Bir müminde bulunması gereken en önemli özelliklerin başında hayâlı olmak gelir. Hayâ sözlük anlamı itibarıyla utanma duygusudur. Edep, ar namus manalarına da gelir. Hayâ Allah sevgisi ve korkusu ile günahtan kaçınmaktır. Bu anlamıyla takva ile doğrudan alâkalıdır. Takva ehli aynı zamanda hayâ ehlidir.
Halkımız utanma duygusundan mahrum insanlara “arsız” der. Bu tür insanlara toplum ar damarı çatlamış insan gözüyle bakar. Hayâ aslında Allah’tan utanmaktır. Yani Allah’tan utanarak Allah’ın hoş görmediği işleri yapmamaktır.
Hayâ kelimesi Arapçada hayat kelimesi ile aynı kökten türemiştir. Ruhun hayatı olan hayâ hadisi şeriflerde imandan bir şube olarak nitelenmiştir. Nasıl ki iman sahibini kötü amel işlemekten alıkoyarsa hayâda aynısını yapar ve insanı kötü amel işlemekten alıkoyar. Bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“İman dal olarak, meyve olarak yetmiş küsur şubedir. Bu meyvelerin/şubelerin en üstünü lâilâhe illallah sözüdür. Bu şube kısımlarının en aşağısı ise yolda insanlara eza cefa veren şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imandan bir kısım şubedir.”
Aslında imanla amel ayrı ayrı şeylerdir. Fakat dikkat edilirse sözlü bir amel olan lâilâhe illallah demek ve yoldan insanlara eza ve cefa veren bir şeyi kaldırmak bir sâlih amel olarak imandan bir şube sayılmıştır. Hayâ da imandan bir şube sayılmıştır. Çünkü hayâ sahibi olmak, lâilâhe illallah demek, yoldan insanlara zarar veren bir şeyi kaldırmak imanın gereklerindendir. İmanlı insan hayâlı insandır. İmanlı insan çirkin işlerden kaçınan ve sâlih ameller işleyen insandır.
İman ile hayâ arasında öyle bir ilişki vardır ki hayâsızlık insanı günaha götürür. Her günahın da insanı imansızlığa götüren bir yolu vardır. Hayâsızlık insanı küfre götüren günahların başında yer alır. Çünkü hayâsız bir insan işlediği küçük günahları hafif görmeye başlar, tövbe etmez ve böyle bir insan zamanla büyük günahları da işlemeye başlar işlediği günahları hafif görmek ise Allah korusun insanı imansızlığa götürür. Bu konuda Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
"Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte Kur'ân'da geçen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır." (İbni Mace, Zühd 29)
Evet, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır." sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. Şöyle ki, bir günahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük günahlar işlemeye sürükler. Hatta günah işlemenin uhrevi bir cezasının olmadığına, cehennemin bile olmaması gerektiğine inanmaya başlar.
Bunların durumuna yüce kitabımızda şöyle dikkat çekilir: “Hayır! (Öyle değildir.) Doğrusu kazandıkları (kötü) şeyler, onların kalplerinin üzerinde pas bağlamıştır.” (Mutaffifin/14)