Küresel Operasyonlarla şekil Verilmek İstenen Yeni Düzen ve Paylaşım Savaşı ile Bu Süreçte Türkiye ve Diğer Aktörlerin Tutumu’’
Bir teşekkürler başlamak istiyorum makaleme.Kaleme almış olduğum bu makalemin sonuna gelmiş olduğum zaman diliminde, sosyal medyadan 20 Mayıs 2016 Cuma akşamı saat 22.00’da Benguturk kanalında, Çiğdem Akdemir hanımefendinin sunduğu ‘’Bir Kez Daha Düşünelim’’ adlı programa, bilgilerine, öngörülerine ve analizlerine değer verdiğim, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Amerika Araştırmaları Merkez Başkanı ve ABD, Orta Doğu, Terör ve İstihbarat uzmanlık alanında çalışan değerli Akademisyen Özdemir Akbal 'ın konuk olacağını öğrenince, makalemde yer alan birkaç ana başlık altında sorular yönelterek bir nevi kendimce programa katkı sağlamak istedim. Elbette sorularım büyük bir titizlikle soruldu ve aynı titizlik ve ciddiyetle de yanıtları verildi. Bu menbalde değerli Özdemir Akbal ve Çiğdem Akdemir hanımefendiye teşekkürlerimi sunar başarılarının devamını dilerim.1 DAHA DÜŞÜNELİM - ÇİĞDEM AKDEMİR - ÖZDEMİR AKBAL - 21.05.2016 programın linki: https://www.youtube.com/watch?v=s6rvzR1zYIs
Son aylarda sıkça duyduğumuz ve siyasi bir kavram haline gelen kelimedir operasyon.
Bu operasyon kelimesi Türkiye'de birçok konuda kullanılmaktadır. Okyanus ötesi operasyon, paralel operasyon, deniz aşırı operasyon, küresel operasyon, siyasi operasyon ve diğerleri…
Ancak bir de gözlerden kaçırılmak istenen ya da zihinlerde yok edilmek istenen bir gerçek var ki o da: 04 Mayıs 2016 günü % 49.5 oy ile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun, yine % 41 halk oyu ile Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Başbakanlıktan istifası ( resmen darbe ),ancak bir türlü nedeninin açıklanmaması bir çok makaleye ve köşe yazısına konu olmuş, ne var ki çok kısa zaman içinde ise 'Başkanlık Sistemi', 'Partili Başkanlık', ’Yarı Başkanlık’ hayır 'Direkt başkanlık sistemi' Kanlı mı kansız mı? derken Sümeyye Erdoğan'ın düğünü, düğüne Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar'ın katılımı ve dokunulmazlıklar (ki bu gün TBMM'de görüşülmeye başlandı) ve ülkenin hiç bir sorunu yokmuş gibi hemen hemen tüm haber kanallarının ve sosyal medya da dahil olmak üzere yazılı, görsel tüm basının MHP'de neler oluyor, MHP’de değişim nasıl gerçekleşir gibi başlıklı haberleri ve 15 Mayıs 2016 Pazar günü gerçekleşmesi hukuken sakıncalı olan sözde kurultaya insanlar hipnotize edilerek, bir oldu bitti yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Büyük resimde ise birçok olay gerçekleşmekte ve gerçekleşen olayları okumakta ise ya geç kalınmakta ya da geçiştirilerek başımıza daha çok çuvallar geçirilmesine seyirci kalmaktayız. (İçerideki hadiselerin de Büyük resim ile bağlantılı olduğunu düşündüğümüzde ki öyle.)
Örnek verecek olursak Panama belgeleri.
Panama belgeleri de bir nevi operasyon amaçlı ortaya çıkmış ya da servis edilmişe benziyor. Panama belgeleri üzerinden yapılmak istenen operasyon; küresel güçler ile küresel güçlere karşı bir nevi ittifak tutumu sergileyen güçlere karşı olabilir mi? diye düşünüyorum. Zira adı çok farklı isimler adı altında dünya yeni bir sürece yeni bir gizli savaşa doğru itilmekte ve bu savaşta Türkiye'nin yeri, tutumu ne olacak öngörülememektedir. Dolayısı ile Panama belgeleri üzerinden yapılmak istenen operasyon; Başta İngiltere, Rusya Federasyonu ve Suudi Arabistan olmakla birlikte, küresel güçlere karşı ittifak halinde olan güçleri ve tüm unsurlarını da hedef tahtasına yerleştirildiğidir. Zira Panama belgelerinde; İngiltere Başbakanı, Rusya Devlet Başkanı Putin ve Suudi Arabistan Kraliyet ailesi olmak üzere birçok devlet adamı, lider, siyasetçiler ve Türkiye'den de isimleri açıklanan İş dünyasında tanınmış kişiler hakkında yolsuzluk suçlamaları, bazı ülkelerde Başbakanları, kabine üyelerini ve bürokratları hedef almıştır. Fakat işin en tuhaf yanı ise (belgeler incelendiğinde ki birçok internet sitesinde bu liste var) bu belgelerde ne İsrail devlet adamlarının isimleri ne de o bilinen küresel şirketlerin ve o şirketlerin sahiplerinin isimleri bulunmamaktadır.
