Hoca Ahmed Yesevî bu günkü Kzakistan’ın Çimkent yakınlarında yer alan Sayram kasabasında doğmuştur. Ahmed Yesevî’nin hangi tarihte doğduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, genel kanaate göre tahmini 1093 yılında dünyaya gelmiştir. Ahmed’in babası Şeyh İbrahim, Sayram’ın en ünlü şeyhlerindendi, Şeyh İbrahim, halifelerinden Mûsa şeyhin kızı Ayşe Hatun’la evlenmiş ve bundan Gevher-şehnaz adlı bir kızla ondan yaşça küçük Ahmed dünyaya gelmişti. (Köprülü: 62) Hz. Ali’nin soyundan geldiği bilinen Şeyh İbrahim’in ölümü üzerine küçük Ahmed 7 yaşında Yesi şehrine gelmiş ve burada Arslan Baba ile buluşmuştur.
Hz. Peygamber Efendimizin Türklerle ilgili hadislerin bir bölümü “Kanturaoğulları” adı ile geçer. Rivayetlere göre Kantura Hz. İbrahimle evlenen bir Türk prensesidir. Rivayetlere göre Arslan Baba, Oğuz Han’ın güvendiği akil kişilerden Atabeği Arslan Bey’in soyundan gelir.
Türk soyundan gelme Kanturalıoğlu Arslan Bey, Peygamber efendimiz ile müşerref olmak üzere Hendek savaşı sıralarında Medine’ye gelir. Kanturalıoğlu, Hz. Peygamberle müşerref olduktan sonra “Baba” unvanını alır (Sepetçioğlu a: 76).
Medine’ye gelerek İslam’la şereflenen bir başka Türk ise Dede Korkut’tur. Dede korkut da Arslan Baba ile birlikte Hz. Peygamberimizin yanına gelmiştir. (Sepetçioğlu 2014c: 390).
Arslan Babanın Getirdiği Hurma
Hoca Ahmed Yesevî’yi Arslan Baba küçük yaşta himâyesine almış ve terbiye etmiştir. Peygamber (s.a.v.) in gazvelerinden birinde, ashab acıkır; Peygamberimizin duası ile Cebrâil (a.s.) bir tabak hurma getirir ve bir hurma yere düşer. Cebrâil (a.s.) düşen hurmayı göstererek; “Bu hurma sizin ümmetinizden Ahmed Yesevî adlı birinin kısmetidir” der. Peygamber Efendimiz ashâbı Arslan Baba’ya hurmayı verir ve O’nu Yesevî’nin terbiyesi için Türkistan’a gönderir. (Selçuk Eraydın: 331)
Rivayete göre Peygamber Efendimiz Arslan Baba’ya “Al bu emaneti Arslan Baba, vakti gelince emanetin sahibi size gelecek, sende benim bir hurmam var, vermelisin artık! Diyecek, isteyecek, al sakla. Nasıl saklanacağını sen daha iyi bilirsin” (Sepetçioğlu 2014a: 83) demiş ve hurmayı emanet olarak kendisine vermiş ve Türkistan’a göndermiştir.
Arslan Baba Türkistan’ın Yesi şehrine gelip kücük Ahmedi bulur ve emaneti kendisine verip hurmayı ona yedirir ve küçük Ahmed’i himayesine alır ve O’na mânevî babalık eder. Ahmed Arslan Baba’nın vefatı ve işâreti üzerine tahsilini tamamlamak üzere büyük İslâm merkezi Buhara’ya geldi.
M. XII. Asırda Buhâra şehri Karahanlıların hâkimiyeti altında bulunuyordu. Buhara medreseleri İslâm âleminin, bilhassa Türkistan’ın, dört bir tarafından gelen talebelerle doluydu.
