“SON KALE”

Ömer KALAYCI

“Milliyetçilik , modern kalkınma tarihinin patolojisidir ve kökleri o toplumun geçmişindedir”  

 Benedict  Anderson

 

İnsanlık tarihi milletler mücadelesinin tarihidir. Milletlerin mücadelesinde ise her zaman milli çıkarlar ön planda olmuştur. Dünya tarihinde sorunların günümüzde olduğu kadar küresel hale geldiği başka bir devre yoktur.

Özellikle sanayileşme ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan yeni sorunlar ve ulus arası terör sadece belirli bölgeleri ve ülkeleri değil tüm dünyayı tehdit etmektedir.

Küresel terör, enerji kaynakları savaşı, etnik milliyetçilik, dini ve milli değerlere hakaret ve saldırı, ırkçılık, İslam dininin terörizm ile ilişkilendirilmesi, insan kaçakçılığı, uyuşturucu , mülteci akınları ve doğa katliamları gibi pek çok sorun insanlığın ortak sorunu haline gelmiş olsa da bu sorunların giderilmesi gereken noktada maalesef ortak çözümler üretilememektedir.

Ülkemizde ise bir yandan ‘’demokratik açılım’’ ile başlayan ‘’çözüm süreci ‘’ ile devam eden ‘’özerklik’’lerin ve ‘’federasyon’’, ‘’etnik federal devlet yönetimi’’, ‘’Başkanlık-Yarı başkanlık’’ gibi tartışmalar gündemde ısıtılırken bir yandan da 7 Haziran seçim sonuçlarını hazmedememiş , seçilmiş cumhurbaşkanı olmuş ancak Türk milletinin cumhurbaşkanı olamamış , şahsi heves ve çıkarları için ülkeyi yeni kaoslara ve dayatma erken seçime zorlamış bir despotluk hakimdir.

Diğer yandan ise Türkiye’de etnik bölücülük yapan bir partinin kapatılması tartışmaya açılmışken, ‘’Özgürlükler rafa kaldırıldı’’ teraneleri yandaş ve zift medyasında alabildiğince algı operasyonlarına hız verilmiştir.

Yıllardan bu yana ülkemize ‘’Tarihinizle yüzleşin’’ talimatları yağdırılırken,  İspanya’nın ‘’Franko dönemi’’ ile yüzleşmeden AB’ye üye yapıldığını saklamaya çalışmışlardır. Türkiye’ye sözde ‘’Ermeni soykırımı’’ iddialarını tanıması için sürekli baskı yapılırken ve ‘’Ermeni soykırımı yoktur’’ diyen bilim insanlarını hapis ve para cezalarına çarptıran Fransa;  Cezayir devlet başkanının ‘’Fransa Cezayir’de yaptıklarından ötürü özür dilemeli’’ şeklindeki sözler karşısında ‘’Tarihi olaylar tarihçilere bırakılmalı’’ diyerek çifte standarta devam etmişlerdir.

Türkiye’ye ‘’Kürt kimliğini tanıyın’’  dayatmaları yapılırken, Estonya 800 bin vatansız nüfusu ile AB’ye üye yapılmış, Slovenya ise nüfusunun % 10’ una vatandaşlık hakkı vermeden AB’ye alınmıştır.

