Ortadoğu ve Türkiye’yi Bekleyen Tehditler’’

Ömer KALAYCI

‘’Yaratıcı Tahrib’in Dönüştürdüğü Ortadoğu ve Türkiye’yi Bekleyen Tehditler’’

 

‘’Devlete karşı İslam kurallarının yürürlükte olduğu bir coğrafyada, anayasal süreç inanca başkaldırı olarak görüldüğü sürece, buradaki şiddet de mezhepsel kıyım da devam eder gider.’’1

‘’Güçler Savaşı’’, aslında tek bir düşmana (IŞİD’e) karşıymış gibi olsa da, esasında dünya genelini ilgilendirmektedir. Ayrılmış, parçalanmış güçler de etkisini barış ya da sulh ortamını yaratmama üzerine kurar. Önde birbirleriyle barış ortamı yaratma çabası sergileyen güçler, esasen arka planda sürekli çatışma halindedirler. Öyle ki sermayeye- ekonomiye dayalı bir sistemin başı olan bu aktörler, sömürülen ya da sömürülmek istenen kitlelere, uluslara "seçim-seçme" şansı bırakmak istemezler. Bu tarz diktatörlükler de "terörden" beslenir ve muhtaç oldukları kesintisiz bir şiddetin kurumasına asla izin vermezler. Dolayısıyla bu kaynağın her zaman kendilerine akması için kullandıkları araçları da her daim kontrol altına alırlar ki bunu yaparken kameralar önünde yapılan sözde barış çalışmalarını, çabalarını kullanırlar. Aslında amaçları kameranın ışıkları kapanınca, paylaşım planlarına netlik kazandırmaktır. Kapitalist üretim tarzı özelikle yeni dünyanın üretim tarzı, ulusların ve ulusların kendi halkının birbirinden uzaklaşması, bağımlılık üzerine planlanmış, oluşturulmaya çalışılan birbirlerinden kaçan kitlelerin üretimini, enerji kaynağını sömürebilmektir.

 

Elias Canetti ‘’Kitle ve İmha’’ adlı kitabında, "Daha çok öldüren zafer kazanır, savaşçı bir kitle kendisi hariç sanki herkes ölüymüş gibi davranır..." der. 2

Egemen güçler de Ortadoğu’da yarattıkları bu ölü kitleler üzerinden, sermayelerini döndürme yarışında ulusları ölü olarak görmektedirler.

Ortadoğu, 2010'da Tunus’la birlikte başlayan ‘Arap Baharı' süreci ile yeni gerilimlere sahne olmuş, Suudi Arabistan ve İran arasında patlak veren gerilimle birlikte, Ortadoğu ateşini daha da körüklemiştir.

ABD başta olmak üzere Batı dünyasının ‘Arap baharı’ sürecinde oynadıkları rol çok tartışmalıdır. Zira bu konuda F. William Engdahl, ‘’Egypt’s Revolution: Creative Destruction for a Greater Middle East?’’3, başlıklı makalesinde ABD’nin ‘Arap Baharı’ sürecinde uyguladığı politikaya ‘’yaratıcı tahrip’’ adının verildiğini ileri sürmüştür.

Suudi Arabistan yönetiminin, 2016 Ocak ayının 2’sinde muhalif Şii lider Şeyh Nemr Bakır en-Nemr'i idam etmesiyle Ortadoğu, açığa çıkan bu yeni krizle, tarafların gerilimi tırmandıran söylemleriyle Şii-Sünni çatışmasına dönüşerek devam etmektedir. Suudi Arabistan ve İran’ın sınırlarını da aşarak Afrika'ya kadar uzanan mezhep kartları üzerinden ayrılık ve kutuplaşmalar, Ortadoğu’daki gerilimleri daha da ağırlaştırmaktadır.

