‘’ Soğuk Savaşa Dönüş, Değişen Dengeler ve Türkiye/Ortadoğu...

Ömer KALAYCI

‘’ Soğuk Savaşa Dönüş, Değişen Dengeler ve Türkiye/Ortadoğu’yu Bekleyen Kritik Sorunlar ’’

Uluslararası arenada siyasi, ekonomik ve askeri gelişmelerin ülkeleri yeni stratejik önlemler almaya zorladığı 2000’li yılların başında dünya, 2015 yılına gelmeden savaşlar, iç savaşlar, küresel terör saldırıları ve uluslararası terör örgütleri ile yüz yüze getirilmiştir.

2000’li yılların başından itibaren özellikle bölgemizde ve dünyanın bir çok coğrafyasında cereyan eden terör eylemler , savaşlar ve işgaller yeniden yaşanmaya başlamış, kartlar yeniden karılmış ve dünya enerji kaynaklarının kontrolü mücadeleleri yeni bir güç savaşlarına sahne olmuştur. Bu durumu öngörenler yeni bir dünya savaşının çıkmasından ziyade yeniden bir ‘’Soğuk savaş’’ yıllarına dönüş olduğunu ifade etmektedirler.

2014 yılının sonlarına doğru ABD’nin küresel güçler ile Rusya’nın, Suriye ve Ukrayna krizleri ile karşı karşıya getirildiğine de tanıklık etmişizdir.

Rusya’ya yönelik AB ülkelerini de kapsayan ekonomik ambargolar ve yaptırımlar ile yeni bir ‘’Soğuk savaş’’ dönemi başlatan ABD, bu durum karşısında sadece Rusya’yı değil doğal olarak Ortadoğu’daki müttefiki İran’ı ve uzak bir coğrafyada da olsa sıranın elbet bu gidişle kendisine geleceğini düşünen Çin’i bulmuştur.

Küresel planların ve oyunların tam da merkezinde kalan Türkiye, enerji kaynaklarının yoğunlaştığı Ortadoğu coğrafyası ile Hazar havzasının Avrupa ile bağlantısını sağlayan köprü olmakla kalmayıp, Karadeniz’den sıcak deniz sularına yani Ak Deniz’e inişini sağlayan ana kapı olma özelliğine de sahiptir.

Kavimler kapısı Türkiye’nin, ipek yolunun geçiş güzergahı ve dağılım merkezi olması, petrol ve doğal gaz yatakları olan Hazar Denizi’nde Rusya’nın komşusu olan Azerbaycan ve Türkmenistan’ın da olması, Çin ile komşu olan diğer Türk cumhuriyetleri Tacikistan ve Kırgızistan ile Kazakistan’ın her iki coğrafyada da bulunması; Türkiye’nin doğal olarak stratejik etki alanını uzak bölgelere de sürüklemektedir.

Dolayısıyla Türkiye üzerine kurulan her türlü oyun ve planların etki alanı sadece komşu ülkeler ile sınırlı kalmayacağı gerçeği gün gibi açıktır.

Konuya Jeo-stratejik bakıp, küresel düşündüğümüz de ve akıllı yürütülen analizler ile milli bir bakış açısında yoğunlaştığımız da Türkiye’de bırakın her hangi bir taşın yerinden oynayacak olmasını, bir taşın dahi yer değiştirecek olması halinde, dünyaya yeniden şekil/biçim vermek isteyen güçlerin oyun/plan ve stratejilerini de etkileyecek olmasıdır. Ayrıca Türkiye’nin bu durumu komplo teorilerinden tamamen uzak gerçeğe ise yakın olandır. Dünya da ve bölgemiz de genel durum bu iken Türkiye’de ise durum 7 Haziran seçimlerinin sonunda tek başına iktidara gelememiş, alternatif koalisyon senaryolarına karşılık koalisyon oluşturmamış ve 45 günlük bir sürenin akabinde AKP-HDP seçim hükümeti kurularak 1 Kasım 2015 erken seçim kararı alınmıştır.

Ancak 13 yıllık AKP/Recep Tayyip Erdoğan hükümetlerinin yönettiği Türkiye’de, gerek iç politika da gerekse dış politika da kritik sorunlar yoğunlaşmıştır. Buna göre içteki kritik sorunlar:

  • Güneydoğu illerinde özellikle Cizre’de yaşatılmaya çalışılan ayaklanma girişimleri ile ülke her an bir iç savaş tehdidi ve tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmıştır.

