‘Sabrımızın sınırlarını kimse zorlamasın…’ 09 OCAK 2011, Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu'nun Kıbrıs konusunda "Türkiye'nin işgali devam ettiği sürece AB üyeliği sürecinde sıkıntılar olacaktır" sözlerine Başbakan Erdoğan'ın "net" yanıt verdiğini açıklayan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ‘’Sabrımızın sınırlarını kimse zorlamasın’’ dedi. (1)‘Kimse Kudretimizi Test Etmesin…’ 12 Haziran 2014, New York'taki temaslarını iptal eden Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye'ye dönüş yapmadan önce IŞİD militanlarının Musul'daki Türk Başkonsolosluğu'na yaptığı baskın hakkında basın mensuplarına değerlendirmelerde bulundu. Kimse kudretimizi test etmesin. (2)‘Ateşle oynamasınlar’ 27 Kasım 2015, Türk hava sahasını ihlal eden Rus uçağının kasıtlı olarak düşürülmediğini ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Rusya'ya çok samimi olarak, ateşle oynamamasını tavsiye ediyoruz" dedi.(3)‘YPG konusunda gereğini yaparız’ 12 ŞUBAT 2016, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Terör örgütü YPG’nin Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmesi durumunda gereğinin yapılacağını söyledi. (4)
Yukarıdaki cümleler son zamanlarda Türkiye’nin Dış Politikadaki diplomatik krizleri için AKP hükümetlerinin yöneticileri tarafından en çok kullanılan ifadelerdendir.
Türkiye’nin 24 Kasım 2015 Salı günü 09:31’de Rus savaş uçağı Su-24’ü düşürmesinin ardından ortaya çıkan kriz sırasında da yukarıdaki cümleler genellikle tekrarlanmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın France24 Kanalına verdiği demeçte: ‘Putin’i aradım ama ulaşamadım’, ‘Randevu talep ettim ama olmadı’, ‘Belki Paris’te görüşürüz’ ifadeleri son yıllarda Türk dış politikasının geldiği acı durumu gözler önüne sermekteydi.(5)
Hiç şüphesiz Türk dış politikasının bu noktaya gelmiş olmasının temel nedenlerin, AKP hükümetleri/iktidarları döneminde dış politika başdanışmanlığından sonra 1 Mayıs 2009’dan itibaren dışişleri bakanlığına getirilen Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” adını verdiği tamamen hayalperestlik ve ideolojik hezeyan dolu malul doktrinini uygulama isteğinin ve bu isteğinin arkasındaki neo-liberal, neo-Osmanlıcı, ümmetçi-[siyasal] İslamcı, romantik, ütopist, popülist, oportünist, şişik egolu ve bir o kadar da bencil AKP zihniyetinin eseridir. (6)
Devraldıkları Kasım 2002 öncesindeki yaklaşık 80 yıllık Türk dış politika tarihinin ana felsefesinin ve kazanımlarının ‘’Hatalı’’ kurgulandığını defaatle kamu ile paylaşmış ve uluslar arası topluma da ilan eden AKP hükümetleri ve Ahmet Davutoğlu, Türk dış politikasında adeta yeni bir çığır, yeni bir çağ açarcasına ve yeni bir buluşa imza atarcasına, haddini aşan söylem ve eylemlerle uygulamaya soktukları ‘’komşularla sıfır sorun’’, “akil ülke”, “merkez ülke”, “oyun kurucu Türkiye”, “çok merkezli dış politika”, “pro-aktif dış politika” gibi söylem, yaklaşım ve referansları kâh mesnetsiz, kâh yanlış uygulamalara çerçeve yaparak Türk dış politikasını idealist, romantik ve hatta ütopik olmaktan öteye gitmeyen kırılgan bir zemine doğru kaydırmışlardır.
Türkiye’nin hem bölgesinde hem de uluslararası platformlarda giderek yalnızlaştığı, itibarsızlaştırıldığı ve daha da önemlisi bölgesel bir çatışmanın/savaşın içerisine sürüklenme riskinin giderek arttığı su götürmez bir gerçektir. Özellikle Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki güç dengeleri ve güvenlik riskleri dikkate alındığında bu durumun, Türkiye’nin milli çıkarları aleyhine ve milli güvenliğini tehdit eder duruma doğru dönmeye başlamış olduğu gözlenmektedir. 13 yılını deviren ve 14.cü yılına giren AKP hükümetleri/iktidarları döneminde ülkemizin yaşadığı dış politika ve diplomatik krizlere göz attığımızda ise karşımıza devasa bir krizler yığını ve bu krizleri sanki bir başarılı operasyonmuş gibi algı politikası ile pazarlayan bir çürüme dönemi ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz.