Batı’nın bu tarz çelişkiler, işine gelen çifte standart yaklaşımları ve uygulamaları ve tarihi Türk düşmanlığı örneklerini çoğaltmak mümkündür. Ancak söz konusu bu yazıda bu uygulamalar ve çifte standart yaklaşımlar ele alınmaktan ziyade özellikle bugün Ortadoğu’da cereyan eden ve sonrasında çok geniş bir coğrafyaya yayılması muhtemel olaylar ile bu olayların gelişiminin Türkiye Cumhuriyeti devletini ve milletini son derece ciddi anlamda tehdit eden gerek devletimizin üniter yapısını ve gerekse de milletimizin bölünmez bütünlüğünün tehdit altında olduğunu ve bu konulara en hassas ve duyarlı özverili mücadeleyi gösteren Türk milliyetçiliğini ve MHP’yi konu almak istedim.  Zira MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin, 07 Haziran gecesinden  günümüze kadar gerek koalisyon görüşmeleri öncesi gerekse koalisyon turları yapıldığı dönemde ve sonrasında göstermiş olduğu tutum ve verilen mücadele akıl oyunları açısından ve tamamen stratejik hamlelerden oluşmaktadır. Bakınız bu konunun teferruatlarına girmeden evvel kısa bir tarihsel ve siyasi olarak bölgemizde ve ülkemizde gezinelim.

Malumunuz Ortadoğu’da 1990’lardan bu yana ‘’Irak-Kuveyt Savaşı’’ ile başlayan, 2000’li yıllarda ise ABD’nin Irak’ı ‘’Demokrasi getirmek adına’’ işgal etmesi ide devam eden ve 2010’larda ise ‘’Arap baharı’’ ile başlayıp ‘’Suriye iç Savaşı’’ ile devam eden ve IŞİD terör örgütünün varlığı ile son derece tehdit dolu yaklaşımlar ile ülke sınırlarımızın yeniden yapılandırılması  süreci ve her türlü varlığını Batı’ya borçlu olan 13 yıldan bu yana ülkemizin-milletimizin üzerine ‘’karabasan’’ gibi çöreklenen ‘’Ümmet düşünü totaliter İslamcı AKP ve R.T.E’nin’’ liderliğinde ‘’Klan fetişisti nekrofil zombiler çetesi HDP’’ ile önce Norveç’in başkenti Oslo’da İngiltere gözleminde başlayan, sonrasında Kandil ve İmralı ile devam eden Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli üniter devlet yapısının ‘’etnik federal devlet’’ yapısına getirilmesinden tutun da İmralı canisinin salıverilmesine gibi daha bir çok can alıcı sözler verildiği ve müzakerelerin yapıldığı bu konu ülkemizi ve milletimizi derinden yaralamış ve son derece ciddi tehdit ve tehlikeleri de beraberinde getirmiştir.

AKP hükümetlerinin emperyal çıkarlara zemin hazırlayan bu politikaları Türkiye Cumhuriyeti devletini ve Türk milletini sözün bittiği yere doğru sürüklemiştir. Kısacası Türk milletini ve devletini, ‘’ çok halklı, çok dilli, çok kültürlü, çok bayraklı ve çok marşlı’’ bir halklar mezbelesine dönüştürmek açıkcası  yıkmak !

Ancak söz konusu ‘’Ümmet düşünü totaliter İslamcı AKP’nin ve Klan fetişisti nekrofil zombiler çetesi HDP’nin’’ ve bu ikiliye ve her türlü ortaklıklarına ağa babalık yapan ABD-AB-İsrail ve İngiltere’nin bilmediği tarihsel bir gerçek vardır o da; Her devlet büyük bedeller ödenerek kurulur. Bunu göze alamayan ve gereğini yapamayanlar devlet kuramazlar !

Türk Milleti ise bu konuda her türlü bedeli ödemiş hem devlet/devletler kurmuş hem de uygarlığa katkıda bulunarak medeniyet ve tarihi belirleyen büyük güçler kervanına katılarak dünya ve insanlık tarihinde ‘’kurucu halklar’’ sınıfında yer almıştır ki Türkler, Araplar, İngilizler, Ruslar, Acemler(İran),  Fransızlar ve Çinliler gibi devletlerin ve milletlerin insanlık ve dünya tarih sahnesinde ki rollerini ve varlık sebeplerini dikkate almadan ne insanlığın ne de uygarlığın gelişimi ve Ortadoğu ile geniş coğrafyamızın gelişimi açıklanabilir.

