GÜN GÖSTERMEYEN FELEK UTANSIN!

Mustafa ÖNDER

 

Gel gidelim buralardan Bey… Bu otağ bildiğin kıl çadırlardan değil…

Varsa sıkıntı, hala dağda dumanı tüten Yörük obası utansın…

Sen, sessiz ve mağrur; biz, senin yolunda lal…

Diyarbakır’da Serok Ahmet’çilerin dostları polis ve asker şehit etmekle meşgulken, Türk milliyetçilerinin hafızasını silmekle görevli akıldâneler, ne acıdır ki senin millet için istediğin demokrasiyi, partide de uygulamanı istiyorlar…

Partideki demokrasiyle Ülkücülerin huzuruna çıkarttığın, yoldaşın, haldeşin yapmaya uğraştığın canlar baş olmaya kalkar, gel gidelim buralardan Bey!

Tarih, Türk için yine tekerrür ediyor, Türk milliyetçileri 72 yıl arayla aynı badirelerden geçecek Bey…

Arif Nihat’ın “Ay yoktu, yıldız yoktu, sansür edilmiş bir geceydi o” diye anlattığı geceleri, gündüzleri yaşatıyorlar yine Ülkücülerine…

Zaten “Türk”e, “Ne mutlu Türküm diyene” demeye bile tahammül edemiyor, bayrağına adını yakıştıramıyorlardı. Türk milliyetçiliğini çiğnemeye kalkanlar türedi, Türk’ün vatanını parçalamaya hevesli sürüler peydah oldu, şereflendiği aziz dini kirli amaçları için pazarlamaya kalkan tacirler cirit atıyordu…

Dimdik durdun, eğilip bükülmedin, ikbal ve iktidar uğruna bildiğinden şaşmadın…

Sen milletle dertlenirken bahçemizde ayrık otları türedi Bey, tohuma, filize musallat oldular… Çakırdikenleri, yaban sarmaşıkları sardı otağı…

Hâlbuki aziz Atatürk’ün, “Aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!” buyruğuna kulak veren çıkmadı…

Bilenler unuttu, seni de dinlemedik Bey, kervancıların yüküne baktık hep!

Tam da 72 yıl önce geçtiğimiz “Türküm” diyenlere tahammül edilemeyen tek parti iktidarları sürecini bugün de yaşatmak istedikleri vakit…

Tam da 1944’deki gibi ırkçılık, faşistlik, Turancılıkla suçlandığımız devir…

3 Mayıs 1944’teTürk milliyetçileri inanç, cesaret ve yüksek ahlâk anlayışı ile vatanseverlikte çok büyük imtihanlar vermişti. Atatürk'ün Türk devlet politikasının yargılanmasına, vatan ve millet sevdalılarının susturulmasına karşı sert ve anlamlı bir direniş göstermiş, millî olmayan ideolojilere millî tepki göstermenin bedelini tabutluklarda, idam sehpalarında, Yusufiyye’lerde ödemişti.

Ülke aynı çetin şartlarda… Oyuncular ve roller değişmiş olsa da, son Türk devletini paramparça etme hevesi aynı. Sosyalist zihniyetin yerini küresel sermaye, irtica, yobazlık ve ırkçı bölücülük aldı.

Paramıza “millî şef”in resmini basanlarla, cemaat adına Atatürk’süz madenî paralar basanlar arasında fark olmadığını, 1939’larda ABD ile eğitim anlaşmasına varanlarla, BOP eşbaşkanlığına soyunanlar arasında fark olmadığını hep sen haykırdın Bey…

Türkiye’nin manevî kalkınmasını Batı klâsiklerinde görenlerle Kürtçü Said-i Nursî’nin risalelerini baş tacı edenlerin farkı olmadığını, o günlerde etkin olan “Karadeniz ötesi” ile şimdi 12 yıl taşeronluğu yapılan “Okyanus ötesi” arasında fark olmadığını sen belletin bize…

3 Mayıs 1944 davası ile yeni yaşadığımız -hakaretamiz- Ergenekon adlı davaların ne farkı yoktu. Dinlemedik, Kehkeşanlara kandık!

1944’te bütün sanıkları beraat ettiren yüksek mahkemenin “Her milletin içindeki azınlıklar o milletin hâkim ırkının adını alır. Fakat o millet içinde ayrı ırklardan bahsedilemeyeceği anlamına gelmez” gerekçesi Kürtçülük, federasyon, etnik parçalanma taşeronluğu yapanlara ibret olacak kararını bazı aklı evvellere tekrar sen okutmuştun.

O gün de karşılarına dikilen tek güç Türk milliyetçiliği hedefe konmuştu, bugün de senin liderliğindeki MHP aynı hedefteyken, nedir bu benlik kavgası Bey?

O günlerde sadece İstiklâl Marşı’yla yürüyen gençliğin karşısına dikilen güçler, bugün de “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diyenleri kafatasçı, morg bekçisi faşistler olarak damgalamaya yeltendiğinde bir sen vardın karşılarında… Duymadık!

Bey oldun, varlığından sakınmadın, bilmediler; derde düştün şifahanelerde derman ararken halden anlamadılar… Dava yoluna düştük, lidere uyduk, kalemimize kara çalar oldular Bey… Gel gidelim buralardan!

Beyim, tarih, Türk için yine tekerrür ediyor…

1944, aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin siyasî bir harekete dönüşümünün temellerinin atıldığı tarihti.

72 yıl sonra yine bir şimşek çaktır, bir güneş açtır Bey!

Araplaşmayı, yeni Osmanlıcılığı, federalizmi, şahsî ikbal ideolojisi “başkanlık”ı hedef bilenlere fırsat vermemek, kanla sulanmış bu toprakların hain postalları altında çiğnenmesine engel olmak yine bizim kader ve görevimiz!

Artık, Bozkurt yuvasına dadanan çakallara, obamıza bağdaş kuran yabanıllara, Bizans taktiklerine, ikbal kavgalarına geçit verme Bey!

Birliğimizi, iriliğimizi ve diriliğimizi sen sağlayacaksın!

Biliyorum, 17 yıl obamıza baş oldun, dirliğimize aş oldun, vatana çadır oldun, bir kere bahtiyar edemedik seni… Dertlenmedin!

Beyim, Türkmen Beyim, Devlet Beyim, susma gayrı, susup bizi darda koma, usul usul anlat başımıza geleni, olanı biteni…

Sonrası Allah kerim… Yerde kalmaz burca diktiğin bayrak, bir işaret ver, ya da Allah aşkına gidelim buralardan Bey!

Bağışla, mecburum yazmaya… Ne demişti Atsız usta:

“Bahtiyarlık: Boraca yüce dağları aşmak
Varılmadan ölünen uzak yerlere koşmak,
Tanrı’nın sofrasında mest olarak konuşmak
Ve ömründe bir kere, bir kere sevinmektir…”

Biz seni bir kerecik sevindiremedik Bey, ya bizi ayağa kaldır sevindirelim ya da gidelim buralardan!

Adımız kalsın yadigâr; utanırsa, gün göstermeyen felek utansın!

 

Mustafa ÖNDER

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.