Buna göre ; 2003’teki “Süleymaniye Krizi ve Çuval Olayı”, 2009’daki Dünya Ekonomi Forumu toplantısında Gazze çatışması ile ilgili ‘’One minute’’ çıkışı, Nisan 2009’da, Danimarka Başbakanı Rasmussen NATO Genel Sekreterliği’ne adaylığı konusu, 2010’daki “Mavi Marmara Baskını ve Krizi”, Haziran 2012’de bir Türk savaş uçağının Suriye tarafından düşürülmesi, 22 Şubat 2015’teSüleyman Şah Saygı Karakolu’ndaki 38 personelin tahliyesi ve Türbenin Suriye’nin Eşme köyüne nakli olayı, 24 Kasım 2015’te Rusya Federasyonu Hava Kuvvetlerine ait SU 24M tipi uçağının Türk hava sahasını ihlali gerekçesi ile düşürülmesi gibi olaylar, ne Erdoğan’ın ne de Davutoğlu’nun kamuoyuna yansıtmaya çalıştıkları gibi “Türkiye güçlü olduğu/güçlendiği için” değil; aksine, AKP’nin ve Davutoğlu’nun izledikleri politikalarla “Türkiye’nin gücünü sorgulatmaya fırsat vermesi” yüzünden meydana gelmiş olaydır.
Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetlerine Çuval Geçirme Krizi:
Kasım 2002’de Türkiye’nin başına adeta musallat olan AKP hükümetlerinin/İktidarlarının Türkiye’ye ve Türk milletine yaşattığı ilk kriz; 4 Temmuz 2003 Cuma günü saat 15:00 sıralarında gerçekleşti, Kuzey Irak’ta Süleymaniye kentinde karargahı bulunan Türk Özel Kuvvetleri Komutanlığı’na, Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı’na bağlı 60 ila 90 arasında Amerikan askeri tarafından (yanlarında ayrıca Talabani’nin liderliğini yaptığı KYB’ye bağlı 150 peşmerge de var) yapılan bir baskın sonucu, 11 Türk askeri (1 yüzbaşı, 2 üsteğmen, 8 astsubay) tutuklanıp ve başlarına çuval geçirilmek suretiyle önce Süleymaniye’deki Atadi Parkı’na, ardından da Kerkük’te cezaevi gibi kullanılan Amerikan üssüne götürülüp, 60 saate yakın bir süre alıkonulup sorguya çekildiğinde; bütün Türkiye, devletiyle ve halkıyla ayağı kalktı. Resmi çevrelerde ‘Stratejik ortak” (şimdilerde de “model ortaklık”) olarak nitelendirilen ABD’nin, her nasılsa, bu olayın kendi milli bayramı olan Bağımsızlık Günü’ne (Independence Day) denk gelmesi nedeniyle, Amerikan resmi makamlarına ulaşmanın uzun sürmesi, araya hafta sonunun da girmesi ve gözaltı süresinin uzamış olmasından hiç kimse bir sakınca duymadı. Atlantik’in ötesinden gelip denizden, karadan, havadan ve her türlü iletişim ve teknoloji desteğiyle Irak’ı vurabilen bir devletin başkanına ulaşmak meğer bu denli zormuş !?