Bakınız Yugoslavya’nın kurucu lideri olan Tito’nun ölümünden kısa bir süre önce yaptığı tarihi konuşmada söyledikleri ülkemiz ve milletimizin yüklendiği insanlık ve uygarlık tarihi misyonuna son derece önemli bir örnektir. Diyor ki Tito: ‘’ Önümüzdeki dönemde hem Sovyetler hem Yugoslavya hem de Türkiye, emperyalizmin yeni saldırılarına uğrayabilir. İlk ikisi dağıtılabilir ancak Mustafa Kemal’in Türkiyesi buna direnebilir ! ‘’

Sovyetler ve Yugoslavya direnemeyerek çözülmüş ve parçalanmıştır. Türkiye ise ‘’Irak’a demokrasi’’ operasyonu öne alındığından ertelenmiş gibi gözüksede bu günkü Ortadoğu ve doğal olarak sınırlarımızı etkileyen gelişmeler emperyalistlerin hiç de hedeflerinden geri kalmadıklarını göstermektedir.  Işid terör örgütünün varlığı, Suriye iç savaşı, bölgedeki Türkmenlerin hayatları ve yerlerinden yurtlarından edilmesi konuları, zoraki göçler , ABD’nin bölgedeki stratejik ortağı olarak PKK’nın diğer kolu olan PYD’yi seçmiş olması, İran’ın nükleer anlaşmalardan sonra bölgede tekrar liderliği ve mezhep kartını kullanacak olması, Türkiye’nin durumunun ise Suriye’nin konumuna düştüğünün dillendirilmesi ve içeride 7 Haziran seçim sonuçlarını sindiremeyen bir çıplak kral ve avaneleri ile birlikte ülkeyi ve milleti hiçe sayarak salt kendi ve emperyal çıkarları ve hevesleri uğruna antidemokratik bir yaklaşımla koalisyon kurulmamasını sağlamak ve tek başına iktidar neticesinde ‘’Başkanlık’’ sistemini ülkeye getirerek yeni felaketlere çığır açacak bir yaklaşımla ülkeyi bu denli kaos ortamında erken seçime zorlaması ve her geçen gün emniyet mensupları vatan evlatların şehit haberlerinin geliyor oluşu sözün bittiği yere doğru sürüklenen bir Türkiye manzarası ile karşı karşıyayız.

Bu arada 7 Haziran seçim gecesi parti binasında gerçekleştirilen Türk milletine sesleniş konuşmasında MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli siyasi parti liderleri Türk seçmeninin vermiş olduğu bu mesajı iyi okumalıdır , biz üzerimize düşen mesajı aldık millet bize ana muhalefet görevini tevdi etmiştir diyerek aynı zamanda Türk seçmenine ve diğer siyasilere de şu mesajı vermiştir. Ya kaçak sarayda ki Erdoğan’dan yana olacaksınız ya da Devletin başına Devleti seçeceksiniz diyerek aslında bir yol yöntem ve tarihi siyasi uyarıda bulunmuştur. Zira 13 yıllık AKP hükümetlerinin ülkeyi götürdüğü mecra alan Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk milleti açısından karadır.

Bu günlerde de sanki unutulmuş gibi milliyetçiliği ayaklar altına alan Recep Tayyip Erdoğan’ın MHP’den gizli görüşmeler neticesinde tavladıklarını zannettikleri ve milliyetçi oyları sayesinde alacaklarını ümit ettikleri Yıldırım Tuğrul’u seçim hükümetine katarak bakanlık vermeleri ve zannettikleri gibi MHP’lilerden ve Türk milliyetçilerinden oy alabileceklerini düşünüyorlarsa ve AKP’nin daha açıkcası Kaçak sarayda ki Recep Tayyip Erdoğan’ın tek başına iktidar olabilmesi ve ‘’başkanlık sistemini’’ getirip başkan olabilmesi için bir siyasi hamle ise bu hem AKP’nin hem de Beştepe’deki Recep Tayyip Erdoğan’ın bittiğinin siyasi acziyetleriyle siyasi tarihe gömüldüklerinin bir göstergesidir.Zira MHP’den ve Türk milliyetçilerinden; bu siyasi ahlaksızlığa oy verecek ve şahsı çıkar ve hevesleri için ülkeyi karanlıklara mahkum edeceklere oy çıkmaz, çıkamaz, çıkmayacaktır…

