Kasımpaşa’nın gecekondusundan “beraber yürüdük biz bu yollardan kaçaksaraya...”
Size 5 liralık kara lastik bana altın varak bardaklar!
Hep mazlum, hep mağdur, “camiler kışlamız, müminler asker”, başörtüsü, imam-hatip, yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar, Ergenekon, Balyoz, ileri demokrasi, vesayet, Türkçe olimpiyatları, cemaat, IMF’ye borç verdik, Deniz Feneri, Andımız, 17-25 Aralık!
“Ne istediniz de vermedik”ten paralel, darbeci, haşhaşi, hain, virüs ilan eden riyakârlık...
Havuzlardan ihaleler, havalimanları, duble yollar, Soma maden ocakları, TOKİ inşaatları, televizyonlar, gazeteler, meralar...
“Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?”
Saraylar, hanlar, hamamlar, uçaklar, Mercedesler, villalar, kutu kutu dolarlar, İsrail sularında gemicikler, kamu kesesinden vakıflar, millet cüzdanından örtülü mitingler...
“Bu gömlek dar geliyor, başkanlık lazım... Muhalefet, hükümet, Başbakan, Danıştaylar, İdare mahkemeleri önüme engel oluyor, başkanlık lazım...”
Altın varaklı bardaklar, ithal halılar, milyarlık helâlar, Amerikan malı camlar...
Kedisiz evlerdeki fareler; kilerlere girenler, dolapları delenler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup başköşede gezenler, bir pıtırtı olunca deliklere girenler... Galiba koku aldınız, bir bozkurt geliyor; koca fareler nereye?”
“Millî görüşün haylaz çocukları; sandıkları kıranlar, paraları çalanlar, bohçaları aşırıp ona buna satanlar ve korkudan iftiraya başlayanlar... Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye?
Yakalanınca 17-25 Aralık’ta, vurdular, kırdılar; ne asker kaldı ne polis, yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; ne mahkeme kaldı ne hâkim, kastılar, kavurdular; milleti 36’ya parçalayıp Türklüğü ayakaltına aldılar, demokrasi diye memlekete PKK sürülerini soktular; sandık korkusu sarınca Allah kelamını siyasete oyuncak yaptılar...
Eli kutsal kitaplı, dili münafık, dini müşrikler, hesabı görmeden nereye?
Demokrasi, özgürlük ve cumhuriyet kılıflı hükümetinizle sergerdelik ettiniz... Siz Reis-i Cumhurluk değil, despotluğa soyundunuz... Millî şef dönemine rahmet okuttunuz, zalim Menderes valilerine taş çıkardınız; teröriste parmak ısırttınız...
“Çözüm” deyince Habur’da çadır mahkemeler kurulur, “Kürtçülük” deyince Diyarbakır meydanında Şivan Perver’e türkü okutulur, “asker” deyince Ergenekon, Balyoz, Dolmabahçe, 27 Nisan okunur, “adalet” deyince DGM’ler, ÖYM’ler, Sulh Ceza Hâkimlikleri konuşur, “17-25 Aralık” deyince milyon dolarlar uçuşur, “özgürlük” deyince sabaha karşı polis baskınları oluşur, “muhalif” olan kim varsa boğazına istibdat yapışır...
Elinizde devlet kaynakları, altınızda milletin uçakları, dilinizde yalan-iftira kelamları, çevrenizde dalkavuk tayfaları, emrinizde laçka olmuş zabitler, on üç senedir millet kesesinden öbek öbek ziyafetler çektiniz, yandaşlarınızı fakir sırtımızdan beslediniz, yaptıklarınızla kargaları, akbabaları bile tiksindirdiniz...
Muhalif mi? Alaşağı... Muharrir mi? Vur başına... Türklük mü? Çiğne ayağının altında... Müslüman mı? Sömür sömürebildiğin kadar... Ermeni mi? Besle... Arap mı? Vehhabi parası baş tacı... Kadın mı? Gönder eve... PKK eşkiyası mı? Buyursun köşeye... Yandaş mı? Gelsin yanıma... Yahudi mi? Sor fikrini... Kalanına at sopayı... Paraları koy cebine... İşte sizin programınız bu!
BOP eşbaşkanıydınız, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de, Somali’de, Irak’ta “Arap baharı” bekliyordunuz, mezhep seçimi yaptınız, komşularınızla sıfır sorun diye yola çıkıp herkesi düşman ettiniz, Türkmen diye El Kaide’ye, ÖSO’ya silah gönderdiniz, IŞİD’e destek çıktınız, kardeşkanına girdiniz, Irak’ta Türkmen namusu kirlettiniz, Süleymanşah’ı kamyona yükleyip kaçtınız, Anadoluda analar ağlamasın masalıyla askeri sokak ortasında kahpece vurdurttunuz...
Ne sandınız kendinizi? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu egoistlik, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verdi? Dünyayı mı alacaktınız, Mısır’a sultan mı olacaktınız, Irak’a padişah mı?
Sizin bakanlıkla, başbakanlıkla, cumhurbaşkanlığıyla gözleriniz doymadı, a padişah heveslileri... Gazze’de, Halep’te az daha namınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz. Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka tavır, hepsi sizdeydi... Şimdi böyle sinsi sansar gibi meydan meydan nereye?
Evet, nereye böyle?
Kaçak saraydaki koltuktan milyarlık rezidanstaki yatağa, havuzdaki paydan devletteki ihaleye, muhafazakârlıktan Müslümana iftiracılığa, kahraman polislikten kodese, alo Fatihlikten danışmanlığa, işçi tekmelemekten terfiye, viski kadehinden köşe yazarlığına, peygamber ilanından yeni tanrılarla hidayete eren bu türediler nereye gidiyorlar? Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular... Anamıza sövdüler, alın terimizi tekmelediler, hulâsa hazinesinden yakalayıp bu devleti soyup soğana çevirdiler...
İşte milleti artık büsbütün sömürdüklerine eminler... Kollarımızda bir zerre kuvvet kalmadığını, yakalarından yapışıp öcümüzü alamayacağımızı sanıyorlar. Pişkin pişkin hâlâ din-iman-kefen-başkanlık- anayasa reklamı yapıyorlar...
Aşkolsun! At da size yaraşır; meydan da. Bizde bu ölü toprağı, sizde o yaman surat olduktan sonra yine gelirsiniz... Biz size, ‘Kırk katır mı, kırk satır mı?’ diye soramadık; yarın sizin bize, ‘Ölümlerden ölüm beğen!’ demek artık hakkınızdır.
Lâyıkımız olan ağalar!
Yanıldınız! MHP geliyor, bozkurtun nefesi ensenizde...
Yetimin, fakirin, tekmelediğiniz işçinin, başına çuval geçirttiğiniz askerin, yerin yedi kat altında öldürttüğünüz alın terinin, soyduğunuz milletin hesabını vermeden nereye?
Eee beyler, MHP geliyor!
Saltanat bitti, hesabı ödemeden nereye?
NOT: Bu yazı Türkçe üstadı Refik Halit Karay’ın 1918’de yayınlanan “Efendiler Nereye” başlıklı yazsının bir uyarlamasıdır. Üstadın bizi bağışlaması dileği ile...(M.Ö)
Mustafa ÖNDER