Peki sonra ne oldu? 6 Temmuz 2003’te Türk askerleri serbest bırakıldı. Bu olayda “ABD’ye nota verilip verilmediği” sorusu üzerine, Türkiye’de “devlet adamı” sorumluluğunu taşıyanlar bu ciddiyeti göstermek için olsa gerek, “Bakın, nota dediğiniz konu müzik notası değildir. Bunların bir ağırlığı vardır. Aklınıza esince nota verilmez” (7) diyerek olayın nota verilecek ağırlıkta olmadığını teyit etmiştir!? ABD’nin özür dilemesi gerektiği konusunda da aynı zihniyet yine sergilenerek basına “Büyük devletler özür dilemez” (8)(!?) diye ilginç bir açıklama yapılmıştır. Türkiye’den beklediği sertlikte bir tepki bulamayan ABD de, Tümgeneral Petraeus’un Süleymaniye’ye bulunduğu bir ziyarette “askeri anlamda özür” dilemeyi uygun bulmuştur doğal olarak. Siyasilerce bu özür yeterli bulunsa da, Türk askeri kuvvetleri bunu yeterli bulmadığını belirtmiştir. Bunun üzerine, ABD’nin Avrupa’daki Kuvvet Komutanı Korgeneral Silverstre, Ankara’ya gelerek, “ABD Silahlı Kuvvetleri olarak sizden özür diliyorum. Ancak bizden şunu beklemeyin: ABD olarak illegal bir şey yaptık ve bu yüzden Türkiye’den özür diliyoruz diye bir açıklamada bulunamayız” (9) demiştir. WikiLeaks belgelerinde yer alan bilgiye göre, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson'ın Washington'a ilettiği kripto da, ABD ile Türkiye arasında yaşanan en büyük krizin 'çuval geçirme olayı' olduğu belirtilmektedir.
‘’One Minute’’ Krizi:
Türkiye’ye ve Türk milletine yaşatılan ikinci kriz ise; 30 Ocak 2009’da Dünya Ekonomik Forumu toplantısında Gazze çatışması ile ilgili olarak Şimon Peres ve Erdoğan arasında geçen konuşma, Erdoğan'ın toplantıyı terk etmesiyle başlayan kriz. Erdoğan’ın Davos şovu, AKP’nin Ortadoğu’da "bölge liderliği" rolüyle ABD'nin taşeronluğuna soyunduğu olaylar sarmalının başlangıcı olarak kabul edilir.
Erdoğan'ın Davos zirvesinde yaptığı 'one-minute' şovu sırasında oturum moderatörlüğü yapan Washington Post yazarı David Ignatius’un 2012’deki yazısında şöyle diyecekti:
"Başkan Obama yeni görevindeki ilk aylarında dış politikada yolunu tayin ederken, Türkiye'nin dikbaşlı başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir dostluk geliştirmeye karar verdi. Geçtiğimiz bir yıl boyunca bu yatırım büyük temettü getirmeye başladı ve zaman zaman akıntıya kapılıp sürükleniyor gibi görünen bir coğrafyada ABD politikalarının tutunmasını sağladı.”
Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği Adaylık Krizi:
Üçüncü yaşatılan kriz ise; Mart-Nisan 2009’da, Danimarka Başbakanı Rasmussen NATO Genel Sekreterliği’ne adaylığı konusunda yaşandı. 2006 yılında Danimarka’da yayınlanan bir gazetede Hz. Muhammed’i (s.a.v.) sarığı içinde bomba taşıyan biri olarak resmeden bir karikatüre karşı İslam dünyasındaki yoğun tepki karşısında, karikatürde ifade edilen durumun “ifade özgürlüğü” kapsamında olduğunu belirten Rasmussen, bu tutumuyla Türkiye’deki siyasal iradenin de tepkisini üzerine çekmiştir. Öyle ki, Türkiye’deki siyasal iradenin başı, Rasmussen’in adaylığına “şahsen” bile karşı olduğunu açıklama gereğini duymuştur. Fakat, her nasılsa, Türkiye’deki siyasal iradenin “görünürdeki itirazlarına ve karşıtlığına” rağmen, Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne seçilmesi veto edilmemiştir. “Görünürdeki itirazların” Rasmussen’in “kesin kabul”üne dönüşmesinin sebepleri de şöyle açıklandı: Rasmussen özür dileyecek, ROJ Tv’nin kapatılmasını sağlayacaktı. Birincisini belli-belirsiz yaptı, ikincisinde ise televizyonun hesaplarının incelenmesi ve Roj Tv’nin kapatılması için yeni bir yasa hazırlığı içerisinde olunduğunun dile getirilmesi dışında somut bir adım şimdiye kadar atılmamıştır.