Bu meyanda yeri gelmişken MHP ve Türk milliyetçileri yıllardan bu yana belki de AKP hükümetlerinin yanlışlarını sorunlu dış politikalarını ve yanlış ülke yönetimlerini Türk insanına anlatalım derken aslında günümüz açısından çok daha elzem olan milli üniter devlet yapısını ve Türk milliyetçiliğini, MHP’nin Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk milleti için yapabileceklerini anlatma fırsatı yakalayamamış  olabilirler. Zira bu gün Türkiye’yi tehdit eden üç ana sorun bulunmaktadır bunlardan birincisi ve ilki Recep Tayyip Erdoağan sorunu ikincisi Terör sorunu üçüncüsü ise ekonomi sorunudur. Eğer gerçekten son seçimlerde seçmen ekonomik sebeplerden dolayı siyasi parti seçmiş olsa idi seçim sonuçları çok daha farklı çıkardı sandıklardan.

Peki bu gün neden milli üniter devlet yapısının korunması gerekiyor ve neden bu konuda en hassas olan siyasi parti MHP’nin iktidar olması gerekiyor ?

Çünkü; Üniter devlette egemenlik tektir yani devletin ülkesi tek ve bölünmez bir bütündür. MHP’de ülkenin bölünmez bütünlüğünden ve üniter devlet yapısının korunmasından yanadır ve bu uğurda da siyasi faaliyetlerini geliştirir.

Milli üniter devlette millet unsuruda tek ve bölünmez bir bütündür. MHP’de yüce Türk milletinin etnik kökeni her ne olursa olsun bir bütün olarak bakar ve korur ve yüceltir. Siz hiç MHP’lilerden, Türk milliyetçilerinden ya da lider Devlet Bahçeliden bir köylüye, çiftçiye ya da her hangi bir vatandaşa ‘’ananı al da git’’ lafını duydunuz mu ? yerlerde tekmelettirdiğini gördünüz mü ?

Üniter devlet modelinde devletin ülke millet ve egemenlik unsurları da teklik olduğu gibi, devletin işleyiş mekanizmalarındaki yasama, yargı ve yürütme organlarıda tektir.

Dolayısı ile Türk milliyetçiliği fikri ve MHP’nin kuruluş esasları incelendiğinde bugüne dek siyasi yaklaşımları ele alındığında Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli üniter devlet yapısı ve Türk milletinin bölünmez bütünlüğü en önemli ilkelerden birisi olduğu ortaya çıkacaktır. Sözde son koalisyon görüşmeleri son turunda Ahmet Davutoğlu’na MHP lideri Devlet Bahçeli’nin daha ‘’Sayın Davutoğlu gelmeden Türk kamuoyuna deklare edildiği gibi 4 maddelik şartımız kabul edilirse ya da edilecekse koalisyon görüşmelerini yapabiliriz’’ açıklamasını hatırlayın lütfen ne idi o dört  madde ?

1-Anayasamızın ilk dört maddesinin değiştirilemeyeceği

2-‘’çözüm süreci’’ masalından her ne pahasına olursa olsun vaz geçilmesi gerektiği

3-17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarının yeniden yargıya taşınması zorunluluğu

4-Cumhurbaşkanı’nın sorumluluk alanının anayasal çerçeve alanında değerlendirilmesi.