  • Özellikle 2009 yılında Norveç’in başkenti Oslo’da ilk görüşmelerin gerçekleşmesi sonucu kamuoyunda Oslo görüşmeleri olarak bilinen AKP iktidarı ile PKK terör örgütünün liderleri arasında İngiltere hakemliğinde gerçekleştirilen ve tutanaklara geçen ihanet görüşmeleri.

  • Sözde ‘’Kürt sorunu’’ çözümüne yönelik bıçak sırtında ve sadece iktidar partisi AKP’den birkaç kişinin bilgisi dahilinde yürütülmeye çalışılan, ‘’Analar ağlamasın’’ ile başlayıp, ‘’Milli birlik ve kardeşlik mutabakatı’’ ile devam eden, ‘’Demokratik açılım’’ süreci ile ivme kazanıp, ‘’Çözüm süreci’’ ile pike çeken İktidar/HDPKK müzakerelerinin Türkiye’yi getirdiği durum.

  • Özellikle Cumhurbaşkanı seçildikten sonra AKP ve kendi arasında açığa çıkan siyasi gerginlikler ve ayrılıklar.

  • Okyanus ötesi yapılanma olan Cemaat örgütlenmesi ile AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın geçmişte birlikte yürüdükleri ancak 2013 ile birlikte yollarını ayırdıkları, ‘’paralel örgüt’’ yapılanması adı ile de, Türkiye’de geçmişte uygulanan sivil askeri tüm davaların üzerlerine yıkılması ile başlattıkları operasyonlar.

  • Küresel güçlerin Türkiye’deki siyasi özellikle ekonomik tetikçiliğini üstlenmiş olan STK’lar ile Cumhurbaşkanı ve hükümet arasındaki ilişkilerin taktiksel savaşları.

  • Operasyon/Baskı/Şekil/biçim/yeniden dizayn edilmek istenen ve bu mana da bir dizi operasyonlara maruz bırakılarak pasifize edilmek istenen muhalefet partileri.

  • Türkiye’de; Cumhuriyet’in kazanımlarının hiçe sayılması, etnik milliyetçiliğin tavan yapması, kavramlar ve ifadeler üzerinden Türk Milliyetçiliğine ve Milliyet duygusuna karşı hasımane tutumla yürütülen çirkin kampanyalar ile Türkiye cumhuriyeti devletinin Milli/Üniter devlet yapısına yönelik saldırıların ve hakaretlerin artması.

  • Ümmet inancının, millet ve milliyet duygusunun üstüne çıkarılarak gayri milli uygulamaların artması.

  • ‘’Başkan’’ olabilmek adına her türlü yolu ve eylemi mubah sayan bir ‘’Ümmet düşünü totaliter İslamcı’’ şahsiyetin halen Türkiye’nin başında ve başına bir karabasan edasında çörekleniyor olması.

  • Özellikle 17-25 Aralık rezaletini dahi İslam ve Ümmet’in kurtuluşu adına yaptıklarını savunan ve bu savunmaya inanan ‘’zombiler yığını’’ ile karşı karşıya olan bir Türkiye.


 

Küresel ve bölgesel güçlerin, her birinin ayrı ayrı plan ve senaryolarını gerçekleştirmek istedikleri Türkiye, yöneticileri tarafından şahsi çıkar ve menfaatleri uğruna hızla karanlığa gömülmektedir. Gelecek nesilleri düşünmekten uzak, DEVLET adamlığı kişiliğinden yoksun ve her türlü varlığını Batı’ya muhtaç olan, şahsi menfaatlerini ve geleceklerini düşünen ve bu uğurda her eylemi mubah gören siyasilerin elinde Türkiye’nin yönetiliyor olması ne kadar acı bir tablo değil mi ?

Yeniden ‘’Soğuk Savaş’’ atmosferine giren/sokulan dünya ve bölgemiz de iki büyük ciddi mücadele giderek çok daha kanlı bir şekilde hız kazanmaktadır.

  1. Ortadoğu’da gerçekleştirilen Enerji savaşları

  2. Rusya-Ukrayna, Rusya-Gürcistan gerilim ve krizi ile ABD ve AB’nin ileri sürdüğü ekonomik temelli silahsız siyasi savaşı.