Mavi Marmara Baskını ve Saldırısı:
31 Mayıs 2010’a geldiğimizde ise, Türk dış politikası tarihinde aslında büyük bir basiretsizlik, öngörüsüzlük ve ağır bir hezimet örneği olan sivil Türk vatandaşlarına karşı, başka bir devletçe uluslararası sularda silahlı saldırıda bulunuldu ve 9 kişi öldü ve birçoğu da yaralandı, örselendi, korku yaşadı. Uluslararası camia Türkiye’nin tepkisine hak verdi ve üzüntülerini bildirdi. Peki sonra? BM Güvenlik Konseyi “kınama” kararı almadığı halde, Türkiye’deki siyasal irade basın aracılığıyla adeta zafer edasında: BM tarihinde Güvenlik Konseyi ilk kez İsrail'i kınadı, hem de sert bir biçimde! Üstelik Dışişleri Bakanı AhmetDavutoğlu, “Psikolojik olarak bu saldırı Türkiye için 9/11 gibidir. Çünkü Türk vatandaşları teröristlerin değil, siyasi liderlerinin açık kararıyla bir maksatla bir devletin saldırısına uğramışlardır.”(10) diyerek, söz konusu durumun bir savaş sebebi olduğunu farkında olmadan itiraf etmekte herhangi bir sakınca görmemiştir. Oysa ki, ortada BM’nin bir kınama kararı olmadığı gibi (sadece “olaydan üzüntü duyulduğu” karara yansımıştı), Türkiye’deki siyasal iradenin sonraki adımları da bu olayın “savaş sebebi” ya da “misliyle mukabele” olarak görülmediğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Diğer taraftan, Türk vatandaşlarının ülkeye getirilmesi de ABD’nin aracılığı ve İsrail’e baskısı neticesinde gerçekleşmiştir. Çünkü kendi gücümüz ve varlığımızla “ültimatom” vererek bunu yapamazdık!? Ancak yine de siyasal irade“Türkiye’nin dostluğu ne kadar kıymetliyse, düşmanlığı da o kadar şiddetlidir”(11) söylemini alkışlar arasında deklare ediyordu. Nitekim, “Mavi Marmara Baskını ve Saldırısı”yla ilgili olarak BM nezdinde kurulan komisyonun hazırladığı ve açıklanan Palmer Raporu karşısında AKP iktidarının “söylem”lerinin “eylem”sel olarak ilişkileri ikinci katiplik düzeyine indirmekten öteye gitmediği, hatta Ortadoğu’yla ilgili gelişmelerde İsrail’e yarayacak adımlar atıldığı bile görüldü. (Olay sonrasında, AKP Hükümeti, Ağustos 2010’da İsrail’in OECD üyeliğini onaylarken, Şubat 2012 itibariyle de Füze Kalkanı Projesi’nin radarlarının Kürecik’e (Malatya) kurulmasının gerçekleşmesini sağlayarak, radar sisteminin tatbikatının ABD-İsrail tarafından yapılmasına ses çıkarmayarak bu sistemin öncelikle İsrail’i korumak amaçlı olduğunu zımnen de olsa teyit etmiştir.)
Suriye’nin Keşif Uçuşu Yapan Türk Savaş Uçağının Düşürülmesi Krizi :
Tarih 22 Haziran 2012’yi gösterdiğinde, Ortadoğu’daki yeni düzenin öncüsü, sözcüsü ve hatta sahibi olduğunu iddia eden AKP Hükümeti (12), daha iki yıl öncesine kadar İsrail’i adeta kıskandırırcasına ortak bakanlar kurulu toplantısı ve ortak askeri tatbikatlar yaptığı, ancak şimdi neredeyse düşman ilan ettiği Suriye’nin, keşif uçuşu yapan bir Türk savaş uçağını düşürmesi karşısında yine yüksek perdeden söylemlerle harekete geçti. İster son bir yıldır iki ülkenin yaşamakta olduğu gerginliğin bir yansıması olarak kabul edin, isterseniz İsrail’in ya da Rusya’nın işidir deyin, isterseniz Ortadoğu’da “kabadayılık” taslamanın bir sonucudur deyin, bu olay ile Türk dış politikası Ortadoğu’da yerle yeksan olmuştur. İlerleyen zaman diliminde de göreceğimiz gibi, eğer bu olay Batılı devletlerin Suriye’ye bir NATO müdahalesini meşru kılmanın bir aracı olarak kullanılmayacaksa, AKP Hükümeti özür ve tazminat talebiyle bu konunun kapatılması dışında fazlaca bir şey yapmayacak/yapamayacak, ancak olayı iç kamuoyunu yönlendirmede kullanmada herhangi bir beis de görmeyecektir.