Ne oldu bunlar kabul edildi mi ? HAYIR

Sevgili ve değerli olurlar inanın bu dört şartı MHP ve Lideri Devlet Bahçeli Türk milleti adına istemiştir. İstediklerinin hemen hepside anayasamızın gerekli kanun maddeleridir zaten. Peki MHP ve Lideri Devlet Bey demiyor muydu ki önce ülkem sonra milletim sonra partim diye ?

Dün, bugün ve muhtemelen yarınlarda da MHP’ye ve Türk milliyetçilerine sataşmalar olacak birileri MHP’yi ve milliyetçileri kendince onun bunun şunun destekcisi köprüsü gibi yakışltırmalarda bulunacaktır fakat bilinmelidir ki ; MHP ve Türk milliyetçilerine yapılan her türlü saldırının ve baskıların altında  milli dilimiz Türkçe’ye saldırı vardır, Türk kültürüne saldırı vardır, Türk milliyetçiliğine ve Lideri Devlet Bahçeli’ye yapılan saldırıların ve yürütülen ve yürütülmeye devam edecek kampanyaların esas hedefinde  milli üniter devlet yapımızın yıkılması ve milletimizin bölünmesi gerçeği yatmaktadır.

Milliyetçilik karşıtı olarak evrensellik, barış söylemleri, insaniyetçilik (hümanizm), ileri görüşlülük, empati, demokratik yaklaşım, ümmetçilik gibi kulağa hoş ancak mideye ve kafaları bulandıran kavramları çıkarmanın da esas itibariyle gerçek amacının saklamaya yönelik bir oyalama ve saptırma açıkcası algı ve zihin kontrolünden ibaret olduğunun altını çizmek isterim. Dolayısıyla ister din, ister hümanistlik, ister AB, ister ABD, isterse hilafet ve ümmet düşünü yaklaşımı adına yapılsın , Türk milliyetçiliğine ve MHP’ye yöneltilen her türlü eleştirilerde , mesnetsiz kampanyalarda gerçek ve tek hedef milli üniter devletin yıkılması ve Türk milletinin bölünmesi gerçeğidir.

Milli-üniter devlete doğrudan açıkca karşı çıkamayanların, milli-üniter devleti meydana getiren kavramları, olguları ve temelleri  sarsmaya tahrip etmeye çalışmaları bu tür gayretler olarak bilinmesi ona göre önlemlerin alınması gerekmektedir. Dolayısıyla milli-üniter devlet yapısını koruyan kollayan yücelten ve Türk milletinin bölünmez bütünlüğünü savunan ve bu uğurda elini değil bedenini toprak altına koyacak yegane siyasi güç MHP bir anlamda son kale son umuttur.

Milli-üniter devlet; vatandaşlarının tamamını tek siyasal kimlik altında birleştiren ve kucaklayan devlettir.

Milli-üniter devlet; ülkede yaşayan tüm etnik grupları dil, din, mezhep, sosyolojik kimlikleri ne olursa olsun siyasal kimlik olarak tek bir milli kimlik altında görür ve sahiplenir. Bu aynı zamanda Türk milliyetçiliği fikrinin ve siyasal anlamda MHP’nin temel yapı taşlarından birisidir.

Millet ve Milliyetçilik olgusu her ne kadar 1789 Fransız Devrimi’nde, milli devlet yapısının da 19. Yüzyılda belirginleştiği fikri siyaset biliminde genel kabul görmüş olsa da , Avrupa’da milliyetçiliği 11.yüzyıla dayandıran bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Diğer yandan ise Türkün tarihi incelendiğinde Göktürk ve Orhun anıtlarında ki kitabeler bizlere millet kavramının ve milliyetçiliğin Türkler tarafından 7.yüzyılda yaşandığını göstermektedir. Milliyetçiliği ayaklar altına alanlar ve Türk kimliğini anayasadan çıkartacakların bunları bilmesinde çok fayda var diye düşünüyorum zira seçim hükümetinde yer alan yeni AKP’li Yıldırım Tuğrul’un bunları anlatacak ne vakti olacak ne de mecali…