Ahmed Yesevî, böyle bir zamanda Buhara’ya gelmiş, devrin en ileri gelen âlim ve mutasavvıf Yusuf Hemedâni’ye intisap ederek (bağlanarak) onun yanında ve onun koruması ve gözetimi altında yetişmiştir. (Selçuk Eraydın: 326)
Rivayete göre. Pîri Türkistan olarak bilinen Hoca Ahmed Yesevi'nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müridleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı. (TDV. Ansiklopedisi: 161; Köprülü: 34)
Ahmed Yesevî, hocası Yusuf Hemedâni gibi Hanefî mezhebine bağlıydı. Şeriatle tarikatı kaynaştırmış, dinin emirlerine karşı olan kayıtsızlığın tarikat âdabıyla uyuşmayacağını telkine çalışmıştır… Beş vakit namaz kılmayanın domuzdan farkı olmayacağını söyleyecek derecede şer’î hükümlere fazla bağlılık gösteren Hoca Ahmed, her manzûmesinde günahlardan bahsederek, tevbe ve istiğfar eyler. Yâhut cennet ve cehennem hallerinden, sûfiyâne mekıbelerden bahsederek, neticede tevâzü (Alçakgönüllülük) ile Tanrı’dan mağfiret dilerdi. (Köprülü: 76, Dr. Selçuk Eraydın: 327)
Pîri Türkistan olarak biline Hoca Ahmed Yesevi çok iyi derecede Arapça ve Farsça bilmesine ve Arap ve Fars edebiyatına hâkim olmasına rağmen Türkçeyi tercih etmiş müritlerine Türkçe hitap etmiş ve Divâni Hikmetini Türkçe yazmıştır.
Etrafında bu kadar çok müridin toplanmış olmasını ve Pîri Türkistan olarak nam salması şeriat hükümlerine sıkı sıkıya bağlı olması, şer-î ilimlerdeki derinliği, halkın seviyesine inmesi ve halkın anlayabileceği bir dil ile konuşması, Türkçe yazması ve yakarması sebebiyledir.
Yesevi tarikatı, önve Seyhun çevresinde, Taşkent ve civarında tutulduktan sonra, Harezm dolaylarına yayılmış ve Mâverâünnehir (Seyhun ve Ceyhun Nehirleri arasında, Aşağı Türkistan)de kuvvetlenmeye başlamıştır. Daha sonraları Yeseviye dervişleri aracılığıyla Horasan, Azerbaycan, Anadolu’ya yayılmıştır. (Selçuk Eraydın:333)
Yusuf Hamedâni Hazretlerinin Vefatı ve Vasiyeti
504 Ramazan’ının on birinci Çarşamba (25 Marrt, 110) günü Selçuklu Sultanı Sultan Sencer Semerkand’de bulunan Kâsım Cogi’ye bir mektupla birlikte 50.000 altın gönderip “Ashabı kiramın yolundan ayrılmayan bu büyük şeyh Yusuf Hemedâni’nin hayat/yaşayış tarzını bildirmelerini ve Şeyhten kendisi için Fatiha niyâz etmelerini, okumalarını istemişti. Şeyh Yusuf Hemedâni bu sırada müridleriyle görüşmek üzere Hoca Abdullah Berkî’nin hücresine gelmişti. Hoca Hasan Andâki, Hoca Ahmed Yesevî, Hoca Abdu’l –Hâlık Gücdüvânî ve daha başkaları orada hazır idiler. Müridler Sultan Sencer’in isteğini bildirdiler. O da Sultan Sencer için bir Fâtiha okudu. Sonra Sultan Sencer’e gönderecek yanlışlık ve hatadan başka bir şey olmadığını söyledi. Dervişlerin ricası üzerine “Şer’î Nebeviye (peygamberin şeriatine) uygun bizde ne gördüyseniz yazınız!” dedi. Bu izne dayanarak dervişler onun siretini/ahlakını, yaşantısını yazıp gönderdiler. Daha hayatında Abdu’l-Halık Gucduvânî ondan halifelerini sormuş ve şu cevabı almıştı: “Benim halîfem Hoca Abdullah Berkî olacak, ondan sonra Hoca Hasan Andakî, ondan sonra da Ahmed Yesevî olacaktır. Hilafet nevbeti Ahmed Yesevî’ye erişince, Türkistan vilayeti’ne sefer edecek ve halife sen olacaksın!” Hakikaten de öyle oldu. Vefat edeceği gün, arkasını mihraba verdi, ashâbına su ısıtmalarını emretti; sonra yüzünü dört halifesine ve orada hazır bulunanlara dönerek, “Makâmımıza Abdullah erkî’yi bıraktık. O’na uynuz. Karşı gelmeyiniz. Sultan Sencer için yazdığınız âdabı, mürîdlere ve ashâbınıza söyleyiniz!” dedi ve Ahmed Yesevî’ye dönerek , Sûre-i Fatır’ı, Yâsin sûresi’ni Ve’nnâzi’at Sûresini okunmasını emretti.Hatm bitince, bir feryâd koptu. (Köprülü:70-71)