Süleyman Şah Saygı Karakolu’nun Yer Değiştirilmesi ve Türkiye’nin Ricatı Krizi:
22 Şubat 2015’te Türk milletine ve Türkiye’ye yaşatılan diğer bir kriz ise; IŞİD terör örgütünün Türkiye’ye artan tehditleri gerekçesi ile, Türkiye’nin ülke dışındaki tek resmi toprağı olan Suriye’deki Süleyman Şah Saygı Karakolundaki 38 personelin tahliye edilerek Türkiye’ye getirilmesi ve Türbe içerisinde bulunan Süleyman Şah ve iki muhafızına ait naaş ile eşyalarının, Suriye’nin Eşme köyüne nakliyle ilgili krizdir.(13)
AKP hükümetlerinin/İktidarlarının adeta bir ‘’zafer ve başarılı operasyon’’ olarak lanse ettikleri bu operasyonun ardından geçen zaman içerisinde meydana gelen değişikliklere bakıldığında: IŞİD terör örgütünün Türkiye’ye olan tehdit ve tehlikelerinin devam ettiği, PYD’nin resmi bir statü kazanıp güçlü bir aktör olarak sahada ve masada yer aldığını, Türkiye’nin bu ricat operasyonundan ötürü bölgede ve uluslar arası kamuoyunda caydırıcılığını ve prestijini kaybettiği ayrıca Ortadoğu’da yeniden dizayn edilmek istenen düzende ve enerji kaynaklarının paylaşımında maalesef yer alamayacağı görülmektedir.
Suriye İç Savaşından Kaynaklanan ve Türkiye’nin ‘’open door policy’’ ile AB/Almanya arasındaki Suriyeli Mülteciler Krizi:
‘’…18 Ekim 2015’te gerçekleştirilen ana konusu Suriye ve mülteci/sığınmacı krizleri üzerinden yapılan başta AB liderler zirvesinde alınan kararlar ve bu kararların dayatmacı bir şekilde küstahça tanımlanması doğrultusunda yapılan ikinci görüşmede maalesef Türkiye, 13 yıldan bu yana gayri milli dış politika ile AB’nin özellikle Almanya’nın dayatmalarına maruz kalmıştır. Ayrıca bu görüşmelerden çıkan ortak kanı ise farklı beklentilerin çıkmış olmasıdır.
AB’nin başını çektiği ana lokomotif olan Almanya’nın, Türkiye’nin açık sınır siyasetine son vermesini istemektedir. Angela Merkel'in ana hedefi, Almanya'ya doğal olarak Avrupa’ya mülteci akınını durdurmaktır. Bu akının Almanya’ya getireceği Ekonomik/Sosyolojik/Güvenlik gibi ciddi sorunların farkındadır. Arap milliyetçiliği ile yetişmiş bir halkın Almanya’ya dolayısı ile Avrupa’ya uyum(Entegrasyon) sağlaması düşünülemediği gibi, asimilasyonu için de uğraşacak ve uygulayacak ekonomik politikası yoktur. Bu yüzden de Türkiye ile işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda mültecilerin Türkiye'ye girişlerinin zorlaştırmasını istemektedir, çünkü Türkiye hala ‘’açık sınır siyaseti’’ uygulamaya devam etmektedir. Özellikle Suriye/Irak vatandaşlarına ve birçok Arap ülkesine vize uygulamamaktadır. Dolayısı ile Türkiye’nin bu tutumu Almanya’yı birçok konuda özellikle ekonomik ve güvenlik boyutunda endişelendirmektedir.
AB’nin mülteci krizinden kaynaklanan sorunu gayri milli yaklaşımlar neticesinde yanlış politikalar ekseninde devam ettiren AKP hükümetlerinin, Türkiye’yi getirdiği durum AB’nin mülteci barınağı ya da başka bir ifade ile AB’nin tampon bölgesi olduğu gerçeğidir.