Ancak ne ironik bir durum ve Jeo-politik bir kazanımdır ki, Türkiye her iki savaşında yanı başında ve tarafların da ihtiyaç duyduğu bir ‘Kilit ülke’ konumundadır.

Son günlerde yaşanan yoğun diplomatik trafiğe de değinerek yazıma devam etmek istiyorum.

ABD, İngiltere ve İsrail’in Ortadoğu’da, Suriye üzerinden geliştirdiği ‘’Ortadoğu ve Doğu Akdeniz Enerji/Petrol kaynaklarını ele geçirme politikası’’ başlatıldığında ABD ve AB, Rusya’nın önüne Gürcistan ve Ukrayna krizlerini getirerek bir çeşit yaptırımlara maruz bırakarak Rusya’yı Ortadoğu’daki nüfuzundan, askeri, siyasi, ekonomik ve (Batı ile olan Hristiyan savaşı Ortodoks/Katolik/Protestanlık) diğer kazanımlarını zayıflatmak ayrıca Batı’nın doğal gaz konusunda bağımlılığını bertaraf etmek niyetindeydiler.

Ancak Suriye’de, ‘Esad Rejimi’nin bertaraf edilememesi ve kısa zamanda rejimi düşürmeyi hedefleyenlerin, 4 yılı aşkın bir zaman süreci içinde, Suriye’nin arkasına Rusya’yı, İran’ı (Doğal olarak Hizbullah’ı) ve uzakta olsa Çin’i alması ile direnen Esad rejimi, Rusya’nın Ortadoğu ile Doğu Akdeniz’deki kazanımlarından açık vermeyeceği ve Suriye’yi Ortadoğu’da ‘Öncü Karakol’ olarak gören Rusya’nın, yeni bölgesel ataklara ve stratejilere girişerek hem bölgedeki ağırlığını pekiştirdiği, hem de dünya enerji kaynaklarını tek başına ABD ve Küresel güçlerin paylaşımı konusunda ‘’Biz de varız’’ vurgusunu yapmıştır.

ABD, İngiltere ve İsrail’in Doğu Akdeniz’in, Kıbrıs’ın hatta Girit’in siyasi coğrafyasının yeniden şekillendirilmesi ve Enerji kaynaklarının paylaşımı noktasında Rusya’nın son ataklarını görmüşler ve esasında başat rol üstlenen ABD ve Rusya bir dizi görüşmelerden sonra İngiltere’nin, Almanya’nın ve ABD’nin ortak açıklamaları olan Esad ile Suriye’nin bir süre daha devamına onay verilerek IŞİD’ e yönelik ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri ve Suriye ile Irak’ıda katarak, Rusya bölge de ağırlığını bir kez daha göstermiştir.

Her ne kadar Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de ki enerji kaynaklarının paylaşımı noktasında başat rol üstlenen ABD ve Rusya olmuş olsa da, esasen bu ikiliye Yunanistan’ı da katmak gerekecektir çünkü 200 yıllık Rusya ve Yunanistan ilişkileri yabana atılacak bir ilişki değildir. Dolayısı ile yukarı da izahına çalıştığım; Ortadoğu’daki kazanımlarını korumak ve geliştirmek isteyen Rusya’nın, Akdeniz’de son tutunma noktası ve Öncü karakol niteliği olarak gördüğü Suriye’ye kayıtsız kalamayacağı bir gerçektir. Bu bölgede olası bir askeri müdahale deniz kuvvetleri arasında gerçekleşeceği gibi, Akdeniz’de deniz gücü üstünlüğü kimin elinde ise zafere daha yakın o olacaktır diye düşünmekteyim.

Türkiye ise her yönüyle, çok seçenekli siyasi karar ile karşı karşıyadır. Ancak bir dönem AB’nin Genişlemeden sorumlu komiseri Günter Verheugen’in ‘’ Çok fazla seçenek kararsızlığa, kararsızlık ise karamsarlığa iter.’ açıklaması son derece önemlidir. Bu meyan da Türkiye, son derece önemli ve gelecek yüz yılın stratejik dengelerini alt üst edebilecek bu konuda kısa vadeli kararlar almak ve uygulamak yerine uzun vadeli milli çıkarlar noktasında düşünerek karar almalıdır.