Batı; her ne kadar Francis Fukuyama’nın ‘’Tarihin Sonu’’ adlı eserinde ‘’Ulus Devletin Bittiği’’ tezini savunmuş olsa da aynı Fukuyama’nın 11 Eylül’den sonra kaleme aldığı ‘’Devletin İnşası’’ adlı eserinde ulus devletin bittiğinin aksine ‘’ Ulus devlet egemenliğine dönmekten ve bir kez daha devleti nasıl güçlü ve verimli kılabileceğimizi anlamaya çalışmaktan başka seçeneğimiz yoktur’’ açıklamasını baz alarak devletlerini güçlendirme aşamasına girişmişlerdir.

Örneğin ABD’de Hispaniklerin bölünme ve ABD’yi dönüştürme potansiyeli, AB’de Belçika’nın bölünmenin eşiğinde olması, İspanya’nın içten içe çöküşe doğru gidişi endişe yaratmış ve en son 18 Eylül 2014’de gerçekleştirilen referandumla İskoçya’nın İngiltere’den ayrılmak istemediği sonucu ve bu gelişimeler ile tüm etnik liberal politikalarında değişimler gerçekleştirmişlerdir.

''...Milliyetçilik , modern kalkınma tarihinin patolojisidir ve kökleri o toplumun geçmişindedir”  demektedir Benedict Anderson. “Marx’ın , devleti: Organik bir bütünlük, var olma biçimi sisteme dayanan bir durum” olarak tasvir etmesine baktığımızda, Doğu toplumlarının öncelikle bir bütünlük oluşturamadıklarını ve bu eksende de ete kemiğe bürünmüş bir siyasi kimlikten yoksun olduklarını yani Batılı emperyalist güçlerin istediği şekilde olduklarını görmekteyiz.

Ünlü düşünür Eric Hobswan; 1914’ten Sovyetlerin dağılışına kadar geçen süreyi ‘’Kısa Yüzyıl’’ olarak değerlendirirken, büyük imparatorlukların yıkılışının Avrupada milliyetçilik eksenli devletlerin kurulmasına yön verdiğini belirtmiş, Sovyetlerin dağılmasını da kapitalizmin daha geniş yayılma alanı bulması noktasında keskin bir tarih olarak ele almış ve bu tarihten sonrası için yeni uluslararası politikalar üretileceğini belirtirken de daha sonra yaşanan büyük ekonomik krizleri de ( 1997-98 krizleri) buna örnek göstermiştir.

Öyle ki bu krizler Batı Avrupa'sının Küçük Yeni Dünya'ya (Kuzey Afrika ve Ortadoğu) yönelik stratejilerine yeni anlamlar da yüklemiştir.

Bunu Doğu coğrafyasında yaşanan savaşlara baktığımızda çok net görebilmekteyiz. Doğunun ülkeleri kendilerini sıcak çatışmalarla bitirmeye çalışırken, Batı'da bu savaşlar – mücadeleler ekonomik ve teknolojik olarak yapılmakta ve bu mücadelenin alanı olarak da iç huzursuzluklarla ve belirsiz sınırların yarattığı çatışmalarla mücadele eden gelişmemiş doğu toplumlarının hedef alındığını görmekteyiz.

Batı'nın, Ortadoğu'nun ulus- devlet yapılanmalarına karşı izlediği politika ile kendi coğrafyasına karşı izlediği politika da emperyalizmin hangi amaçlara hizmet ettiğini göstermektedir . Sınırları kabaca belli olan, kendi egemenlik anlayışını uygulamaya çalışan, kimliksel bütünlüğünü oluşturan argümanları kullanmak için kurulan Ulus –devlet modelleri neden Avrupa'nın doğusunda hep sorunlarla karşı karşıyadır ?

Bu sorunlar için kurulmuş olan NATO, Birleşmiş Milletler vs. aslında hangi çıkarlara hizmet etmektedir ?

