Türk milleti için Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinin sembolü olan Kızılelma çok eski Türk dini inançlarına ve Türk töresine dayanır. Türkler ulaşacakları hedefe ve zafere, ulaşmadan önce Kızılelma adını vermişlerdir. Hunlardan beri bütün Türklerde mevcut olan Türk Cihan Hâkimiyeti mefkûresinin hedefi, Türk töresi ile dünyaya nizam vermek ve dünya barışını tesis etmekti. Türklerin Müslüman oluşlarıyla birlikte bu düşünce “Allah’ın dini ile âleme nizam verme ve barış getirme” düşüncesine dönüşmüştür.
Türk milletinin İslâmiyet'ten önceki dönemde Allah tarafından kut (bağış ve nasip) vermesiyle tahta oturan Türk hükümdarları Yüce Allah’a karşı sorumlu olma, cihanın idaresi ile görevlendirilme bilinci ile hareket ediyorlar ve kendilerini “Dünya Hakanı”, devletlerini de “Dünya Devleti” olarak görüyorlardı.
Muvahhid-Hanif karakterli eski Türk dîni inançlarına göre mademki gökte bir Tanrı ve yerde ve gökte tıkır tıkır işleyen bir düzen varsa, yeryüzünde de bir hakan olmalı ve dünyada da düzen tıpkı gökteki gibi tıkır tıkır işlemeliydi. Eski Türkler bu inançla Yüce Allah tarafından dünya nizamını sağlamakla görevlendirildiklerine inanmış ve bütün dünyayı kendi yurtları ve himayelerine verilmiş bir yer olarak görmüşler ve düşünce sayesinde ve dünyanın çeşitli yön ve yerlerine akmışlar, büyük devletler ve medeniyetler kurmuşlardır. Bu düşünceyi Oğuz nâme’de, “Gök yüzü çadırımız; güneş bayrağımız” ve Gök Türk kitabelerinde “Üstte gök aşağıda yağız yer yaratıldığında ikisi arasında kişioğlu/insanoğlu yaratılmış ve insan oğlu üzerine atalarım Bumin Kağan ve İstemi Kağan tahta oturtulmuş.” sözlerinde görmekteyiz.
Kaşkarlı Mahmut ise Divan-i Lügat-it-Türk adlı eserinde : “Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzünde ilbay (idareci) kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı, dünya milletlerinin idare yularını onların eline verdi; onları herkese üstün eyledi, kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi" der. (Divan-ü lügat-it Türk Tercümesi cilt: 1, sayfa:3)
Kaşgarlı Mahmut adı geçen eserde, "Bu Allah'ın Türk milletine bütün insanlara karşı lutfettiği bir fazilettir. Çünkü Allah onlara ad vermeyi, kendi üzerine almıştır. Onları; yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz, suyu en güzel ülkelerinde yerleştirmiştir. Onlara "kendi ordum" demiştir. Bundan başka Türklerde beden güzelliği, edâ, büyüklere saygı, sözünde durma, sadelik, kahramanlık, mertlik gibi övülmeye değer sayısız faziletler vardır" der. (a.g.e. 292)
Ayrıca din adamları, kamlar, ermiş ve evliyalar tarafından çeşitli rüyalar ve bu rüyaların yorumları ile de Allah’nın Türklere ulu devletler bağışladığı ve dünyanın idaresini verdiği müjdelenmiştir.
İslâm öncesi devirlerde, Türk cihan hâkimiyeti ülküsü’nün hedefi; “Güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar bütün dünyayı ve insanları Türk töresinin himayesine almak ve Türk töresi ile dünyaya nizam vermek ve dünya barışını tesis etmekti.” Milli olduğu kadar insâni özellikler taşıyan bu ülkü, Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte, “Nizâm-ı âlem ülküsü” şekline dönüşmüştü. Nizâm-ı âlem’in hedefi de; “Allah’ın dini ile âleme nizam vermekti.” Bu yolda yapılan bütün işlerin ve savaşların gerçek amacı; “Allah’ın rızasını kazanmaktı.” Bu düşünce İslâmi devirlerle birlikte iyice olgunlaşmış ve “İ’lâ-yı Kelimetullah Ülküsü (Allah’ın adını yüceltmek ülküsü) adını almıştır.
