İslamiyetin kabuğa büründürüldüğü, siyasileştirildiği dönemleri yaşıyoruz.
Önce İmam-Hatip diye ortaöğretimi dini eğitime döndürmekle işe başlamışlardı.
Sünnisi, Şiisi, Alevisi, Cemaatçisi, Nurcusu, fırka fırka oldular…
Seçimden seçime birilerinin arka bahçesi oluyorlar, bir şeylerden nasipleniyorlardı.
23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı, 29 Ekim’i stadyumlardan kaldırdılar.
Andımız’a bir güzel yasak geldi.
“Türküm” demek faşizmdi. Müslüman ancak “ümmet” olurdu.
İstiklal Marşı şairi koca Akif’in Arnavutluğu icat edildi.
Birden bir “Kutlu Doğum Haftası”nı keşfettiler.
İnadına her Nisan’da kutladılar.
Miladi, önce 20-27 Nisan, sonra 14-20 Nisan olarak sabitlenen bu etkinlik TBMM ile Türk Milletinin egemenliğini aldığı 23 Nisan 1920 tarihi esas alınarak 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile çakışması alternatif bir kutlama olarak halkın arasına sokulan bir çeşit fitne adeta…
Bu işi Nurcular ortaya atmış, millet kesesinden beslenen Diyanet’te balıklama dalmıştı.
Sevgili Peygamberimizi anıyorlardı. İlahiler, ayinler, sema gösterileri falan…
AKP işi iyice resmileştirip siyasi arenasında kullanıyordu.
RTE bol bol bu hafta içinde konuşuyor, AKP’ye dindar kitlenin katılımını sağlıyordu.
Onlar, Refah’tan bu konuda tecrübeliydiler. Mekke’nin fethini her Miladi yılbaşında kutluyorlardı alternatif olarak.
Böyle böyle İslamı Protestanlaştırıldı!
Mevlana’nın semazenleri her yerde döner oldu, “ılımlı İslam” diye bir ucube yaratıldı.
Arapça’yı başköşeye koydular, 32 yıllık TDK Türkçe Sözlük’ündeki bizzat “halkın kullandığı” kelimeleri edep dışı gösteriyorlardı artık…
Ne hikmetse Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı her sene 2 ay 10 gün sarkıyordu da Hz. Peygamberin doğum günü hep Nisan’da kutlanıyordu!
Ne hikmetse Mevlid kandili, Berat kandili, Regaip kandili, Kadir gecesi her sene devrederken Kutlu Doğum haftası miladi takvimle 20 Nisan’dı…
Güya “Hz. Peygamberi anlama geleneğini oluşturmak” içindi… Öyle dedi Dİ Başkanı.
Kısacası “bidatler” Miladi takvimle Diyanet İşleri’nin resmi görevi oluvermişti!
Millete güller, pilavlar, ayranlar ikram ediliyordu.
Okullara genelge bile yayınladılar.
“Gül” sembolü ve çeşitli logolar kullandılar.
Koca salonlarda RTE konuşuyor, âlimler dinliyordu!
İslam dünyası kan gölündeydi hâlbuki…
Türkiye Cumhuriyeti, bölücülükle karşı karşıyaydı.
Müslüman Türk milleti kutuplaştırılmıştı.
Devlet ödenekli, vakıf faizli Diyanet’in bu yıl ki kutlamasının teması, “Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı”…
Yolsuzluğun, hırsızlığın tavan yaptığı, uyuşturucunun okul önlerine düştüğü, kadının tesettür dedikleri “iman turnusolu”na sokulduğu, zinanın serbest bırakıldığı, domuz etinin kasap vitrinine çıktığı devirde “ahlak”ı toparlayacaklar!
Hangi ahlak ey Müslüman Tük milleti?
Irak’ta kardeşleriniz katledilirken, kadınlarınıza tecavüz edilirken kâfire dua eden ahlak!
Soma’da yerin yedi kat dibine gömdüğü maden işçisinin babasına 5 liralık kara lastiği layık görüp katrilyonluk sarayda bin liralık altın varaklı bardakla su içen ahlak!
Yalan, riya, münafıklık, dalkavukluk, yandaşlık kelimelerinin başköşede olduğu ahlak!
Beytülmal’dan hediye dağıtıp cami avlusunda oy devşiren ahlak! Kamu malını hanedan vakfına devreden ahlak!
Bir yıl önce, bir ay önce, hatta bir saat önce söylediğini söylemedim diyen ahlak!
Kamu müteahhitlerinden havuz oluşturup Müslüman beyni yıkamak için medya satın aldıran ahlak!
Dinin emrine rağmen siyasi kişilikleri peygamberleştiren, Allah’ın elçisi diye karşılayan, onu tanrı vasıflı sayan müşrik ahlak!
Hangi ahlak Allah aşkına, hangi ahlak?
Ey Müslüman Türk milleti, söyleyin Allah aşkına, Allah’ın emirleri, Kur’an-ı Kerim ve Sevgili Peygamberinin sünneti nerelerde?
Kim bu size “yol” göstermeye kalkan gafiller, kim bu Çin’de bile olsa alınması emredilen ilim dururken hurafelerle sarığın, cüppenin gücüne sarılan müşrikler, kim?
“Hiç kuşkusuz, Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.” (Hucurat, 49/13). Bilmez misiniz?
Allah bize yeter!
Mustafa ÖNDER
mustafaonder35@gmail.com