Küresel çağın, batı'nın büyük devletlere katkısının “mesafe ve zaman” olayını kendi lehlerine çevirmedeki artışına, mülkiyetlerin kullanımının sınırsızlığını da eklersek Doğu toplumlarının neden günümüzde bu kadar sömrüldüğünü de anlamak zor değildir. Kaldıki Batı'nın, her daim moderniteyi 'proleter' ( İşçi) sınıflar üzerinde etkin bir şekilde araçsal olarak kullanmayı başardığını da görmekteyiz.

Günümüzde yaşanan bu gelişmeler devlet, ulus, millet ,milliyetçilik kavramlarının halkların geleceğinde ne kadar rol oynadığını da göstermektedir. Modern dünyada emperyalizmin karşısında ideolojilerin etkinliğini belirlemede yer alınan coğrafyanın büyük bir önemi var ve Türkiye bu kurama güzel bir örnek teşkil etmektedir. Jeopolitik açıdan, sadece komşu ülkeler nezdinde değil batı'nın üçüncü dünya ülkelerine sıçrama tahtası olarak ve doğunun rol modeli olması bakımından da tehlikeli bir coğrafyada diyebiliriz.

Benedict Anderson bir eserinde “ milliyetçilik , modern kalkınma tarihinin patolojisidir ve kökleri o toplumun geçmişindedir” derken ulusların var olma sürecinde “milliyetçilik“ kavramının kaçınılmaz olduğunu vurgular. Bu ifadeyi tersten okursak ; milliyetçiliğin ulusların var olmadığı yerde de nasıl icat edildiğine ve nasıl tanımlandığını rahatça görebiliriz.

Modern devlet yapılanmaları içinde ekonomik anlamda olsun anayasal , idari, hukuki anlamda olsun “egemen” dediğimiz ulusların temelini oluşturan “milli anlayışı, kimliği” devletlerin kalkanı savunma gücüdür.

Bu gücü dili, kültürel yapısı, etnik kimliğinden alır ve temeline yerleştirir. Batı bu gücün her daim farkında olmuştur ki bunu Ortadoğu'da izlediği ve yürüttüğü politika göstermektedir.

Kim ne derse desin, zihni iğfal edilmemiş her bir vatandaş, milletin mensubu olması dolayısıyla ait olduğu bütüne Bergson’un ifadesiyle ‘’Psikolojik’’ olarak bağlanır; Milliyetçi olur, milliyetçi kalmayı ülkesinin ve milletinin geleceğinin teminatı olarak görür ve kabul eder.

Hal böyleyken, atalarımızın bedel ödeyerek bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti devleti ile onun sınırlarının çevrelendiği vatan topraklarımızın ve üzerinde yaşayan bütün vatandaşlarımızın teşkil ettiği büyük Türk milletini sevmek, kucaklamak, diri tutmak, korumak her hangi bir şekilde zayıflatılmasına ve yıpratılmasına asla müsaade etmemek ve katiyen her hangi bir köşesinden toprak koparılmasına müsaade edilmemelidir.

Bu durum ve hal 1 Kasım’da gerçekleştirilecek olan erken seçimde oy kullanacak olan Türk seçmenine birincil derecede anlatılması gereken konuların başında gelmektedir. Milletimiz 1 Kasım 2015’de daha evvel Fren ve Denge ayarı vermiş oldukları AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’a bu sefer çok daha ağır bir darbe oyu kullanarak gerekli mesajı verecektir.

Şehit kanları ile sulanmış ve hala da sulanmakta olan vatan topraklarımızın , bir kişinin şahsi heves ve çıkarlarına heba edilmeyecek kadar kıymetli olduğunu Türk milleti bilmelidir ve ona göre ayarı vermelidir.

 

 

Ömer KALAYCI

 

 

05 Eylül 2015 -  İstanbul

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.