Ortadoğu'daki asırlık Sykes-Picot düzeninin bu ayaklanmalar ile yıkıldığı, Sünni-Şii çatışmasıyla da bölgede parçalanma sürecinin başladığı görülmektedir. Rusya’nın onayı ve 9-16 Mayıs 1916 tarihlerinde mektup teatisiyle İngiltere-Fransa arasında sağlanan anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu’nun, Anadolu ve Ortadoğu topraklarının paylaşımını içeren gizli bir anlaşmanın adıdır Sykes-Picot. Fransa adına François Georges Picot, İngiltere adına ise Sir Mark Sykes’in imza koydukları bir uzlaşı olmasından dolayı, onların adı ile anılan bu anlaşma, bölgenin kaderi üzerinde bugüne ulaşan kalıcı etkiler bırakmıştır.4

Milli Mücadele yıllarından sonra kurulan “Türkiye Cumhuriyeti” hudutları dışında kalan, Misak-ı Milli sınırlarına dâhil yerlerle birlikte, Ortadoğu’da manda idaresi şeklinde ihdas edilen devletçikler, Batılı güçler tarafından masa başında cetvellerle belirlenen sınırlar ve siyasi hâkimiyet alanları ile eksik de olsa başarıyla uygulanan Sykes-Pikot anlaşması, “böl ve yönet” taktiğinin de hayata geçirilmiş en bilinen örneğidir. Aynı zamanda bugün için, Irak ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da sınır değişikliklerine yol açan boyuta varan gelişmelerin de temelini teşkil etmektedir.

Arap isyanlarının büyük bir toplumsal enerjiyle başlamış olsa da, sürecin gittikçe uzaması mevcut iktidarların varlıklarını ve vesayetlerini koruması ile birlikte Dış konjonktüründe yaşanan olaylara ‘’yaratıcı tahrip’’ tasarımında izleyici konumunda oluşu bir nevi bezginlik ve kırılmalara sebep olmuştur.

Suudi Arabistan’ın, Ortadoğu’da izlediği bölgesel ekonomi ve siyasi denge politikası karşısında aynı coğrafyada etkisini ve ’Nükleer Antlaşma’nın da getirdiği rahatlıkla nüfuzunu ve ekonomisini arttırmak isteyen İran bulunmaktaydı. Suudi Arabistan'ın petrol zengini doğu vilayetinde Arap Şiiler yaşıyor, sorunlu komşusu olan Yemen’de Şiiler güçleniyor, diğer bir komşusu olan Bahreyn'i Sünniler yönetse de ülke nüfusunun çoğunluğunu Şii'ler oluşturuyor. Dolayısıyla her iki ülkeden biri bu alanda biraz hareketlense diğerinin aleyhine hatta tüm bölgeye etki ediyor. İki ülke uzun bir süredir dengeyi korumayı başardı. Ta ki ABD ile varılan nükleer antlaşma ile dengeler Ortadoğu ve Körfez bölgesinde yıkıldı. Varılan Nükleer antlaşma ile İran: Petrol, doğal gaz, finans ve yatırımcılık, havacılık ve deniz taşımacılığı, alanlarında yaptırımlar/ambargolar kaldırılacak ayrıca İran’ın ambargolardan dolayı yurt dışındaki milyarlarca dolarlık varlığına yeniden ulaşabilecek. Patlak veren bu gerilim elbette yeni denge arayışının neticesidir. Ayrıca bu yeni dengeye göre İran’ın konumu dolayısı ile Şiilerin daha da güçlenmesi durumunda Yemen’e de evrilecek olması Suudi Arabistan’ı rahatsız etmektedir. Bu yüzden Riyad İngiltere'den aldığı silahlarla uluslararası koalisyon söylemiyle sürekli Yemen'i bombalamaktadır.

Çünkü Yemen, bulunduğu coğrafya gereği Kızıldeniz’i Hint Okyanusu'na bağlayan ‘Hüzün Kapısı’ adını verdikleri ‘’Bab'ul Mendep’'i kontrol eden stratejik bir öneme sahiptir. Bu stratejik konumdan dolayı, Hüzün Kapısı’nın( Bab'ul Mendep ) güvenliği, petrol üreten ve tüketen ülkeler açısından da büyük önem arz etmektedir. Dolayısı ile Batılı ülkeler, Yemen'e yerleşen IŞİD’e bağlılıklarını artık itiraf eden El Kaide terör örgütü ile de mücadeleyi esas alma yolunda ilerlemek isteyeceklerdir.

Bu bağlamda, Suudiler mücadelelerini Sünniliğe, İran ise Şiiliğe bağlıyor. ‘İslam davası' söylemiyle iç kamuoyuna ve coğrafyaya pazarlanıyor. Çatışmaların ardında elbette asırlık Sünni-Şii ayrışmasının etkisi de vardır. İngiliz soslu Arap milliyetçiliğinin İngiliz Şiiliği ve İngiliz Sünniliği ile imtihanıdır bu. Ancak meselenin özü tamamen jeopolitik kazanımlar mücadelesidir.