Küresel anlam da kuşatma altına alınmaya çalışılan Rusya ve Rusya’nın Ortadoğu ile Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından pay sahibi olmak isteyişi, Suriye üzerinden bölge nüfuzunu devam ettirmek isteyişi, Kafkasya ve Balkanlardaki nüfuzu, sözde Ermeni iddiaları, söz de ‘’Kürt sorunu’’ ve doğal olarak bölgesinde ve coğrafyasındaki enerji kaynaklarından pay sahibi olmak isteyişi ile Rusya’yı ve Türkiye’yi ortak bir zeminde bulundurmuş gözükmektedir. Türkiye ve Rusya’nın ulusal çıkarlarının kesişmesi her iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmış ancak bu yakınlaşmanın Türkiye-Çin arasında füze anlaşmaları konusunda ciddi anlamda sesini yükselten ABD, AB ve İsrail’i ciddi anlam da rahatsız edeceği şüphesizdir.

Gelelim 1 Kasım 2015 erken seçimlerinden sonraki tabloya; malumunuz üzere seçimlerin ardından hali hazırda bekleyen kritik sorunlar yoğunlaşarak, uluslararası alanda da Türkiye’yi tehdit etmeye devam etmektedir.

PKK Terör örgütünün Kandil’deki liderlerinden Murat Karayılan’ın, Belçika’nın başkenti Brüksel’de 15. düzenlenen ‘’ Kürdistan Ulusal Kongresi’’nin genel kuruluna gönderdiği mesaj ve bu mesaj da iki önemli kavramın önümüzdeki zaman diliminde Türkiye’nin başına çok daha çetrefilli sorunlar yumağı getireceğinin bir sinyali olarak değerlendirilmektedir. Karayılan’ın vurguladığı o iki önemli kavram : ‘’ Özgür ve Demokrasi’’ kavramlarıdır. Diyeceksiniz ki PKK ve meclisteki siyasi uzantısı HDP bu kavramları özellikle ‘’Çözüm Süreci’nde sıklıkla kullanmıştı zaten diye ancak bir kez daha Karayılan’ın sözlerine kulak verelim. Karayılan; ‘’Beni KNK üyeliğine laik gördüğünüz için Hazırlık Komitesi ve KNK üyelerine teşekkür ediyorum. Kürdistan Özgürlük mücadelesi içerisinde, Apocu bir fedai olarak yer alıp Demokratik Ulusal Birliğin prensiplerini uygulayacağıma, Özgür, demokratik ve başarılı Kürdistan için tüm gücümle mücadele edeceğime dair tüm kutsal değerlerim üzerine söz veriyorum.’’ demektedir. Ayrıca bir diğer ilgi çekici kavram ise ‘’Birlik’’ kavramıdır ki bu da şu şekilde ifade edilmiştir. ‘’Derin sömürgeci güçlerin konseptleriyle oluşan DAİŞ çetele üyelerinin Şengal’deki katliamına karşı, Başur ve Rojava Kürdistan’ındaki halkımızın direnişi, tüm dünyada ses getirdi. Rojava devriminin başarısı ve Kuzey Kürdistan’da 7 Haziran seçim zaferi, düşmanlarımızı çıldırttı. Onun için halkımıza ve mücadelemize karşı genel saldırı ve savaş başlattılar. Halkımız Kuzey Kürdistan’da, Türk devleti ve AKP hükümetinin işgal politikalarına karşı, yeni bir süreç başlattı. Özellikle Kuzey Kürdistan’daki demokratik özerklik ilanı, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi içinde yeni bir aşamanın da başlangıcı oldu. Bu süreç büyük başarıların süreci, özgür Kürdistanı kurma sürecidir. Düşmanın saldırılarına karşı, Önder Apo’nun İmralı’daki direnişi, şehirlerde halkımızın direnişi, Kürdistan dağlarında gerillamızın direnişi yükseliyor. Devrimimizin direniş ve yürüyüşü başarı için yola çıktı. Kuzey Kürdistan’da başlayan atılım, sadece bir parça için değil tüm Kürtlerin özgürlüğü içindir. Bu aynı zamanda Türkiye ve Ortadoğu bölgesinin de demokratikleşmesi için önemli bir role sahiptir. İnanıyorum ki değerli kongre üyeleri, bu konuda tartışıp önemli sonuç ve kararlara gidecekler.