Kızılelma, Türklerin yaşadıkları bölgeye göre çeşitli yönlerde ulaşılması gereken bazen bir ülke, bazen de o ülkedeki taht veya mabet üzerinde parıldayan ve cihan hâkimiyetini temsil eden som altından yapılmış kızıl renkli altın bir yuvarlak veya top olarak hayal edilmektedir. Bu altıntop bazen zaferin işareti, bazen hâkimiyetin sembolü, bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü olarak ifade olunmuştur.
Yenisey Yazıtları’na göre, Barlık suyu boyunca oturan Oğuzları, buradan hep
batıya doğru yürüten güç Kızıl Elma olmuştur. Bu bakımdan Kızılelma çok güçlü bir fetih idealinin sembolü olmuştur. Örneğin, Ergenekon Destanı’nda Kızılelma, Ergenekon’dan çıkma ve eski yurda yeniden sahip olma idealidir. Ulaşılması gereken, ülkeleri ele geçirmek için fetihleri amaç hâline getiren bir semboldür.
Türkler hangi yöne giderlerse gitsinler ulaşacakları zafere, ulaşmadan önce Kızılelma adını vermişlerdir. Hazar Denizi’nin doğusundan gelen Oğuzlar, Hazar kağanının çadırının üzerinde bulunan ve hâkimiyetin sembolü olan altıntopu ele geçirmeyi amaç edinmişlerdir. Kızılelma ideali buradan İran’daki Türklere, onlardan da Osmanlılara geçmiştir. Osmanlıların fethetmek istedikleri yerlerde bir Kızılelma’nın varlığına inandıkları ve bunu ele geçirmek için çabaladıkları görülmektedir.
Büyük bir gurura kapılan ve kendisini Hz. Süleyman Peygamberden dahi güçlü hisseden Justinyanus Ayasofya’nın önüne bir heykelini diktirir. Ayasofya’nın önünde bulunan Justinyanus heykelinin bir eline kızıl bir küre yerleştirirler. Justinyanus güya dünyayı elinde tutmaktadır. Bizans’ın devamı için bir uğur sayılan bu küre Türkler tarafından sahip olunması gereken bir hedef yani Kızılelma olarak sembolleştirilmiştir
Kızılelma’yı ele geçirmek Osmanlılardan önce de var olan ancak Osmanlılarla olgunlaşan bir ülküdür. Kızılelma’nın bir kavram olarak, gittikçe arzulanan bir emel, ülkü ve somut hedef hâline gelişi daha çok Osmanlılarda kendini göstermiştir. Türk’ün ortak bilinçaltında efsanevî bir şekilde yaşayan bu ülkünün Osmanlılar zamanında yazılı kaynaklara da geçtiği görülmektedir. Bu düşünce halk ve askerler arasında Kızılelma adı ve efsanesiyle ile yayılmış, İstanbul’a sahip olmanın sembolü olmuştur.
İstanbul, Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren, bütün Türk Sultanlarının bir milli ülküsü “Kızılelması” olmuştur. Osman Gazi, devletin kurucusu olarak, oğlu Orhan Gazi’ye:
“Osman Ertuğrul oğlusun, Oğuz Karahan neslisin, Hakk’ın bir kemter kulusun, İstanbul’u aç, gülizâr yap” (Z.Kitapçı, Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler 2. cilt, s.137) diyerek İstanbul’un fethini hedef göstermiştir.
İstanbul’u ele geçirmek bizim hem milli bir ülkümüz hem de dîni bir ülkümüzdür. Çünkü Allah’ın sevgili Rasûlü Hz. Muhammed (s.) de İstanbul’un fethini müjdelemiş ve “İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden emir-sultan ne güzel emirdir-sultandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir.” buyurmuşlardır.
Evliya Çelebi, Hz. Muhammed'in doğumunda ateşgedelerin binlerce yıldır hiç sönmeyen ateşinin sönmesi ve Kisra’nın sarayının yıkılması gibi harikulâde hadiseleri anlatırken Ayasofya kubbesiyle birlikte İstanbul Kızılelması’nın düştüğünü anlatmaktadır
Büyük Türk padişahı Fatih, Sevgili Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş ve İstanbul’u 52 günlük bir kuşatmadan sonra fethetmiştir.