Riyad hükümetinin, Şii hilali karşısında Sünni blok ve Suudilerin kurmuş olduklarını iddia ettikleri ‘İslam İttifakı’ da ne derece etkili olacaktır bilinmez ancak şu da göz ardı edilmemelidir ki, o da İslam coğrafyasında somut bir Sünni bloğun hele hele IŞİD’in özellikle Suriye ve Irak’taki kanlı vahşi eylemleri göz önüne alındığında, Selefi-Vahhabi IŞİD’in sözde Sünniliği temsil ediyor olması da başta Riyad’ı dolayısıyla İslam coğrafyasını zora düşürmüştür. Dolayısı ile petrol gelirleri ve bölgedeki nüfuz etkisi düşen Suudi Arabistan, gözden düşmemek adına etkiyi kaybetmemek için Sünni-Şii çatışmasına adeta benzin dökmüştür.

Ayrıca Suudi Arabistan, Yemen’e saldırmakla bizzat mezhepsel ve Suudi nüfuz haritasının bozulmasına izin vermeyeceğini amaçlamaktadır. İran’ın Şii yayılmacılığı korkusunu kullanarak bu hamleyi gerçekleştirmiş olabilir. Ölen Sudi Kral Abdullah’tan sonra yerine gelen Kral Selman, göreve başlar başlamaz ya İran realitesine onay vererek başlayacaktı ya da ‘Sünni Cephe’ kartını kullanarak bölgesel liderliğe yeşil ışık yakacaktı.5 İran’ın Nükleer müzakerelerden almış olduğu yeni kazanımlar ve Suudi Arabistan yönetiminin, Ocak ayının 2’sinde muhalif Şii lider Şeyh Nemr Bakır en-Nemr'i idam etmesi, dolayısı ile bu günkü durumdan da anlaşılıyor ki ‘Sünni Kartı’nı kullanarak Selefi/Vahhabi davranmaya devam edecektir. ABD, İran ve Rusya’yı ki öncelikle Rusya’yı bitirmek istiyordu. Suriye ile yeni geliştirdiği politikası ve Arap ülkeleri ile sermayeye dayalı siyasi ilişkileri, Rusya’yı öncelikle petrolle vurmaya dayalı olup; süreci yine bu atağa karşı İran-Rusya-Suriye üçlemesinin Arap ülkelerine yönelik, siyasi politikaları belirleyecek gibi görünüyordu, ancak Suudilerle bu durum ABD için zorlaştığından İran’ı ön plana çıkartarak hedeflerine devam etmektedir.

Bir yandan da ABD, PKK’nın Suriye’deki kolu PYD ile sahada etkinliğini korumaya devam ediyor. Avrupalıların duruşları ise her ne kadar IŞİD’e karşı mücadele anlamında ittifak sağlanmış gibi gözükse de IŞİD’e karşı Türkiye’nin daha aktif rol almasını beklemektedirler. Sadece bu mu ? Bakınız GMF Dış Politika ve Güvenlik Direktörü Ian Lesser, etrafında eski düzenin yıkılması nedeniyle Türkiye için çok ciddi, büyük değişim yaşandığını kaydederken, Ankara için zor günlerin kapıda olduğunu belirtmektedir. 

Ian Lesser: “Türkiye’yi bölgesinde uzun vadeli bir istikrarsızlık, güvensizlik ve çatışma süreci bekliyor. Bu nedenle Türkiye için NATO, ABD ve AB ile öngörülebilir güvenlik bağı olmasının önemi çok daha fazla arttı. Çok çetrefil ve ağır bir süreç yaşıyoruz ve bu koşullar altında bir strateji üretmek de çok zor. Daimi kaos ve güvensizliğin hakim olduğu bir bölgeye komşu olan Türkiye ile ilişkiler nasıl şekillenecek işte bu karşı karşıya olduğumuz güçlüklerden biri …” 6diyerek Ortadoğu’da yaşanan ve Türkiye’yi bekleyen sorunlarla ilgili niyetlerini açıkça belirtmektedir. Alman Bilim ve Siyaset Vakfı'nın Ortadoğu uzmanı Guido Steinberg’e göre gelecek dönemde en belirleyici öneme sahip konulardan biri Türkiye’nin sınırın ötesinde, adeta devlet yapılanması oluşturan IŞİD’e karşı takınacağı tavır. “IŞİD’in bu kadar güçlenmesine Türkiye’nin politikaları yol açmıştır, bütüncül değişim bekliyoruz”7 diyen Steinberg şunları kaydetmektedir:

