmak" Batı bizden Girit'i istiyor, biz de "Hani toprak bütünlüğümüzü garanti etmiştiniz" diyorduk. Girit'te isyan Batılıların ve Yunanistan’ın desteği ile iyice büyümüştü. Türkiye daha fazla dayanamayıp 18 Nisan 1897'de Yunanistan'a savaş ilan edip, Yunan ordusunu perişan etti. Atina'yı almamıza ramak kalmışken Avrupalılar devreye girdiler. Daha fazla kan dökülmemesini rica ettiler. Biz de savaşa son verdik. Fakat asıl gariplik bir kaç ay sonra ortaya çıktı. Sanki savaş meydanlarında mağlup olan Yunan ordusu değil de Türk ordusuydu. Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya bir araya gelip Girit'e özerklik verdiler. Avrupalı olmak hayalinde ve peşinde olan İstanbul ise karara uymak zorunda kaldı. İstanbul"da yapılan "Girit bizim kanımız; feda olsun canımız..." mitingleri de bir netice vermemiş ve Girit elimizden uçup gitmişti. 6 Kasım 1908'de biz yine Avrupalı olmak sevdası uğruna, Avrupalının hoşuna gidecek yenilikler ile uğraşırken Girit meclisi Yunanistan'a ilhak kararı aldı. Böylece Girit, Toprak bütünlüğümüzü garanti altına alan ve bizi Avrupalı sayanlar yüzünden elimizden uçup gitti. Bu gün ise aynı oyun Kıbrıs üzerinde oynanmak istenmektedir (Günay, 2004, s. 172).

         Benzer gelişmeler Karadeniz üzerinde de yaşanmaktadır. ABD, Akdeniz’de olduğu gibi Karadeniz’de de hâkimiyet kurma peşindedir. Türkiye Karadeniz’in Rus gölü olmasına seyirci kalamayacağı gibi, Amerikan gölü olmasına da seyirci kalamaz. Türkiye’nin Karadeniz’de kıyısı olan Romanya, Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya, Ukrayna ile Karadeniz açısından hiçbir sorunu yoktur.  Bölgede Ukrayna ve Gürcistan ile olan ilişkilerimiz son derece başarılı olup, stratejik ortaklık konumundadır. Türkiye, Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakı ile Rusya ve Ukrayna arasındaki anlaşmazlık konusunda son derece olumlu ve dengeci bir politika takip etmekte, hem Rusya ile hem de Ukrayna ile iyi ilişkiler geliştirmektedir ve bu politikanın devamında Türkiye açısından çok önemli faydalar vardır.

         Türkiye’nin bölgede varlığını devam ettirmesi, gücünü hissettirmesi ve bölge barışına katkıda bulunması için her şeyden önce çok güçlü bir ekonomik ve askeri yapıya sahip olmasını gerekli kılmaktadır. Türkiye’nin her bakımdan güçlü bir devlet olmasının yanında bölgesel politikalar üzerinde bir devlet politikası oluşturması ve oluşturulacak olan bu devlet politikasına iktidar partileri ile muhalefet partilerinin birlikte sahiplenmesi gerekmektedir. Yani, hem iktidarın hem de muhalefetin milli olması ve Türk devletinin çıkarlarına birlikte sahip çıkması, Türkiye’nin dünyada ve bölgesinde gücünü ve ağırlığını hissettirmesi bakımından çok önemlidir.

KAYNAKLAR:

Yalçın, C. (2002). Sahip Olduğumuz Miras, Nesil Matbacılık

Günay, M.(2004). Devlet ve Hayat Felsefemiz Dünya Barışı, Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı. Geçit Yayınları.

Çeçen, A. (2020). İYONYA DEVLETİ KURULAMAZ - Prof. Dr. Anıl Çeçen https://www.ngazete.com/iyonya-devleti-kurulamaz-1251yy.htm.

Erdem, N.(2014). Yunan Kaynaklarına Göre 1922 Yılında Batı Anadolu’da Otonom Devlet Kurmaya Yönelik Faaliyetler. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/29 (2014-Güz/Autumn), ss.97-140.

Dr. Güneş Erütrük, 18.02.2003, Hürrüyet Gazetesi, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/barzani-ailesinin-yahudi-oldugu-ortaya-cikti-128488 )

13 Eylül 2017, Yeni Şafak). https://www.yenisafak.com/dunya/200-bin-yahudiyi-kiraka-bekliyor-2794086

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.