İlk iki halîfe Hoca Abdullah Berkî,(vefatı: H. 555/M.1160-61) ve Hoca Hasan Andâki (H. 466/552/M.1073-1157)’nin vefatından sonra bir müddet Buhara’da tekkenin reisi olarak bulundu; lâkin – ne kadar sürdüğünü bilmemekle beraber, herhâlde pek uzun olmadığını tahmin edebildiğimiz bu devirden sonra- bütün müridlerini dördüncü halife Hoca Abdu’l-Hâlık Guvduvâni’ye bırakarak (şeyhinin vasiyetini yerine getirmek üzere) doğru Türkistan’a, Yesi’ye geldi. (Köprülü:72)
Rivayete göre altmış üç yaşından sonra Resulullah’ın yaşadığından fazla yaşamayı uygun bulmayarak tekkesinin bahçesinde yaptırdığı bir yer altı odasında ibadet ve tefekkür ile meşgul olmuş; bir yandan da öğrenci yetiştirme işini sürdürmüştür. Türkçe olarak söylediği Hikmet adı verilen şiirler daha sonra Divan-ı Hikmet başlığıyla toplanmıştır. Tahmini 1166 yılında vefat etmiştir. Vefatından iki yüzyıl kadar sonra Timur tarafından yaptırılan kabri, bugün Kazakistan’ın Türkistan/Yesi şehrinde bulunmakta ve çok önemli bir dinî ziyaret mekânı olarak kabul edilmektedir.
. Yusuf el-Hemedanî, Abdullah Berkî, Hasan Endâkî, Ahmed Yesevî ve Abdülhâlik-ı Gucdüvanî gibi dört büyük halife yetiştirmiştir. Yeseviyye tarikatını kurarak Türkler arasında İslâm’ı yayan Ahmed Yesevî, Haydarîlik ve Bektaşilik üzerinde de etkili olmuştur. Abdülhâlik-ı Gucdüvânî'nin kurduğu Hâcegân tarikatı XIV. yüzyıldan sonra Bahâeddin Nakşibend’e nisbet edilerek Nakşibendiyye adını almış, Türkler arasında en yaygın tarikat haline gelmiştir.
Divani Hikmet
Hoca Ahmed-i Yesevi’nin en önemli eseri (562/1167) Dîvân-ı Hikmet’idir. Türkistan’ın Seyram şehrinde doğan, buraya gelen Baba Arslan’dan ilk terbiyesini gören, sonra Arslan Baba’nın işretiyle Yesi ve Buhara’ya seyahat eden ve burada Hoca Yusuf Hemedanî’ye intisab eden, onun vefatından sonra Buhara’da bir müddet irşad ettiği müridlerini Hoca Abdülhalik Gücdüvânî’ye ısmarlayıp manevi bir işaretle Yesi’ye dönen Hoca Ahmed-iYesevî’nin (Köprülü: 31) elli yaşında bu eseri yazdığı bildirilmiştir. Özellikle Türkistan, Maveraünnehir, Horasan, Harezm havalisinden gelenlerle irfan dairesine girenlerin arttığı, hatta müridlerinin doksan dokuz bine ulaştığı ve bunlardan on iki bin kadarının kâmil oldukları aktarılır. Hoca Ahmed Yesevî’den etkilenip onun görüşlerinin Anadolu’da yayılmasını sağlayan dervişler arasında Avşar Baba, Pîr Dede, Kademli Baba Sultan, Geyikli Baba, Abdal Musa ve Unkapanı’nda medfun bulunan Horoz Dede sayılabilir.(Vassâf, Osmanzade,C.1:482-483)
Vassâf, menakıbnamelerde Hoca Ahmed'in pîr derecesinde addedilip Yesevî tarikatının kurucusu sayıldığını, ancak Şâh-ı Nakşibend’in ortaya çıkmasıyla Yeseviliğin tabiatıyla Nakşibendiliğe iltihak ettiğini ve onun Sünni mezhep ve Hanefî meşrep olduğunu söyler. (Vassâf, a.g.e., C. I, s. 484-785) Reşehât’ta adından övgüyle söz edilmesi (Mevlânâ Ali b. Hüseyin es-Safî, Reşehât, Çev. Mehmed el-Marûf b. Mehmed Şerif el-Abbâsî, Sad. Mustafa Özsaray, Semerkand Yayınları, İstanbul 2005, s. 43.) Nakşibendîlerin kendisine çok değer verdiğini gösterir.