Malumunuz dünyadaki ilk büyük paylaşım düzeni I. Dünya Savaşı ile gerçekleşmişti. Ne var ki I. Dünya savaşı ile başarılı bir şekilde paylaşılamayan o zamanki düzen ardından II. Dünya savaşını doğurmuştur.
II. Dünya savaşı ile dünya yeni bir kamplaşmaya doğru itilmiş ve küresel güçler arasında bir uzlaşma sağlanmış görünse de, başta bölgemiz olmak üzere dünya enerji kaynaklarının paylaşımının önemli hatları, I. Dünya savaşı ile çizilen hatlardan çok da farklılaşmamıştır. 16 Mayıs 1916 yılında, Batı’nın Orta Doğu olarak adlandırdığı ancak coğrafi olarak Yakın Doğu olarak niteleyebileceğimiz bölgedeki toprakların, İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Sykes-Picot Antlaşması ile paylaşımı doğmuş hemen ardından yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ile bu anlaşmanın Türkiye’ye ilişkin kısmı yaşama geçirilememiş ancak bu gizli anlaşma ile sınırlar belirlenmiştir. Fakat elbette ki bu sınırların oluşumunda her ne kadar İngiltere ve Fransa başat rol üstlenmiş olsa da, bölge insanının yapısı, toplum yaşantısı, tarihsel ve kültürel değerleri bu iki güce taban ve zemin hazırlamıştır.
Tam 100 yıllık bir sürecin ardından, yakın doğu olarak adlandırdığımız coğrafi bölge başta olmak üzere, dünyanın birçok coğrafyasını da içine alabilecek yeni bir süreç yaşamaktayız. Bu süreç yakın doğu ( Orta Doğu) olarak başlatılmış olup, Afrika’ya uzanacak ve sonrasında da Asya kıtasına yayılacak olan yeni sınırların paylaşılması sürecidir. Kısacası eski sınırların değiştirilme sürecine girildiğine göre, yeni sınırları belirlemek isteyenler ile eski sınırları korumak isteyen güçler arasında bir gizli savaş yaşanmaktadır.
Biraz daha açacak olursam bu gizli paylaşım savaşı, Sykes-Picot Antlaşması ile sınırların belirlenmesinde büyük rolü olan bir zamanların güneş batmayan imparatorluk olarak adlandırıldığı İngiltere ile sınırları ve paylaşımı yeniden belirlemeye çalışan ABD ve ABD içindeki büyük bir grubun arasındadır diyebilirim. Bu grup banka ve finans sektörüne hakim olan büyük karteller IMF, Dünya Bankası, BM’yi denetim altında tutmak ve kontrol etmek isteyen gizli yapılanmalar, İsrail ve CIA gibi küresel oyuncuları da içine alan büyük küresel bir konsorsiyumdur. Bu konsorsiyum’un diğer tarafında ise hala İmparatorluk güden İngiltere ve birlikte hareket ettiği diğer küresel güçlerdir.
ABD’nin her iki tarafta da yer almış olan değişik küresel ve yerel güçleri bulunduğunu daha net anlayabilmemiz için Fransa’da yaşanan terör saldırılarını örnek verebilirim. Sadece bununla kalmayıp, Putin liderliğindeki Rusya Federasyonu’nun, bu gizli savaşta kendisine paye kapmak için devreye girdiğini ve bu gizli savaşın taraflarından birisi(!) lehine süreçte yerini aldığını, ancak ilerleyen süreçte de ulusal çıkarları doğrultusunda gerçek tarafını belli edeceğini, Avrupa’nın lokomotif ülkesi olan Almanya’nın ise bu gizli savaşta yerini alacağının kesin olduğunu ve fakat şimdilik hangi tarafta yer aldığını kestirmenin kuşatma altındaki Almanya ile BND tarafından yönetilen Almanya arasındaki gelişmelerden sonra netlik kazanacağını düşünüyorum.