Böylesi önemli bir süreçte kuşkusuz halkımızın her zamankinden daha çok birliğe ihtiyacı var. Yine böylesine tarihi bir süreçte, hem halkımızın atılımının başarıya ulaşması, hem de ulusal birliğin tamamlanması için inanıyorum ki, KNK rolünü oynayacak ve önemli bir çalışmaya imza atar.’’

Özellikle ‘’Özgür ve Demokratik’’ vurguları değerlendirdiğimiz de Irak’ta ‘’Kuzey Kürdistan’’, Suriye’de ise ‘’ Batı Kürdistan’’ için uygulanan modeller dikkat çekmektedir ve buna göre :

  • Irak’ın işgali sürecinde gösterdikleri katkılardan dolayı ödüllendirildikleri ve her an ‘De Fakto devlet’ olarak Türkiye’nin karşısında durmaktadır.

  • Her ne kadar bu ‘De Fakto Devlet’ Suriye’deki gelişmelerle bağlantılı ise de Suriye’de kurulacak bir devlet ( Batı Kürdistan) Irak’ta kurulacak ( Kuzey Kürdistan) devletin bağımsızlığını ilan edecektir.

  • Karayılan’ın vurguladığı bir diğer kavram ise ‘’Birlik’’ bundan da kast edilen ‘’Kürt Milliyetçiliği’’nin daha da pekişerek karşımıza daha kuvvetli bir yapı ile çıkılacak olmasıdır.

  • Ayn el Arap olayı, Cereblus’a yapılan vurgu, Cizre’de yaşatılmak istenen ayaklanma ile bir köprü kurularak bağlanması, PKK teröristlerinin haricinde Irak’ta ‘Eğit Donat’a tabi tutulan ve her ne kadar fiyasko ile sonuçlansa da 6 bin civarındaki Suriyeli peşmergelerin büyük bir çoğunluğunun Suriye’ye geçtiğine dair haberler bu iki modeli kuvvetle destekler mahiyettedir.

  • Suriye’de ‘’Batı Kürdistan’’ için uygulanmakta olan ise Suriye’nin başarısız bir devlet olduğu, ülkenin başında bir diktatörün bulunması ve anti demokratik bir devlet olarak tüm dünya da algı politikasının yapılarak gerçekleştirilmesidir.

  • Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, İran’da ve Afganistan’da desteklenen bu terör örgütleri bölgeyi dizayn etmek isteyen güçlerin askeri ve siyasi partnerleri olarak ileride ‘’Kahraman’’ sıfatıyla yeni bir ödüllendirilmeye gidilerek bulundukları ülkelerdeki özellikle Türkiye’de meşrulaştırmak ve yeni oluşacak devletçiklerde pay ve söz sahibi konumuna getirilmek.

  • Ayrıca Türkiye’deki ‘’Suriyeli misafirler’’in konumu, Avrupa’ya giden mültecilerin, Batı’nın ekonomik krizine ek olarak gelen mültecilerin durumu ve IŞİD terör örgütü Batı’yı ciddi anlam da endişelendirmekte ve bundan doğacak faturayı Türkiye’ye yıkmak isteyecekleri.

  • Ayrıca Suriye sorunun da başta ABD ve Rusya olmak üzere, İngiltere, Almanya ve Fransa ve diğer bölgesel aktörlerinin , “Esadlı geçiş dönemi” konusunda anlaşmaya vardıkları şimdiden deklare edilmektedir.

  • Görünen bir diğer önemli konu ise ; ABD ve Rusya, Suriye ve Irak Kürtlerini, özellikle de  PYD ve YPG’yi, IŞİD’e karşı savaşta ve bölgenin geleceğinde, “kilit aktör ve önemli müttefik” olarak görmeleridir.


