Yüce kitabımızdan öğrendiğimize göre milletler, Allah’ın varlığını, birliğini ve gücünü gösteren ayetlerdendir.
Kur'an-ı kerimde Allah'ın varlığını, birliğini, gücünü ve kudretini gösteren belgelere ayet denilir. Âyet kavramını iki bölümde ele almak gerekir. Aslında âyet ilahi mesaj/ İlahi mesajın bölümleridir. Bu anlamda Kur'an'daki sureleri meydana getiren ve duraklarla birbirinden ayrılan bölümlere ayet denir. Bunlar Tenzili/indirilmiş ayetlerdir. Birde Tekvini ayetler vardır ki ay, yıldız, güneş, uzay, dünya, canlı ve cansız varlıkların hepsi Allah'ın varlığını, birliğini, gücünü kudretini gösteren ayetler/delillerdir. Aslında ayet kavramını da bu şekilde açıklamak gerekir. Âyet Yüce Allah'ın varlığını, birliğini, gücünü, kudretini gösteren delillere denir. Nitekim Rum suresi 22. ayette insanların milletler/şubeler halinde yaratılması, renklerinin ve dillerinin ayrı ayrı yaratılmış olması Allah'ın varlığını, birliğini, gücünü, kudretini gösteren ayetler/deliller olarak takdim edilir. Kur'an-ı kerim ilahi kitaplardan ve kitabı ekber denen Kâinat kitabından söz ederken bir de en büyük kitap olarak insandan söz eder.
İnsan muazzam bir kitaptır. Maddesi, ruhu, cesedi ile muazzam bir kitaptır. Küçük bir evrendir, kâinatın nümunesidir. Çünkü ilâhi mesajların muhatabı insandır. İnsan en büyük kitaptır çünkü insan Halifetullah/Alllah'ın Halifesi olarak yaratılmıştır.
Mukri (okuyucu) Kur'anı bilerek okuyorsa (Tanrının) diğer kitabını niçin kabul etmiyor? Kur'an okuyan birine anlattım ki: Kur'an, de ki; Tanrı'nın sözleri için deniz mürekkep olsa, bir misli de ona ilave edilse sözler bitmeden deniz tükenirdi (Kur'an, Kehf suresi, Âyet.109) buyuruyor. Kur'an elli dirhem mürekkeple yazılabilir. Bu Tanrının ilminden bir işaret bir parçadır ve O'nun bütün bilgisi bundan ibaret değildir. Bir attar bir kağıt parçasına ilaç sarsa, sen: "Bütün dükkan bunun içinde" der misin? Bu aptallık olur. Nihayet Musa, İsa ve daha başkaları zamanında da Kur'an vardı; Hak kelamı mevcuttu. Fakat Arapça değildi.( FİHİ MAFİH, sayfa 128-129) Buradaki Tanrı'nın diğer kitabından kasdın, 'En büyük Kitap-Kitabı Ekber'dir.. Ayrıca diğer peygamberlere gönderilen kitaplar da bu mesajın içine girer. Önemli olan Allah'ın varlığının, birliğinin ve gücünün delilleri-âyetleri olan kâinatı okumak ve insanı-kendimizi tanımaktır. (FİHİMAFİH sayfa 129, İst 1985, Milli Eğtim Basım Evi, çeviren Meliha Ülker TARIKÂHYA)
Yusuf suresinde de iman etmek isteyenler için göklerde ve yerde nice ayetler-deliller olduğuna dikkat çekilir:
"Göklerde ve yerde (iman etmek için) nice âyet (delil) vardır ki onlar, (ibretle bakmayıp) ondan yüz çevirerek üstünden geçerler." (Yusuf 12/105) Yani bakarlar fakat görmezler, kainatı, kitabı ekberi, Allah'ın varlığını birliğini gösteren delilleri okuyup, anlayamazlar..Gördükleri halde kördürler, işittikleri halde sağırdırlar.. Nitekim gerçekleri göremeyip, anlayamayanlara Kur'an sağır ve kör diye hitap eder.