Bu bilgiler ışığında geriye dönerek yapacağımız değerlendirme bizlere,100 yıl önce yakın doğunun sınırlarını belirleyen Sykes-Picot Anlaşması ve ortaklarının aralarındaki ilişkileri daha da net anlamamızı sağlamaktadır. 100 yıl sonra günümüzde ise yeni süreci belirleyecek olan CIA ile bunun karşısındaki İngiltere ve eski düzenden pay kapmış ortakların birbirlerine karşı hamleleri belirleyecek olmasıdır. Kısacası bu yeni paylaşım düzeninin iki büyük halkası mevcuttur. Yani mevcut düzenin sürmesini isteyenler, bu paylaşımdan pay kapmış olanlar ve hala mevcut düzen paylaşımından çıkarları olan ve bu çıkarlarını sürdürme niyetinde olanlardır. Düzenin diğer etkin halkası ise, eski paylaşımdan çıkarı olmayan ancak yeni paylaşım düzeninden de nasiplenmek isteyen Almanya gibi tarafsız olarak pusuya yatan ve bu gizli paylaşım savaşında çıkar elde etmek isteyen güçlerdir.
Bu karmaşık ancak karmaşık olduğu kadar da önemli olan durumu biraz daha açarak netlik kazandıracak olursak: Mevcut durumu korumaya çalışan İngiltere-Ulus devletler-Putin Rusya’sı ve onların yarattıkları küresel gizli örgütler ve silahlı güçlerdir. Diğer cenahta ise mevcut durumdan rahatsız olup daha çok pay almak isteyen banka-finans sektörlerinin başını çektiği küresel karterler ile bu oluşacak yeni paylaşım düzeninden pay kapmak isteyen Almanya-İsrail ve sürekli kontrol altında tutulmak istenen Çin gibi devletler bulunmaktadır. Ancak bugün için Çin ve Rusya’nın geçmiş acılı deneyimlerinden ötürü yan yana bulunmaları tezat oluşturacak olan Almanya ve İsrail’inde aynı çizgide bulunmaları çelişki doğursa da söz konusu bir gizli savaş ve bu savaş eskisi gibi konvansiyonel anlamda olamayacağı ve olmadığı, bu savaşın gelecek en az yüzlerce yılı ve devletlerin ömrünü belirleyecek olmasını da göz ardı kulak arkası etmememiz gerekmektedir.
Küresel banka-finans gücünün CIA’yı elde tutmasına karşın, üretim ekonomisinden kazanç sağlayan güçlerin de FBI’yı kontrol ettiği ve arkalarında İngiltere gibi güçlü bir ülke olduğunu da hesaba kattığımızda, 100 yıl öncesinden bu yana sürdüğü gibi küresel terör eylemleri ve yine küresel terör örgütleri ile sürece devam edecek olmalarıdır.
Bu arada 8 Kasım 2016 tarihinde 58.si gerçekleştirilecek olan ABD başkan seçimlerine bakacak olursak: biliyorsunuz ABD’de Başkan seçimleri sadece Başkan seçimleri ile sınırlı kalmayıp aynı zamanda Başkan yardımcısının da belirlendiği bir seçimdir. Ve pek tabidir ki seçilecek Başkan yardımcısının önemi en az Başkan kadar ciddi önem arz eder. Bu seçim sadece ABD’nin kaderini değil, özellikle Batı’nın, Orta Doğu olarak adlandırdığı Yakın Doğu coğrafyasının, İslam ülkelerinin ve dolayısı ile ABD-Türkiye ilişkileri açısından da büyük öneme haizdir.
Süreci ve seçimleri yakından takip eden ABD uzmanlarının ve dış kaynaklı haber ve makalelerden edindiğim izlenim, ABD Başkanlık seçimlerinde küresel sermaye grubunun ve CIA’nın desteklediği Demokratların Başkan adayı Hillary Rodhem Clinton ile Alman asıllı Amerikalı iş adamı Frederick Trump’ın oğlu iş adamı ve Amerika’daki iç bölünmede pay sahibi olan WASP (White Anglo-Sakson Protestant) grubunun desteklediği Donald Trump arasında geçeceğidir. Buradan çıkacak muhtemel sonuç ise Hillary Clinton’un seçilmesi durumunda mevcut ABD politikalarını temsil edeceği, Trump’ın kazanması durumunda ise gerek İslam ülkeleri ile olan ilişkilerde gerekse de Türkiye ile olan ilişkilerde farklı boyutlar gelişeceğidir.