 

Özetle ve tekrar ile; Ortadoğu ile ilgili kısımlarda bölünme, bölememezlik (paylaşamamazlık) kısmına, gösterilen bölünmenin ardındaki egemen güçlerin , kendi aralarında gösterilmeyen bütünlüğe dikkati yoğunlaştırmamız gerekmektedir. Yani ‘’güçler savaşı’’, aslında tek bir düşmana karşıymış gibi olsa da esasında dünya genelini ilgilendirmektedir. Ayrılmış, parçalanmış güçler de etkisini barış ya da sulh ortamını yaratmama üzerine kurar. Önde birbirleriyle barış ortamı yaratma çabası sergileyen güçler, esasen arka planda sürekli çatışma halindedirler. Öyle ki sermayeye- ekonomiye dayalı bir sistemin başı olan bu aktörler, sömürülen ya da sömürülmek istenen kitlelere, uluslara "seçim-seçme" şansı bırakmak istemezler. Bu tarz diktatörlükler de "terörden" beslenir ve muhtaç oldukları kesintisiz bir şiddetin kurumasına asla izin vermezler. Dolayısıyla bu kaynağın her zaman kendilerine akması için kullandıkları araçları da her daim kontrol altına alırlar ki bunu yaparken kameralar önünde yapılan sözde barış çalışmalarını, çabalarını kullanırlar . Aslında amaçları kameranın ışıkları kapanınca, paylaşım planlarına netlik kazandırmaktırKapitalist üretim tarzı özelikle yeni dünyanın üretim tarzı, ulusların ve ulusların kendi halkının birbirinden uzaklaşması , bağımlılık üzerine planlanmış, oluşturulmaya çalışılan birbirlerinden kaçan kitlelerin üretimini, enerji kaynağını sömürebilmek"Kitle ve İktidar" kitabında E. Canetti , "daha çok öldüren zafer kazanır...savaşçı bir kitle kendisi hariç sanki herkes ölüymüş gibi davranır..." der. Egemen güçler de Ortadoğu’da yarattıkları bu ölü kitleler üzerinden, sermayelerini döndürme yarışında ulusları ölü olarak görmektedirler. ABD- Rusya birlikteliği / anlaşmaları sanırım bu yazılanları örnekleyen/tamamlayan/bütünleyen bir gelişmedir. 

Özellikle yaşanan son gelişmelere baktığımızda Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünün de değişmesi gerektiğini görmekteyiz ki bunda Rusya’nın bu denli büyük çaptaki hamlesinin etkili olduğu çok açık. Rusya, Ortadoğu’da Amerika’ya ben zaten hep buradaydım derken, bu sefer bunu tüm dünyaya duyurmakla kalmamış, Suriye için ABD tarafından hazırlanan bütün planları da altüst etmiştir. Amerika’nın Suriye’yi öncelikle rejimle vurmaya yönelik çabaları ve bunun için Erdoğan- IŞİD-Müslüman Kardeşler kartlarını kullanması girişimlerinin sonuç vermediği, Esadsız bir sürecin hele ki Rusya’nın desteğini alan Esadsız Suriye’nin olamayacağını görmesi, ABD’de yaklaşan seçimler öncesinde, Obama’nın Suriye üzerinden Ortadoğu hezimetiyle karşı karşıya kalması, çizilen imajını Rusya üzerinden telafi etme gelişmeleri tablonun görülen kısmıdır.

Öyle ki görünenin  arkasında  bir de PKK-PYD güçlerinin, Suriye ve Rusya ile ABD ve Türkiye için  değerlendirilmesi gereken konumu vardır. Suriye ve Rusya işbirliğinin, IŞİD’den sonraki yeni hedeflerinin önemli enerji kaynaklarını yeniden ele geçirmeye yönelik olacağını hesaba kattığımızda ise Türkiye’nin atacağı adımların önemi de artacaktır.

Siyasi uzantısı HDP ile  sürüncemede olan PKK’nın Irak’ın kuzeyi ve Suriye sınırındaki tampon bölgeleri sorunu, özellikle Türkiye için acil çözüm bekleyen bir konudur. Zira bu konu da Rusya Türkiye’nin tampon bölge/ Uçuşa yasak bölge NFZ ‘No Fly Zone’ teklifine sıcak bakmamaktadır. Rusya’nın PYD/PKK güçlerini muhatap almasına da baktığımızda uluslararası arenada Türk Dış Politikası’nın maalesef çöktüğü,  daha da tehlikeli boyutuyla göze çarpmaktadır. Peki Erdoğan’ın, Ortadoğu’daki rolü bitti mi sorusunun cevabı ise tartışılır ancak ABD ve İsrail’in, Ortadoğu üzerine bitmeyecek planları ve Filistin’in durumunu da hesaba kattığımızda ve en son Mescid-i Aksa’da yaşanan gelişmeleri değerlendirdiğimiz de  Erdoğan’ın biraz daha zamanı var gibi?

