Türk milleti için Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinin sembolü olan Kızılelma çok eski Türk dini inançlarına ve Türk töresine dayanır. Türkler ulaşacakları hedefe ve zafere, ulaşmadan önce Kızılelma adını vermişlerdir. Hunlardan beri bütün Türklerde mevcut olan Türk Cihan Hâkimiyeti mefkûresinin hedefi, Türk töresi ile dünyaya nizam vermek ve dünya barışını tesis etmekti.
Türk milletinin İslâmiyet'ten önceki dönemde Allah tarafından kut (bağış ve nasip) vermesiyle tahta oturan Türk hükümdarları Yüce Allah’a karşı sorumlu olma, cihanın idaresi ile görevlendirilme bilinci ile hareket ediyorlar ve kendilerini “Dünya Hakanı”, devletlerini de “Dünya Devleti” olarak görüyorlardı. Bu ve buna benzer çeşitli inançlar, Türklerin İslâmiyet'i kabul etmelerinden sonra da devam etmiştir. Kendilerini Allah tarafından dünya nizamını sağlamak için gönderildiklerine inanmışlardır. Zira Türk insanının mücadeleci ruhu ve Cihan Hâkimiyeti Ülküsü İslâmî inanışa da uygundu. İslâmiyet'ten önce kahramanlara verilen alp’lık unvanı, İslâmiyet'ten sonraki dönemlerde alp-eren şeklini alıyor, böyle hayat buluyordu.
Kızıl Elma, Türklerin yaşadıkları bölgeye göre çeşitli yönlerde ulaşılması gereken bazen bir ülke, bazen de o ülkedeki taht veya mabet üzerinde parıldayan ve cihan hakimiyetini temsil eden som altından yapılmış kızıl renkli altın bir yuvarlak veya top olarak hayal edilmektedir. Bu altıntop bazen zaferin işareti, bazen hâkimiyetin sembolü, bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü olarak ifade olunmuştur.
Yenisey Yazıtlarına göre, Barlık suyu boyunca oturan Oğuzları, buradan hep
batıya doğru yürüten güç Kızılelma olmuştur. Bu bakımdan Kızılelma çok güçlü bir fetih idealinin sembolü olmuştur. Örneğin, Ergenekon Destanı’nda Kızılelma, Ergenekon’dan çıkma ve eski yurda yeniden sahip olma idealidir. Ulaşılması gereken, ülkeleri ele geçirmek için fetihleri amaç hâline getiren bir semboldür.
Türkler hangi yöne giderlerse gitsinler ulaşacakları zafere, ulaşmadan önce Kızılelma adını vermişlerdir. Hazar Denizi’nin doğusundan gelen Oğuzlar, Hazar
kağanının çadırının üzerinde bulunan ve hâkimiyetin sembolü olan altıntopu ele geçirmeyi amaç edinmişlerdir. Kızılelma ideali buradan İran’daki Türklere, onlardan da Osmanlılara geçmiştir. Osmanlıların fethetmek istedikleri yerlerde bir Kızılelma’nın varlığına inandıkları ve bunu ele geçirmek için çabaladıkları görülmektedir.
Büyük bir gurura kapılan ve kendisini Hz. Süleyman Peygamberden dahi güçlü hisseden Justinyanus Ayasofya’nın önüne bir heykelini diktirir. Ayasofya’nın önünde bulunan Justinyanus heykelinin bir eline kızıl bir küre yerleştirirler. Justinyanus güya dünyayı elinde tutmaktadır. Bizans’ın devamı için bir uğur sayılan bu küre Türkler tarafından sahip olunması gereken bir hedef yani Kızılelma olarak sembolleştirilmiştir
Kızılelma’yı ele geçirmek Osmanlılardan önce de var olan ancak Osmanlılarla olgunlaşan bir ülküdür. Kızılelma’nın bir kavram olarak, gittikçe arzulanan bir emel, ülkü ve somut hedef hâline gelişi daha çok Osmanlılarda kendini göstermiştir. Türk’ün ortak bilinçaltında efsanevî bir şekilde yaşayan bu ülkünün Osmanlılar zamanında yazılı kaynaklara da geçtiği görülmektedir. Bu düşünce halk ve askerler arasında Kızılelma adı ve efsanesiyle ile yayılmış, İstanbul’a sahip olmanın sembolü olmuştur.
İstanbul, Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren, bütün Türk Sultanlarının bir milli ülküsü Kızılelması olmuştur. Osman Gazi, devletin kurucusu olarak, oğlu Orhan Gazi’ye:
“Osman Ertuğrul oğlusun, Oğuz Karahan neslisin, Hakk’ın bir kemter kulusun, İstanbul’u aç, gülizâr yap” (Z.Kitapçı, Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler 2. cilt, s.137) diyerek İstanbul’un fethini hedef göstermiştir.
İstanbul’u ele geçirmek bizim hem milli bir ülkümüz hem de dîni bir ülkümüzdür. Çünkü Allah’ın sevgili Rasûlü Hz. Muhammed (s.) de İstanbul’un fethini müjdelemiş ve “İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden emir-sultan ne güzel emirdir-sultandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir.” buyurmuşlardır.