Son bir ay içerisinde ABD-Rusya-Suudi Arabistan-Katar ve Türkiye’deki siyasi-ekonomik ve özellikle askeri gelişmeler, bana bu gizli paylaşım savaşında iki aktörün hızla savaşın bir parçası konumuna doğru sürüklendiğini ya da sokulmak istendiğini ifade ediyor. Bu aktörlerden birincisi Putin liderliğindeki Rusya Federasyonu ve diğeri ise Suudi Arabistan’dır. Çarlık Rusya’nın ve Sovyet yayılmacı politikasını güden Putin Rusya’sının, ABD güçleri ve İngiltere ittifakına aktif olarak katılımı, Gürcistan-Ukrayna krizi, AB’ye egemen olma noktasında kullandığı Enerji kozunu, Suriye iç savaşına müdahil oluşu, düşürülen uçak krizi ile giderek daha da gerginleşen Türkiye ilişkileri Putin Rusya’sının başından beri bu gizli paylaşım savaşında yer alacağını kanıtlamaktadır.
Suudi Arabistan’ın sahneye çıkışını ise, ABD içindeki güçlerin kavgaları ile alakalı olarak okuyor ve özellikle 9/11 saldırılarında pay sahibi olduklarını beyan edici açıklamalar ile gerginliğin zirve yaptığını, ABD-İran nükleer anlaşmaları ile bölgede gücünü İran’a kaptırmış olmasını yediremez bir tavırla, ABD’deki 750 milyar dolarlık servetini satışa çıkarmakla tepki vererek, ayrıca IŞİD’e karşı biz savaşırız söylemlerini de yoğun bir şekilde dile getirerek ( Başını Suudi Arabistan’ın çektiği IIT’nın kurulması gibi) baktığımızda bu gizli savaşa müdahil olmak istediğini görebilmekteyiz.
Her ne kadar ABD-Suudi Arabistan ilişkilerini, özellikle petrolün keşfiyle birlikte başlayan enerji ve ekonomik ilişkilerin pek de pamuk ipliğine bağlı olmadığını, her ne kadar bu gerginlikler artmış olsa da olayların tamamen ulusal çıkarlar noktasında ilerlediğini ve ilerleyeceğini de unutmamak gerekir.
Ancak bu süreçte devam eden bir başka operasyon daha var ki o da küresel güçlerin, CIA eliyle ‘’Panama Belgeleri’’ gibi operasyonlar. Makalemin baş kısmında buna yer vermiştim tekrar ele almak istemem ancak kısaca: Panama belgeleri üzerinden yapılmak istenen operasyonun İsrail ve Almanya’yı devreye sokup, yakın doğuda yeniden şekil verilmek istenen topraklarda sınırların yeniden çizilmesi sürecinin hızlandırılması olarak da okumak gerekir diye düşünüyorum. Zira Türkiye-Katar arasında imzalanan askeri üs anlaşması ve ‘’Kürt devleti’’ kartının yeniden masaya yatırılmak istendiği, özellikle TBMM’deki dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili ortaya çıkan sonucun gerek ABD’nin (HDP’yi serbest rahat bırakın, PYD Fırat’ın kuzeyinde bize lazım demesi) ve gerekse de AB’nin ( HDP ile uğraşmayın, dokunulmazlıklar ile ilgili konuda ve çıkan sonucun ardından HDP Eş Başkanı Gülten Kış(a)nak’ın Almanya’ya gitmesi) hiç de hoşuna gitmediği yapılan art ardına açıklamalardan anlaşılmaktadır.
Önümüzdeki günlerde dünyayı özellikle Türkiye’yi ve doğal olarak bölgemizi ne gibi gelişmeler bekliyor şimdiden tahmin etmek güç.Ancak bundan on gün evvel Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Balkan ülkeleri Genel Kurmay Başkanları ile bir araya gelerek yapmış olduğu toplantı, Alman silahlı kuvvetlerine Adana İncirlik Hava Üssünün açılacağı, önce Suriyeli göçmenler üzerinden sonrasında ise serbest vizesiz dolaşım masalıyla ilgili ortaya çıkan sonuç ve son olarak Haziran ayının ilk haftasında Federal Almanya Meclisinde Ermeni Soykırımı tasarısının onaylanacağına yönelik gelişmeler Türkiye-Almanya doğal olarak AB ilişkilerini daha da gereceğe benziyor.
Türkiye’de ise ‘’düşük profilli Başbakan’’ tartışmaları ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir şekilde ‘’fiili başkanlık’’ dönemine geçiş yaptığı ve bu gelişmeler doğrultusunda dünyadaki ve bölgemizdeki diğer gelişmelere yönelik nasıl önlemler ve stratejiler geliştirileceği de merak konusudur.