Sözlükte tasdik etmek anlamına gelen "îman", Allah'ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed'in peygamberliğine ve Kur'ân'ın hak kitap olduğuna ve Kur'ânda ve mütevatir sünnette haber verilen hususların doğru olduğuna kesin olarak inanmak, bunları tasdik etmek demektir.
Îman, kalbin amelidir. Çünkü imanın yeri kalptır. Kur’an-ı Kerimde imanın kalbe ait bir sâlih amel olduğu, Nuh (a.s.)’ın oğlunun Allah’ı inkâr ve isyan etmesini “sâlih olmayan bir amel” işlediği ifade edilerek bildirilmiştir:
"Gale ya Nuhu innehu leyse min ehlike, innehu amelun ğayru salihin…”
“(Allah) ey Nuh! O (gemiye binmeyen) oğlun senin ailenden değildir. O’nun yaptığı salih olmayan bir ameldir…”(Hud, 11/ 46).
Salih amel, Kuran’da iman anlamında, küfür kelimesinin zıddı olarak kullanılmaktadır:
“Men kefera fealeyhi kufruhu, ve men amile salihan fe li enfusihim yemhedûn.”
“Her kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Ve kim de sâlih amel işlerse, kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar” (Rum 30/ 44).
Ayrıca Kehf suresinin 110. ayetinde Allah’a şirk koşmadan iman etmek, sâlih bir amel olarak ifade edilmektedir. “De ki ben sırf sizin gibi bir beşerim ancak bana şöyle vahyolunuyor: İlâhınız ancak bir tek İlâhdır, onun için her kim Râbbının rızasını arzu ederse sâlih bir amel işlesin ve Rabbının ıbâdetine hiç bir şirk karıştırmasın” (Elmalılı, Kehf/ 110)
Kur’an’da iman ile sâlih ameller arasında o kadar kuvvetli bir bağ kurulmuştur ki, imanın zikredildiği her yerde peşinden hemen “illellezîne âmenû ve amilussâlihat” (Asr 103/ 3) âyetinde olduğu gibi sâlih amel gelmektedir. (Bakara 2/ 277; Yunus 10/ 9 vb âyetler)
İman-amel ilişkisi konusunda itikadî mezhepler farklı kanaatlere sahip olmuşlardır. Ehl-i sünnet bilginlerine göre amel, imandan bir cüz sayılmamıştır. Ancak iman soyut bir inançtan ibaret de kabul edilmemiştir. Ehl-i sünnet bilgilerine göre amel, imanın aslı için şart değilse de kemali için bir şart olarak görülmüş, amelsiz imanın, zayıflayacağı belki de yok olabileceği ifade edilmiş ve imanın sâlih amellerle beslenmesinin gereği vurgulanmıştır.
Ehl-i sünnet âlimlerince, iman esaslarını kalpten benimsemiş fakat tembellik, gaflet gibi çeşitli sebeplerle Yüce Allah’ın buyruklarını yerine getirmeyen veya yasaklarını istemeyerek çiğneyen kimse, işlediği günahı helal saymadığı müddetçe mümin sayılmış ve İslam dairesinin dışında görülmemiştir.
Haricî ve Mutezile mezhepleri, ameli imandan cüz saymışlar ve ameli olmayan kimsenin mümin olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Ancak bu görüş isabetli değildir. Kur'an-ı Kerîm'de;
İnnellezîne êmenû ve amilussâlihâti
"İman edenler ve salih amel işleyenler..." diye başlayan pek çok ayetin (Bakara 2/ 277; Yunus 10/ 9; Hüd 11/ 23.) yanı sıra Tahrim Suresi 8. ayette açıkça görüleceği üzere Yüce Allah, “Yâ eyyühellezîne êmenû tûbû ilallâhi tevbeten nasûhâ” “Ey Müminler Allha’a nasuh tevbesi ile tövbe edin” buyurarak günahkâr müminlere “iman edenler” diye hitap etmektedir. Bu, amelin imandan bir cüz olmadığını ifade eder.
Kur’an-ı Kerim’de iman edenler ile sâlih amel işleyenler ayrı ayrı zikredilmektedir. Eğer iman ile amel aynı şey veya amel imanın bir parçası olsaydı, iman ile amel ayrı ayrı zikredilmezdi.
Muharrem Günay SIDDIKOĞLU