Allah’ın varlığını, birliğini, gücünü ve kudretini göstermek için yarattığı milletleri görmezden gelmek, millet ve milliyetçilik yoktur demek Allah’ın ayetlerini inkâr etmek demek olur. Tarih boyunca milletler var olmuş, milletlerin var olması ile birlikte elbette milletin olduğu her yerde milliyetçilikte var olmuştur.
İslam dünyasında ve Türkiye’de milliyetçilik ve ırkçılık bir birine karıştırılmış özellikle İslam milletlerinin milliyetçilik duygusuna sarılarak gelişmelerini ve kalkınmalarını istemeyen şer güçlerin gayretleri ile milliyetçilikle ırkçılığın eşdeğer hareketler olarak görmesi için yoğun propaganda faaliyetleri yürütülmüş ve İslam milletleri kandırılmıştır. Hâlbuki milliyetçilik ve ırkçılık iyi ile kötü, güzel ile çirkin, ateş ile su gibi bir birine zıt kavramlardır. Milliyetçilik birliği, bütünlüğü, kardeşliği, dayanışma ve yardımlaşmayı savunurken, ırkçılık ayrışmayı, düşmanlığı, kin ve nefreti savunur.
Türk milliyetçileri tarihin hiçbir döneminde ırkçı olmamış ve ırkçılığa şiddetle karşı çıkmışlardır. Merhum liderimiz Alparslan Türkeş’in ömrü ırkçılığa, bölgeciliğe ve bölücülüğe karşı mücadele etmekle geçmiştir. O’na göre:
“Türkçülük, milliyetçilik anlayışımız; manevi şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak ben Türk’üm diyen herkes Türk’tür. Türkçülük ve Türk’ün tayininde, sapık ölçülere özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuar ırkçılığına inanmıyoruz. Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye koyan antropolojik ırkçılık Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız, maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş bir milliyetçiliktir. Nazist Hitler ırkçılığının komünist ırkçılının, her türlü antidemokratik, insan sevgisine dayanmayan emperyalist ırkçılığın karşısındayız. (9 Işık, sayfa 59)
Türkçülüğün Esasları’nın yazarı Ziya Gökalp, milleti ırkî bir kavram olarak görmez ve milletin tanımını yaparken şöyle der:
“… Memleketimizde vaktiyle dedeleri Arnavutluk’tan yahut Arabistan’dan gelmiş milletdaşlarımız vardır. Bunlar Türk terbiyesiyle büyümüş ve Türk mefkûresine çalışmayı itiyat etmiş görürsek sair miletdaşlarımızdan hiç tefrik etmemeliyiz. Yalnız saadet zamanında değil, felâket zamanında da bizden ayrılmayanları nasıl milliyetimizden hariç telâkki edebiliriz. Hususiyle, bunlar arasında milletimize karşı büyük fedakârlıklar yapmış, Türklüğe büyük hizmetler ifa etmiş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakâr insanlara ‘siz Türk değilsiniz’ diyebiliriz. Filhakika, atlarda şecere aramak lâzımdır, çünkü bütün meziyetleri sevk-i tabiîye müstenit ve irsî olan hayvanlarda da ırkın büyük bir ehemmiyeti vardır. İnsanlarda ırkın içtimaî hasletlere hiçbir tesiri olmadığı için, şecere aramak doğru değildir. Bunun aksini meslek ittihaz edersek, memleketimizdeki münevverlerin ve mücahitlerin birçoğunu feda etmek iktiza edecektir. Bu hal câiz olmadığından ‘Türküm’ diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğü hıyaneti görülenler varsa, cezalandırmaktan başka çare yoktur” (Gökalp, Türkçülüğün Esasları,18-19).
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti Allah’ın ordusu, İslamın askerleri ve bu ümmetin son kalesidir. Türk devleti ve Türk milleti güçlü olursa İslam dünyası da güçlü olacaktır. Müslümanlar İslam düşmanlarına kanmadan hile ve tuzaklarına düşmeden Müslümanlık ve kardeşlik duyguları içerisinde milliyetçilik ilkesine sarılarak çok çalışacak ve birbiri ile yakın ve kardeşâne ilişkiler içerisine girecek ve ehli küfre karşı tek bir millet gibi hareket edeceklerdir.