“Türkiye’nin Esad’ın tasfiyesi ve PYD’nin PKK ile bağı nedeniyle Suriyeli Kürtlerin güçlenmesini önleme öncelikleri var. Her iki önceliğin meşru olduğunu düşünüyorum. Ancak asıl sorun bu nedenlerden ötürü İŞID’e karşı kararlılıkla mücadele etmemiş olmasıdır.” Ayrıca Steinberg, Türkiye’nin IŞİD’e karşı daha ciddi önlemler alırken, Kürt sorununa siyasi çözüm çabalarını canlandırması gerektiği görüşünü şöyle açıkladı: “Türkiye’de hali hazırda iç kutuplaşma varken IŞİD bu kutuplaşmayı keskinleştirmeye çalışıyor. Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırılarının da sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. IŞİD Türkiye’de savaşı başlattı. Daha büyük zarar görmeden Türkiye, PKK ile çözüm sürecini yeniden başlatmalı.”8 Açıklaması ile hem PKK/HDP ve PYD’ye açık destek vermektedirler.

Şimdilik sahada en çok boy gösteren ülke İran’ı da arkasına alan Rusya’dır.. Rusya ise bölgede, Suudilerin tetiklediği Sünni dalgalanmasının kendilerine değişik etmenlerde geri döneceğini öngörüyor.

IŞİD’e karşı Suriye özelinde Irak, İran, Çin ve Kürtlerden (PYD/YPG) müteşekkil bir savunma hattı kurguladılar. PYD/YPG ve Barzani bölgesindeki Kürtler ise ilginç bir şekilde hem Sünni hem de Şiilerden, ayrıca ABD, İsrail ve Rusya’dan da destek alabilen tek bölgesel aktör konumunda meşrulaşmışlardır. ABD Başkan Yardımcısı Jho Biden’in iki günlük Türkiye ziyareti ve bu ziyarette iktidar hükümeti AKP’nin haricinde, CHP ve HDP’li siyasetçilerle görüşme yapması, gerek Davutoğlu ile gerekse de Recep Tayyip Erdoğan ile yapılan görüşmelerde IŞİD’in, PKK’nın ve El Nusra’nın terör örgütü olduğunu, ancak PYD’nin, ABD’nin ikinci adamı Biden tarafından terör örgütü kapsamında değerlendirilmemesi ve adının hiç zikredilmemiş olması ise, bu sürecin sonunda kazananın her şekilde HDP/PKK/PYD/YPG olacağını göstermektedir.

Ortadoğu'da eski dengeye geri dönmek hiç de mümkün görünmüyor. Zira 11 Eylül ile birlikte başlayan ‘’Teröre Karşı Savaş’’ adı altında özellikle, ikinci körfez savaşından sonra Irak’ın işgaliyle sınırlı kalınmamış, Libya çökmüş, Irak fiilen bölünmüş, Mısır ve Tunus’ta otoriter rejimler değiştirilmiş, Suriye’nin parçalanması kaçınılmaz hale gelmiş, ‘Bağımsız Kürdistan’ın kurulması ise Suriye’deki gelişmelere, bu gelişmelerden çıkacak sonuçlar ile Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğu Anadolu’daki alınacak sonuçlara endekslenmiştir.

13 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP hükümetleri, Ortadoğu’daki yaşanan Jeopolitik şekillenmelerin özellikle Irak’taki boyutunu engelleyememiş veya Türkiye lehine sonuçlandıramamıştır. Türkiye’nin Ortadoğu’da yaşanan ve önümüzdeki 20 yılda da yaşanmaya devam edecek olan adı ister etnik, ister mezhepsel çatışmalar üzerinden gerçekleştirilecek parçalanmanın, kendisine yönelecek etkilerini en aza indirgemek amacı ile gelişmeleri etkisiz bir şekilde izlemek yerine, oluşturulmak istenen haritanın kendi menfaatlerini koruyacak şekilde çizilmesi yönünde etkili olması gerekmektedir. Neden 20 yıl diye sorulacak olursa: Nisan 2015 tarihinde Washington ziyaretinde bulunan Barzani’nin, ‘Bağımsız Kürdistan’ konusunda daha fazla destek istemesi üzerine, ABD’nin kendisine ‘Bağımsız Kürdistan’ için bir 20 yıl daha beklemeniz gerekmektedir’’9, nasihatını almış olmasından mıdır acaba ?