İstanbul’un Türklerin eline geçmesinden sonra, artık Türk’ün yeni Kızılelma’sı Roma’dır; Roma’daki St. Pierre Kilisesi’nin kubbesidir. Kızılelma Katolik dünyasının merkezine taşınmıştır. İstanbul Kızılelması’nı ele geçiren Fatih’in yeni hedefi, Türk’ün yeni Kızılelma’sı Roma’dır. Fatih Sultan Mehmed Han Otranto Seferi’ni bu amaca ulaşmak için düzenlemiştir.
Gedik Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı donanması Otranto’ya çıkar. Batı dünyası da bu fethi o kadar kabullenmiştir ki, İtalyan şehirlerinde Sultan Fatih’in resmini taşıyan paralar, altın madalyonlar basılır; Fatih’i karşılamak üzere tören hazırlıklarına girilir. Yahya Kemal, Ahmed Paşa’ya Gazeli’nde şöyle söyler:
Çıktı Otranto’ya pür-velvele Ahmed Paşa
Tuğlar varsa gerektir Kızılelma’ya kadar…
Fakat, tuğlar Kızılelma’ya varamamış, Sultan Fatih’in ölümü, bu hamleyi yarım bırakmıştır.
Askerlerini sefere götüren Kânûni “ Kızılelmada buluşuruz.” Der. Yeniçeriler de “Kızılelmaya dek varırız; Kızılelmaya hey! Kızılelmaya hey!” Diye nâra atarlardı.
Kanunî Sultan Süleyman Han Dönemi’nde Beç (Viyana) Kızılelması canlanmış ve Yeniçeriler arasında, bir Ocak geleneği oluşturacak kadar güncel bir ülkü olarak yaşatılmıştır. “Testiye kurşun atar, keçeye kılıç çalar, Kızılelma’ya dek gideriz” deyişi Yeniçeri gülbangına kadar girmiştir.
Topkapı sarayında bulunan Osmanlı Padişahlar albüminde Çelebi Sultan Mehmed’den 3. Sultan Murad’a kadar sekiz padişahtan yedisinin eline birer Kızılelma resmedilmiştir.
Kızılelma Roma’dır, Viyana’dır. Nereyi fethettiysek bir sonraki yer ve hedeftir. Kızılelma Allah’ın adının duyurulacağı mekân, İslam’ın tebliğ edileceği zemindir. Kızılelma âbâd ve imar edilecek toprak, tüm cihandır.
Kızılelma Türk Birliği ve Turan olarak ta algılanmıştır. Ziya Gökalp'e göre: “Türkçülüğün üç büyük mefkûresi (ülküsü) olmalıdır: "Bunların hakikate en uygun olanı Türkiyeciliktir. İkinci mefkûre Oğuzculuk veya Türkmenciliktir. Çünkü kültür bakımından birleşmesi en kolay olan Türkler, Oğuz Türkleri yani Türkmenlerdir. Nihayet üçüncü bir mefkûre daha vardır ki, bu da istikbalde diğer Türklerin Oğuzlarla bütünleşeceği Kızılelma’dır. Bu, bir hayal dahi olsa Türkçülük için kuvvet membaıdır. O Turan ki mazide bir hakikatti. Oğuz Han’lar, Mete'ler, Göktürk hakanları bir zamanlar bütün Türkleri birleştirmemişler miydi?“ Nitekim Ziya GÖKALP “Kızılelma” adlı uzun bir şiiri bu amaçla yazmıştır.
Türk Birliği ve Turan düşüncesi bu gün Türk Dünyasının gençleri ve aydınları arasında hızla yayılmaktadır. Bu düşüncenin aynı soydan geldiğimiz Macarlar arasında yayılması ve Macaristan’da “Turan Kurultayları” düzenlenmesi ve bu kurultayın Macaristan devletince resmen destek ve himaye altına alınması ve Macaristan’ın Türk Konseyi’ne gözlemci üye olarak katılması son derece sevindirici gelişmelerdir.
Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi), Türk dili konuşan ülkeler arasında kapsamlı işbirliğini teşvik etmek amacı ile uluslararası bir örgüt olarak 2009 yılında kurulmuştur. Türk Konseyi`nin kurucu üyeleri Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye`dir. Son üye:Özbekistan Türk Konseyi gözlemci üyesi: Macaristan; üye olması beklenen ülke:Türkmenistan’dır.
Türk konseyinin 7. Zirvesi 15 Ekim 2019 tarihinde Azebaycan’ın başşehri Bakü’de gerçekleşmiş ve bu zirveye üye olmasa da Türkmenistan'ın Başbakan Yardımcısı Pürli Agamuradov da katılmıştır.
Türk Konseyi'nin temel belgeleri olan 3 Ekim 2009 tarihli Nahçıvan Anlaşması ve 16 Eylül 2010 tarihli İstanbul Bildirisi'ne göre, TDİK üyesi ülkeler, Birleşmiş Milletler Anlaşması'nın amaçları ve ilkelerinin yanı sıra uluslararası hukukun diğer evrensel olarak tanınan ilkelerini benimsemiştir. Barış ve güvenliğin korunması ile iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesine ilişkin uluslararası normlar, Türk Konseyi çatısı altında yürütülecek işbirliğinin zeminini oluşturmaktadır.
Türk Konseyi, 1992 yılından beri toplanan, "Türkçe Konuşan Devletler Devlet Başkanları Zirveleri" sonucunda ortaya çıkan ortak siyasi irade üzerine kurulmuştur. Bu zamana kadar 10 Zirve gerçekleşmiş olup, bunlardan İstanbul'da düzenlenen 16 Eylül 2010 tarihli son Zirvede TDİK'nın kuruluşu resmen ilan edilmiş, öncelikleri ve yol haritası ortaya konulmuştur. Türk Konseyi'nin daimi bir yapı olarak kurulmasıyla birlikte yapılan Zirveler, Türk Konseyi Zirveleri olarak yeniden adlandırılmıştır.
Dünyada gelişen olaylar hem Türk Devletlerinin ve bizimle akrabalığı ve dostluğu bulunan Macaristan, Bosna Hersek, Kosova vb. ülkelerin hem de İslam devletlerini bir ve beraber olmaya mecbur ediyor.
Kızılelma biz Türklerin hem milli hem de dîni, hem de insâni bir ülküsüdür. Sevgili Peygamberimiz Medine’yi farklı din ve ırkların barış içerisinde yaşadığı bir barış yurdu “Darüsselam haline getirmiş, Yesrib’i Medine-i Münevvere’ye medeniler, aydınlar, münevverler şehrine dönüştürmüştü. Abbasilerin başkenti (Bağdat) bu hayal ile kurulmuş, Selahaddin Eyyubi, Hz. Süleyman’ın mirasını kurtarmak için Dâru’s-Selâm’a (Yeruşalim/Kudüs’e) sahip çıkmıştır. Selçuklu Türkiyesi’ne “Şefkat Diyârı” adı verilmiş; Osmanlı’ların başkentine mutluluk, barış, esenlik yurdu manasına gelen Dâru’s Saadet/Dersaadet denmiştir. Bütün bunlar Darüsselam’ın/Barış Yurdu’nun binlerce yıldır Türk milletinin ‘büyük ülküsü’ ve ‘Kızılelması’ olduğunu göstermektedir.
Evet, Kızılelma dün İstanbul’du, Roma idi. Bu gün Suriye, öbür gün Musul, Kerkük’tür Türk birliği ve Turan’dır, İslam Birliği ve tüm cihandır. Kızılelma, Allah’ın adının ve silm ve barış dini İslâm’ın hâkim olduğu kan ve gözyaşının akmadığı bir dünyadır.
Kızılelma bu gün gerçekleşmesi zor, hatta hayal olan bir ülkü olarak görülse de tıpkı gökteki yıldızlar gibi, ulaşılması zor fakat bize yön veren ve yön gösteren ve hayat veren bir ülküdür.