Göz ardı edilen asıl önemli unsur da, yaşanan tüm gelişmelerin Ortadoğu halklarına ne getireceğidir?  Gerçekte ‘’Egemen olamayan uluslar’’ın, coğrafi sınır engel tanımayan kapitalizmin öncü liderlerinden, ne zaman ve nasıl kurtulacağıdır?

Marx’ın dediği gibi; "Devletin, topluma tabi kılınması" ilkesinin  ne zaman hayat bulacağı önemli bir soru işareti olarak durmaktadır...

 

Bu gün Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan gelişmeler, bölgenin yeniden şekillenmesine yönelik oynanan kartların yeniden karılması sonucu, yeni stratejik yakınlaşmaların (Uzun vadeli devletin ve milletin milli çıkarları esasında uyum gösteren yakınlaşma) ve ulusal çıkarların kesişmesine sahne olmuş, bu atılacak adımlardan çıkacak sonuçların da önümüzdeki en az yüz yıllık bir yansımasının hedef ve stratejileri teşkil edeceğidir.

Yaklaşan 1 Kasım erken genel seçim sonuçlarıyla ilgili de kısa bir değerlendirme yapacak olursak; bir önceki seçim sonuçlarından çok da değişik bir tablonun çıkmayacağı, muhtemel çıkan sonuçlara göre mutlak bir koalisyon hükümetinin doğacağı, AKP-CHP/ AKP-HDP/AKP-CHP-HDP/ya da CHP-MHP koalisyon alternatifleri olursa olsun, kurulacak koalisyon hükümetinin çok da uzun süreli olamayacağı ve Türkiye’yi en geç 1 yıl içerisin de yeni bir erken seçime götürebileceği ihtimali kuvvetle muhtemeldir.

Yeni dönem de devam ettirilmek istenen, ‘’Ara bulucu ülke politikası yerine, Oyun kurucu ülke’’dış politikanın devamında ise Türkiye, ‘’ Kalp krizi teşhisi ile acile kaldırılan bir hastanın yapılan ilk tetkikler de aslında ‘Beyin kanaması’ geçirdiğini ancak ‘yüksek tansiyon’dan dolayı, kanamaya müdahale edilemediği’’ gerçeği ile karşı karşıyadır ve böylelikle küresel güçlerin devreye soktukları planların, başarılı biçim de bölgemizi yeniden şekillendirmek isteyişleri ve şekillendirme çalışmalarında rol sahibi olamayacağı gerçeğini bir kez daha netleştirmektedir.

Not: Ben bu makaleyi kaleme aldığım vakitler de, BM’nin New York’ta düzenlenen bu yılki genel kurulunda, söz konusu Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı/paylaşılamaması/ paylaşamamazlık sorununu Suriye üzerinden görüşen, başta ABD, Rusya, İran ve Çin ve Avrupa ve AB gibi ülkelerin en üst düzey yetkililerinin katıldığı toplantı da, maalesef Türkiye’nin yıllardan bu yana ısrarlı yanlış ‘’Ortadoğu ve Suriye politikası’’nın neticesin de ortaya çıkan sonuç, Cengiz Çandar’ın ; ‘’ Türkiye, Suriye’de devre dışı kalmıştır’’ ifadesi ile bir kez daha açığa çıkmıştır. Çandar’ın ‘’ Suriye’de devre dışı kalmak’’ adlı makalesinde sormuş olduğu şu soru Türkiye’nin ne denli açmaz da olduğunun kanıtı mıdır? ‘’Rusya, "Türkiye önerisi"ne açıkça karşı ve "uçuşa yasak bölge uygulanamaz" dedikten ve Obama, Suriye konusunda Rusya ve İran ile birlikte çalışmaya "kapı araladıktan" sonra, Erdoğan'ın ve Davutoğlu'nun anlatacaklarının artık bir kıymet-i harbiyesi kalmış olabilir mi?

 

Ömer Kalaycı

30 Eylül 2015- İstanbul

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.