Alman Friedrich Neuman Vakfı Ortadoğu Direktörü Dr. Rene Klaff, bu bağlamda Türkiye’nin istikrarı için, yegane ve en önemli koşulun sınırlarının korunması olduğunu söyleyerek şu noktalara değinmektedir: “Kürt sorunu Ortadoğu’da düzenin yıkılmasına yol açan kimlik ve entegrasyon sorunundan farklı başka birşey değil ki. Biz kimiz ve nasıl bir yönetim sistemi istiyoruz sorusu ortada. Konu Kürtlerin kendi devletlerini kurması değil, bu zaten mümkün değil. Kürt sorunun özü, demokratik normların uygulanmasıyla çözümlenebilir.“10 diyerek farklı bir bakış açısı getirmiş olsa da Avrupa’nın, gerek Türkiye’deki Terör sorununa, gerekse de HDP/PKK/PYD konularına bakış açısı pek de masum olduğu söylenemez.

Ortadoğu'da kartlar etnik-mezhepsel çatışmalar ile yeniden karıldığı bir dönemde, Türkiye'nin bu uyuşmazlıklarda taraf olması ise tüm dikkatleri ve tehlikeleri Türkiye’ye yönlendirilecek olmasıdır. Çünkü: “Türkiye Arapların iç diyaloglarına aşırı şekilde karışmamalı. Araplar, Türkleri kendi dünyalarından görmüyorlar. Mısır'ın ekonomisinin zorda olması onun tesirini azaltmadığı gibi, görece ekonomisi iyi durumdaki Türkiye'yi de etkili yapmıyor. Türkiye, Arap dünyasında cereyan eden kavgalara uzak durmalı. Şii-Sünni çatışmasında da Türkiye için en kârlı olan meselenin dışında kalması. Taraf olduğu zaman, Ortadoğu'daki radikal Şii grupların öfkesini üzerine çekmesi kaçınılmaz olacaktır. Eğer Ankara, Riyad'a arka çıkarsa bunun en büyük gerekçesi Suudi fonu olur.”11Dolayısı ile komşu devletler çöküp, parçalanırken, küresel terör örgütleri kalıcı olarak bölgeye yerleşirken Türkiye’nin etkilenmemesi düşünülemez. Yeni dönemde Türkiye'deki sözde ‘Kürt Meselesi’ adı altında PKK Terörünün, Alevi tartışmasının, Selefi radikalleşme sorununun büyümesi kaçınılmaz. Daha da önemlisi devletin, maddi açıdan kapasitesi sınırlı. Suriye iç savaşı belli ki bir süre daha devam edecek. Haliyle Türkiye'yi daha fazla yaralayacak, zayıflatacak.”

Sonuç yerine; Demokrasi, tanım olarak her yerde aynıdır ama uygulamada toplumların biçimine girer , dolayısıyla ''Ortadoğu’da demokrasinin tanımı İslami - şeri- kurallara göre biçim almaktadır.'' Tocguvelli'nin , demokrasiyi ele alırken ‘koşulların eşitliği’ne de değindiğini hatırlarsak, Batının Ortadoğu’ya demokrasiyi getirme anlayışında ne kadar samimiyetsiz olduğu kuram olarak da göze çarpmaktadır. Zaten mantıklı bir orantılama yapıldığında da Ortadoğu’nun geleceğine ilişkin mezhepsel ayrılıkların  birbirine karşı acımasızca kullanılarak kazanı sürekli kaynatmak ancak ABD'ye özgü bir anlayış olabilirdi.

Toplumlara dışardan empozeye çalışılan, ilk önce toplum biçimine uyarlanmadan despotik bir biçimde sunulursa mevcut olan iç karışıklığın bitmesi bir yana, ülkede karışıklığın sayısı daha da artar ki bu da zaten Ortadoğu'da olması istenendir. Ortadoğu'ya demokrasi getirmek isteyen egemen güçler, nedense ilk önce halkları yanlarına almaktan ziyade İslami terör örgütleriyle işbirliği içine girmekteler ?  Ortadoğu’daki mevcut sistemin mezhepsel anlayışlara bağlı yönetimlerin sürekliliğinde sadece Ortadoğu’daki milletlerin ayrışmaları değil batının elini hiç çekmemesi de önemli etken olmaktadır. 