Sonuç itibari ile gerek Recep Tayyip Erdoğan/ Ahmet Davutoğlu gerekse de Angela Merkel, Suriye ve Suriyeli mülteciler krizi konusunda bir araya gelerek, esasen kendi ülkelerindeki iç siyasete yönelik mesajlar içeren kararlar almışlardır. Bu alınan kararlar ne Türkiye’nin AB yolunda ne de diğer konularda yeni bir olumlu gelişmeler değildir.
Çıkarlar ve menfaatler söz konusu olduğunda Almanya ne demokrasiyi ne de Özgürlük kavramlarını düşünür. Recep Tayyip Erdoğan’ın da dediği gibi buzdolabına alır ve çıkarları doğrultusunda size yaklaşarak önce siyasi hediyeler adı altında bir takım özgürlükler sunar ama temelinde ise sizi adım adım işgal eder, bu Batı’nın özellikle Kapitalist Küresel güçlerin izlemiş olduğu yollardan sadece biridir…’’
RUS SU 24M Savaş Uçağının Düşürülmesi Krizi:
AKP hükümetlerinin/iktidarlarının Türkiye’ye ve Türk milletine yaşattığı en son ciddi kriz ise 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya Federasyonu Hava Kuvvetlerine ait SU 24 savaş uçağının vurularak düşürülmesi olayıdır.(14) Türkiye’nin Suriye’de cihatçı gruplara yönelik operasyon yapan Rusya’ya ait Su-24 savaş uçağını vurmasıyla başlayan kriz.
Türkiye uçağın hava sahasını ihlal ettiğini ve 10 kez uyarıldıktan sonra angajman kuralları kapsamında vurulduğunu iddia etse de Rusya, uçağın Suriye sınırları içinde vurulduğunu söyledi. Uçağın vurulmasının ardından kendilerini fırlatan pilotlardan birinin cihatçılar tarafından öldürülmesiyle gerilim iyice tırmandı.
Uçağın düşürülmesinin ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ‘Sırtımızdan bıçaklandık’ (15)yorumunda bulundu.
"Savaş uçağı Türk sınırına 1 kilometre uzaklıktaydı" (16)diyen Putin, Rusya’nın ABD ile bu tür olayların önlenmesi konusunda anlaşma imzalamış olmasına karşın Türkiye'nin Rus uçağını vurduğuna söyledi.
"Suriye'de teröristlerin kontrolündeki bölgelerden çıkan petrol Türkiye'ye satılıyor" (17)diyen Putin, "IŞİD yalnızca petrolden para kazanmıyor, bir ülkenin ordusu tarafından da korunuyor" sözlerini sarf etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise olaydan sonra Putin’i aradığını ancak ulaşamadığını, randevu talebine ise olumsuz yanıt aldığını söyleyerek, Putin’in IŞİD iddialarına karşın ‘Yazıklar olsun’ (18)demekle yetindi.
AKP’nin stratejik derinlik sarhoşluğunda olduğu çok evvelinden anlaşılmış olmasına ve her kriz döneminde sarsılmasında rağmen, 1 Kasım’dan sonra gücünü perçinlediği düşünülen hükümet için Rusya krizi karizmasının çizilmesine yetti.
Sonuç olarak AKP Hükümetleri/iktidarları, Türkiye’nin gerçekte Ortadoğu’nun lideri değilken, gerek hamasi söylemleriyle, gerekse bunu doğrulayan tarzda konuşan ve yazanlar sayesinde Türkiye’de, milliyetçi ve muhafazakâr kesimleri ikna ederek, içerdeki iktidarını mutlaklaştırma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Bu konudaki hakkını teslim etmek gerekirse, dış politikada esasen başarılı olamayan AKP Hükümeti, Goebbels’in “propaganda” teknikleri ve “algı yönetimi’’ ile hem içeride, hem de dışarıda “başarılı” olduğu izlenimini yaratmaya devam etmektedir. Ancak gerçek şudur ki, Türkiye, sorunlu olduğu devletler karşısında giderek caydırıcılığını ve itibarını yitirmiştir.