Nakşibendiye Târikatı’nın, Abdü’l-Hâlık Gücduvânî’nin manevi terbiyesiyle yetişen Bahâeddin Nakşibend (Doğumu M. 1318) tarafından kurulması ve bu târikatın Yesevî nüfuz/etki sahasında yayılması, âdab ve rekanının da o tarikata çok benzediği göz önüde bulundurulursa, Ahmed Yesevî’nin Nakşî Târikatı’na uygun bir görüşe sahip olduğu anlaşılır. (Selçuk Eraydın:326)
Ahmed Yesevî’nin, Yusuf Hamedâni’ye intisab etmesi (bağlanması), onun da, hocası gibi İslâmi ilimlerde büyük bir vukuf/derinlik kazanması, ilmiyle, zühd ve takvasıyla temâyüz etmesi/kendini göstermesi, tarikatının (Yesevîliğin) geniş bir bölgeye yayılmasına neden olmuştur.
Yesevi’nin Mürüdleri Anadolu’da
Hoca Ahmed Yesevî, Arslan Baba’nın, hocası Yusuf Hemedâni’nin ve Peygamber Efendimizin mânevi işaretleriyle müridlerinin neredeyse tamamını batı’ya ileride Türk yurdu olacak Selçuklu devletinin ve Cihan imparatorluğu Osmanılı’nın kurulacağı Anadolu’ya ve Rumeli’ye yönlendirmiştir.
Çünkü Hoca Ahmed Yesevi’nin Hocası ve mânevi babası Arslan Baba İstanbul’un fethi ile ilgili hadisi şerifleri bizzat Peygamber Efendimizden duymuş ve bu fethin Türkler tarafından gerçekleştirileceğini keşfetmişti. Hoca Ahmed Yesevî’ ye de bu durumu anlatmıştı. Hoca Ahmed Yesevî Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın mânevî kurucuları olacak binlerce müridini bunun için hep batıya, Anadolu’ya göndermişti.
Ahmed Yesevî, on binlerce mürid yetiştirdikten bir müddet sonra yaklaşık olarak yedi-sekiz sene (veya on sene)sonra 562/1167 tarihinde Yesi’de vefat etti. (Selçuk Eraydın:326)
KAYNAKLAR
Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, yayın no:118, 8. Baskı, Ankara 1993
Dr. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marmara İlâhiyat Vakfı Yayınları, yayın no: 82, 5. Baskı, İstanbul 1997
Mustafa Özsaray,Arşiv Belgeleri Işığında Osmanlı'da Devlet-Tekke İlişkileri (XIX. Yüzyıl, Doktora Tezi, İstanbul 2018)
Mevlânâ Ali b. Hüseyin es-Safî, Reşehât, Çev. Mehmed el-Marûf b. Mehmed Şerif el-Abbâsî, Reşehât, Sad. Mustafa Özsaray, Semerkand Yayınları, İstanbul 2005,
Vassâf, Osmanzade Hüseyin, Sefîne-i Evliyâ C. I-V, Haz. Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2015.
Sepetçioğlu, Mustafa Necati (2014a), Yesili Ahmed I Sesler ve Işıklar, İstanbul: İrfan Yayıncılık.
Sepetçioğlu, Mustafa Necati (2014c), Yesili Ahmed III Aydınlığın Mührü, İstanbul: İrfan Yayıncılık.
TDV. Ansiklopedisi