Kanal D yönetimi hayatının en büyük hatasını yaptı... Ya da meşrebi gereği yanlışlıkla “Kürtçülük” ve “bölgecilik” yapmayan bir diziyi yayına soktuğu için pişman oldu! Çünkü şimdi memleketin geleneğini, kültür ve sanatını hallaç pamuğu gibi atma zamanı... Hiçbir dizide “Müslüman Türk”e yer yok, yani “insan”a yer yok! Hırs, intikam, kadın, para, mafya, entrika, uyuşturucu, komplo teorileri, lüks, havuzlu köşkler, dolandırıcılık olmalı mutlaka! Sokaklarda sarığı, cüppesiyle dolaşan sahtekâr ama “sevimli kılınan” imamlar olmalı... Feodal ağalık düzeninin “töre” diye yutturulduğu “maraba kanı emicileri”ne, alınteri ve namusuyla direnen, “kan”a bulaşmamak için köyünden göçüp kimseye “maraba” olmadan, uyuşturucuya, mendil satıcılığına, otopark değnekçiliğine soyunmadan, ata yadigârı elindeki altın bilezikle hayata tutunan Anadolu aileleri olmamalı... Ya “Kurtlar Vadisi”nde Memati olmalı sokaktaki genç, ya da “Reaksiyon”da “paralel avcısı”! Oysa Türk tarihinden ne diziler çıkar, oysa madenci Soma’dan kaç dizi çıkar ama olmuyor, oldurulmuyor! Olmamalı ki millet, dürüstlüğü, namusu, adaleti, alın terini, şefkat ve merhameti öğrenemesin! Haberleri yandaş, TMSF elinde oyuncak olmuş sözde Türk medyasında millî değerlere hakaret, haram kazanç, hırsızlık, dolandırıcılık, mafyacılık, aşk diye cinsellik, edep diye küfür, sanat diye yerel ağız taklidi özendirilmektedir. Ortalık güzelim Türkçe’yi liyme liyme doğrayıp yerel ağızla çektiklerini sandıkları baştan sona dil rezaleti olan dizilerle dolu... Türkçenin ne şivesini bıraktılar ne de mahallî ağızları. Üstelik, Türkçeyi koruması gereken RTÜK de sessiz! TDK ise saçma sapan “sözcük” uydurmakla meşgul, kafayı kuma gömmüş! Dün, yine Kanal D’de yayınlanan “Küçük Ağa”daki “sıra gecesi”ne baktım, bir de “Urfalıyam Ezelden”deki sıra gecesine... Biri tam bir yozlaşma, diğeri asırların süzgecinden gelen gelenek! Birinde hanımağa, davullu zurnalı şıkır şıkır oynuyordu, diğerinde ise özüne uygun cümbüşlü, sazlı, kemanlı, kanunlu, udlu, darbukalı, defli, çiğ köfteli, içinize işleyen türküler, ağıtlar... “Urfalıyam Ezelden” dizisi özlenen yoldaydı, kıydılar. Sebep iki kelime: Reytingi yok! Yani üç-beş kişinin elindeki cihazda kendine yer bulamamış! Yani reklâm alıp Doğan efendiye para kazandırmamış! Hâlbuki İnternet yıkılmıştı, dizinin müzikleri uzun havaya, türkülere hasret kalan Anadolu’nun diline dolanıvermişti... Her bölümde bir lezzet kırıntısı sunuyordu! Amaca hizmet etmedi, kaldırdılar! Bu kadar basit sanat ve sinema! Dizinin yerel ağızdaki diyalogları, “Güzel Köylü”deki, “Küçük Ağa”daki gibi sırıtmıyor, asla kulak tırmalamıyordu. Sinan Tuzcu’nun senaryosu iyi çalışılmıştı. “Sıra gecesi”ni gözlere serdi adabınca... Büyüğe adabı, sanatkâra hürmeti, yere bağdaş kurup oturulduğunu gördük. Kanal D, bir ay önce diziyi yayına soktu. Yüzlerce kişi çalışıp ekmek yiyordu. Yumuşak, “insanlık hâli”nde sahneler vardı girişinde. Müzisyen ailenin büyük oğlu bir kızı sevmişti, ağa kızıydı, istediler, “çalgıcıya kız yok!” dediklerinde kaçırdı. Aile, düğünde kan davasıyla tanıştı; ağa oğlu damadı vuruverdi, “töre”yi kurtaracak, “gücü” gösterecekti. “Yanık Memet”, ciğerinden yandı, aileyi törenin kör kuyusuna düşürmemek için kalktı İstanbul’a göç etti. İlk bölüme ve İnternete, iş aramaya gelen konservatuarlı şehirli kızın İMÇ’yi çınlatan uzun havası damgayı vuruverdi: “Hüsnün senin ey dilber-i nadide kamer mi Huri misin ey afet-i can yoksa beşer mi Ahhhh... Eman eman, kölen olam ben...” Hikâye, feodal töreden kaçıp İstanbul’a yerleşen bir ailenin basit bir hayat kavgasından ibaret... Aile erkeklerinin hepsi de “çalgıcı”! Dizinin “Yanık Mehmet”i(Settar Tanrıöğen) müziğinden taviz vermeyen baba. “Kan davası kuyusu”na düşmemek için çırpınan, oğullarına alın terini, namusu, geleneği, görgüyü, adaleti, merhameti öğreten adam... Kırgın olduğu hapisteki oğluyla buluşması ağlatmıştı. Ya o Cemal(Bülent İnal)in, yağız gencin ruh dünyası... Bülent İnal, çektiği onca dizide ilk kez kimliğini bulmuştu. “Töre”ye kurban ettiği gençliğinin bir şarkıcıda dirilişi, sabrı, suskunluğu, babaya itaati... Baba ocağında değeri olmayıp âşık olduğu adama kaçan Selva(Dolunay Soysert)’nın mücadelesi, töreyle çocuğunu büyütüşü, ona hiç elini sürmeyen kayınbiraderine karı oluşu... “Ocağım söndü nasıl belâdır Bırakıp gitti bu ne devrandır Dünya görümde Kerbelâ’dır Allah’tan bulasın...” türküsünü yaşayan kadındır o. Ve onların karşısına çıkıveren okullu şarkıcı, şehir kızı Ceylan(Öykü Gürman)... Tam bir Anadolu güzeli fiziğiyle, seyirciye gerçek “aşk”ı, “Kınıfır bedrenk olur Aşka düşen denk olur Karanfil bedrenk olur Aşka düşen denk olur * İsterem başına gele Göresen ne renk olur” türküsüyle yüreğimize işlemişti... Hele o “Nene”(Meral Çetinkaya)... Ocağı toplayan, kadınlarına akıl veren tecrübe... Ve feodalizmi sembolize eden Duran Ağa (Menderes Samancılar)... Bir de “Tırşık” vardı İMÇ’nin görgüsüz fırıldağı, madrabazı... Müzik dünyasından birilerini nasıl da anlatıveriyordu adam! Millî çizgileri vardı, ümit aşılıyordu, duygularımızı yeşertiyordu, kan ve silahı halk müziğimizin ezgileri ile yenmişti, olmadı... Kanal D, seyirciye, sanata, emeğe saygısızca diziyi kaldırıverdi! Hayır, Doğan Holding yayınladığı “yandaş” mafya Kurtlar Vadisi’ne yenildi! Mustafa ÖNDER [email protected]