Ömer KALAYCI
22 Şubat 2016 / İstanbul
Kayaklar :
1 Doğan Haber Ajansı, http://www.dha.com.tr/sabrimizin-sinirlarini-kimse-zorlamasin_134597.html , Erişim Tarihi: 09.01.2011 / 00.57
2 Sabah Gazetesi, http://www.sabah.com.tr/gundem/2014/06/12/kimse-kudretimizi-test-etmesin Erişim Tarihi: 12.06.2014
3 Ntv.com.tr http://www.ntv.com.tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogan-rusya-atesle-oynamasin,NzU50n1sE0CDUyCnMNUweA Erişim Tarihi: 27 Kasım 2015 Cuma
4 A Haber, http://www.ahaber.com.tr/webtv/gundem/davutoglu-ypg-konusunda-geregini-yapariz , Erişim Tarihi: 12 Şubat 2016
5 http://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-putin-i-aradim-cevap-vermedi-7914369-haberi/ , Erişim Tarihi: 26 Kasım 2015 Perşembe, 18.04
6 Dr. Bülent Şener, ‘’Türk Dış Politikasının Akdeniz’de Batışının Hikayesi: AKP’nin Dış Politikadaki Pirus zaferleri’’, 25 Haziran 2012
7 “Erdoğan: Irak’ta Atılması Gereken Adım Neyse Atılır”, Radikal, 6 Temmuz 2003, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=80587
8 TBMM Genel Kurul Tutanağı, 22. Dönem, 2. Yasama Yılı, 92. Birleşim, 25 Mayıs 2004, s. 29, http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic?P4=11926&P5=B&page1=29&page2=29
9 “Böyle Bir Kalleşliği Kimse Beklemiyordu”, HaberTürk, 4 Temmuz 2009, http://www.haberturk.com/gundem/haber/156999-boyle-bir-kallesligi-kimse-beklemiyordu
10 “BM, İsrail’i Kınadı Soruşturma İstedi”, Sabah, 2 Haziran 2010, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2010/06/02/bm_israili_kinadi_sorusturma_istedi
11 “Erdoğan’dan Sert Açıklamalar”, TRT, 1 Haziran 2010, http://www.trt. net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=f138030e-31cc-478d-b5fb-6adc4f62bee8
12 “Ortadoğu’da Barış Sürecinin Öncüsü de Sözcüsü de Biziz”, Star, 27 Nisan 2012, http://www.stargazete.com/politika/ortadoguda-baris-surecinin-oncusu-de-sozcusu-de-biziz/haber-555139
13 BBC Türkçe, Suriye’deki Süleyman Şah Karakolu Tahliye Edildi, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/02/150222_suleyman_sah_operasyon , Erişim Tarihi: 22 Şubat 2015
14 Hürriyet gazetesi, ‘’İşte Suriye Sınırında Düşürülen Rus Uçağı’’, http://www.hurriyet.com.tr/kimin-savas-ucagini-dusurduk-40017964 , Erişim Tarihi: 24 Kasım 2015 , 10.29
15 Wladimir Putin, Sırtımızdan Bıçaklandık, http://www.ntv.com.tr/dunya/putin-sirtimizdan-bicaklandik,fvChtoWKCUeUR1ywwGWxaQ , NTV Haber, Erişim Tarihi: 24 Kasım 2015 Salı
16 Suriye Sınırında Düşürülen Rus Uçağı, Rusya, Pilotlardan Biri Karadan Açılan Ateş Sonucu hayatını Kaybetti, http://tr.sputniknews.com/turkiye/20151124/1019216204/turkiye-suriye-askeri-ucak-rusya.html , Sputnik Türkiye, Erişim Tarihi: 24 Kasım 2015 , 09.50
17 Rusya, IŞİD’in Mali Kaynaklarını Açıkladı, http://tr.sputniknews.com/rusya/20151202/1019418111/rusya-isid-petrol-erdogan-turkiye.html , Sputnik Türkiye, Erişim Tarihi: 02 Aralık 2015, 14.11
18 Erdoğan, Putine çok ayıp yazıklar olsun, http://www.aksam.com.tr/guncel/erdogandan-putine-putine-cok-ayip-yaziklar-olsun/haber-465525 , Akşam Gazetesi, Erişim Tarihi: 26 Kasım 2015 Perşembe,