Sonuç olarak Bu gün IŞİD denilen yapılanma, kendine çok rahat biçimde hem de şiddetin her türlüsünü kullanarak alanlar yaratıyorsa, bunda İslam dünyasının -uluslarının- her anlamdaki yoksunluğunun  etkili olduğu gerçeği göze çarpmaktadır. Marx,‘Rasyonel Devlet Ütopyası’nda: " din- politika ilişkisi, karşıt yönlerde işleyen iki farklı mantığı bir araya getirme iddiasında olduğu için aslında kurgulanamayacak bir bileşimdir; sıradan din, devletin bağı olacak yerde onun tasfiyesidir."12 derken, dinin  politik alana indirgendiğinde devletin yerini tanrının  alacağını ve insanın insana gereksiniminin ortadan kalkacağını vurguluyor ki günümüz Ortadoğu'sunu gözümüzün önüne getirdiğimizde tablo daha da net görünür oluyor. Ortadoğu'da, insanları Tanrı'ya yaklaştıran unsur olarak beliren ve kabul gören halifeler de, bu anlayışta her daim yerini koruyacağa benziyor. İslam toplumlarında " devlet" anlayışı sadece dinin içinde yer buluyorsa ki görünür tablo öyle, o zaman bu coğrafya sömürülmeye  uzun bir süre daha maruz kalacaktır.

Ortadoğu'daki bu anlayış, İslam ülkelerinde hemen hemen aynıdır Özgürlük dediğimiz şey buralara uğrar mı? Sorusunun cevabını toplumların alacağı kararların siyasi anlamda işlerlik kazanıp kazanmaması belirleyecektir ki bu da İslam coğrafyasında hele ki hala mezhepsel ayrılıklarla, dinin uygulanış biçimleriyle uğraşılıyorken ve batılı güçlerin elleri üzerlerindeyken çok zordur. Ortadoğu halkları "en iyi " kavramının uygulanırlığını beklemiyor belki ancak, böyle bir söyleme niyetlenmiş iktidarı da görmek isterler. 


 

Ömer Kalaycı

23 Ocak 2016- İstanbul


 

1 Ömer Kalaycı,’’Parçalanmış El Kaide Atomunun Güçlü Çekirdeği IŞİD ve Selefi Şiddet Dalgası’’ 01 OCAK 2015

2 Elias Canetti, ‘’Kitle ve İktidar’’,Ayrıntı:200 ,‘’Ağır’’ Kitaplar dizisi,Çeviri Gülşat Aygen,2003

3 F.William Engdahl, ‘’’’Egypt’s Revolution: Creative Destruction for a Greater Middle east?’’

4 Cevdet Küçük, “Sykes-Picot”, Dia, c.38, İstanbul, 2010. Fahir Armaoğlu

5 Ömer kalaycı, ‘’Rusya-İran ve Suriye’nin Zor Sınavı ve Mezhep Kartları Üzerinden Yemen Operasyonu’’ , 2 Nisan 2015

6 Deutsche Welle, ‘’Ortadoğu’da Yeni Düzen Arayışı’’, Haber: Değer Akal, 23 Ekim 2015

7 http://www.dw.com/tr/ortado%C4%9Fuda-yeni-d%C3%BCzen-aray%C4%B1%C5%9F%C4%B1/a-18802448

 

8 http://www.dw.com/tr/ortado%C4%9Fuda-yeni-d%C3%BCzen-aray%C4%B1%C5%9F%C4%B1/a-18802448

9 Prof.Dr.Ümit Özdağ, ‘’Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye için Oluşturduğu tehdit’’, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 11 Ocak 2016

10 http://www.dw.com/tr/ortado%C4%9Fuda-yeni-d%C3%BCzen-aray%C4%B1%C5%9F%C4%B1/a-18802448

11 http://www.zaman.com.tr/dunya_ortadoguda-yeni-duzen-kaos_2340053.html

12 Robert Nozick, ‘’Anarşi Devlet ve Ütopya’’,Çev. Alişan Oktay, Nisan 2015

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.