Evliya Çelebi, Hz. Muhammed'in doğumunda ateşgedelerin binlerce yıldır hiç sönmeyen ateşinin sönmesi ve Kisra’nın sarayının yıkılması gibi harikulâde hadiseleri anlatırken Ayasofya kubbesiyle birlikte İstanbul Kızılelması’nın düştüğünü anlatmaktadır
Büyük Türk padişahı Fatih Sevgili Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş ve İstanbul’u 52 günlük bir kuşatmadan sonra fethetmiştir.
İstanbul’un Türklerin eline geçmesinden sonra, artık Türk’ün yeni Kızılelma’sı Roma’dar; Roma’daki St. Pierre Kilisesi’nin kubbesidir. Kızılelma Katolik dünyasının merkezine taşınmıştır. İstanbul Kızılelması’nı ele geçiren Fatih’in yeni hedefi, Türk’ün yeni Kızılelma’sı Roma’dır. Fatih Sultan Mehmed Han Otranto Seferi’ni bu amaca ulaşmak için düzenlemiştir.
Gedik Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı donanması Otranto’ya çıkar. Batı dünyası da bu fethi o kadar kabullenmiştir ki, İtalyan şehirlerinde Sultan Fatih’in resmini taşıyan paralar, altın madalyonlar basılır; Fatih’i karşılamak üzere tören hazırlıklarına girilir. Yahya Kemal, Ahmed Paşa’ya Gazeli’nde şöyle söyler:
Çıktı Otranto’ya pür-velvele Ahmed Paşa
Tuğlar varsa gerektir Kızılelma’ya kadar…
Fakat, tuğlar Kızılelma’ya varamamış, Sultan Fatih’in ölümü, bu hamleyi yarım bırakmıştır.
Askerlerini sefere götüren Kânûni “ Kızılelma’da buluşuruz.” Der. Yeniçeriler de “Kızılelmaya dek varırız; Kızılelmaya hey! Kızılelmaya hey!” Diye nâra atarlardı.
Kanunî Sultan Süleyman Han Dönemi’nde Beç (Viyana) Kızılelma’sı canlanmış ve Yeniçeriler arasında, bir Ocak geleneği oluşturacak kadar güncel bir ülkü olarak yaşatılmıştır. “Testiye kurşun atar, keçeye kılıç çalar, Kızılelma’ya dek gideriz” deyişi Yeniçeri gülbangına kadar girmiştir.
Topkapı sarayında bulunan Osmanlı Padişahlar albüminde Çelebi Sultan Mehmed’den 3. Sultan Murad’a kadar sekiz padişahtan yedisinin eline birer Kızılelma resmedilmiştir.
Kızılelma Roma’dır, Viyana’dır. Nereyi fethettiysek bir sonraki yer ve hedeftir. Kızılelma Allah’ın adının duyurulacağı mekân, İslam’ın tebliğ edileceği zemindir. Kızılelma âbâd ve imar edilecek toprak, tüm cihandır.
Kızılelma Türk Birliği ve Turan olarak ta algılanmıştır. Bu düşünceyi Ziya Gökalp şöyle açıklar:
Z. Gökalp'e göre Türkçülüğün üç büyük mefkûresi (ülküsü) olmalıdır: "Bunların hakikate en uygun olanı Türkiyeciliktir. İkinci mefkûre Oğuzculuk veya Türkmenciliktir. Çünkü kültür bakımından birleşmesi en kolay olan Türkler, Oğuz Türkleri yani Türkmenlerdir. Nihayet üçüncü bir mefkûre daha vardır ki, bu da istikbalde diğer Türklerin Oğuzlarla bütünleşeceği Kızılelma’dır. Bu, bir hayal dahi olsa Türkçülük için kuvvet membaıdır. O Turan ki mazide bir hakikatti. Oğuz Han’lar, Mete'ler, Göktürk hakanları bir zamanlar bütün Türkleri birleştirmemişler miydi?
Kızılelma biz Türklerin milli olduğu kadar aynı zamanda da dîni bir ülküsüdür; İlâyı Kelimetullah, yani Allah’ın adını yüceltmek ve dünyaya hâkim kılmak ülküsüdür.
Sevgili Peygamberimiz Medine’yi farklı din ve ırkların barış içerisinde yaşadığı bir barış yurdu “Darüsselam haline getirmiş, Yesrib’i Medine-i Münevvere’ye medeniler, aydınlar, münevverler şehrine dönüştürmüştü. Abbasilerin başkenti (Bağdat) bu hayal ile kurulmuş, Selahaddin Eyyubi, Hz. Süleyman’ın mirasını kurtarmak için Dâru’s-Selâm’a (Yeruşalim/Kudüs’e) sahip çıkmıştır. Selçuklu Türkiyesine “Şefkat Diyârı” adı verilmiş; Osmanlı’ların başkentine mutluluk, barış, esenlik yurdu manasına gelen Dâru’s Saadet/Dersaadet denmiştir. Türkiye Cumhuriyeti “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi üzerine inşa edilmiştir. Bütün bunlar, kan ve göz yaşının akmadığı bir dünyayı kurmanın, dünya barışının binlerce yıldır Türk milletinin Kızılelma’sı olduğunu göstermektedir.