Türkiye’nin Stratejik ‘Müttefik’ Kuşatmalarına Karşı

Ömer KALAYCI

Türkiye’nin Stratejik ‘Müttefik’ Kuşatmalarına Karşı, Yeni Bir Milli Güvenlik Stratejisi’’

 

Bugün ülkemizin içinden geçtiği dönem; Türkiye’nin ‘’Kötü ile en kötüsü arasında’’ bir tercihe zorlanmış olması ve bunun altında yatan en büyük neden ve sonuç ise, AKP hükümetlerinin‘’Çözü(L)m(E) Süreci’’ ile birlikte, Terör örgütü PKK ile masaya oturması ve milli çıkarlar yerine emperyal çıkarlar noktasında uygulamaya çalıştığı yanlış dış politikasıdır.

Türkiye’yi yönetmekte zorlanan ve gitgide dibe batan politikalarıyla AKP iktidarı, Türkiye’nin kendi iradesini başka güçlerin/kuvvetlerin hareketlerine endeksleyerek inisiyatifini tamamen kaybetmiş olmasıdır. Oysa yaşadığımız ve elde ettiğimiz onlarca deneyim Türkiye dışında iyi bir seçeneğin üretilemeyeceğini açıkça belli etmiştir.

Dünya ve Türkiye gerçeklerini yeterince öngöremeyen ve tek bağımlılığı ‘’milli çıkarın’’ gerçekleştirilmesi olan bir milli güvenlik stratejisi ortaya konulamamıştır. Ülkemizde son zamanlarda yaşadığımız terör örgütlerinin bombalı eylemlerini de hesaba kattığımızda Türk milleti kendi öz benliğine ve güvenliğine yabancılaştırılmaya çalışılmış ve bağımsızlık/kurtuluş savaşına dayanan milli bilincimiz de tahrip edilmek istenmektedir.

Her ne olursa olsun Türk milletinin kendisine ve ülkesine yönelen bu tehdit ve tehlikelerden haberdar olma hakkı vardır. Ancak yaklaşık 13 yılı aşkın bir dönemden bu yana Türkiye’yi yönetmeye çalışan AKP hükümetlerinin uyguladığı politikaların sonucu olarak ortaya konan Amerikan yalanları olmuştur. Ülkemizde de Amerikan yalanları ‘’olgular’’ üzerinden algı politikası ile ABD’nin her yaptığının ve yaparım dediğinin ‘’mutlaka yapar’’ kompleksiyle karşılanıyor olmasıdır. Oysa ki basit bir fizik yasalarını bilen orta okul öğrencisi dahi bir kuvvetin sonsuza dek hareketinin ancak sürtünmesiz ortamda gerçekleşebileceğinin farkındadır. Dolayısı ile kovboyun at ve iz sürdüğü coğrafya fazlasıyla sürtünmeye müsait olduğudur.

Ancak ne var ki ABD’nin ve Türkiye’yi tehdit edebilecek diğer kuvvetlerin/güçlerin üstün gücü, Türkiye’nin kendi çıkarlarını kollayabileceği, uygulayabileceği ve çok daha akılcı hamleler ve seçenekler üretmesine ise asla engel taşımamaktadır. Evet yeni bir güvenlik stratejisine acilen ihtiyaç vardır ve bu ihtiyaç ancak üstün güçlere/kuvvetlere karşı mücadele boyutunda yaratılabilir. Dolayısı ile Türkiye ve karar alıcılar öncelikle inisiyatifi kendi eline almasının önündeki sorunları ve engelleri minimize etmeli ya da sıfırlamalıdır. Bunun gerçekleşmesi ise dünya ve Türkiye jeopolitiğinin gerçeklerini ciddi anlamda doğru analizlerle mümkün kılacaktır.

Eğer Türkiye’nin içinde bulunduğu bu açmazı tek bir kavramla ifade edecek olursak: buna ‘’müttefik kuşatması’’ adını verebiliriz. Bu kavram, doğası ve içeriği gereği her ne kadar saçma bir kavram olmuş olsa da, bir müttefikin diğer müttefikine karşı saldırgan ve aşalayıcı tutum alamayacağı, onu kuşatamayacağıdır. Fakat burada kavramın saçmalığından ziyade Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu göze aldığımız da, Türkiye’nin milli güvenliğinin doğasına aykırılığından kaynaklanıyor olmasıdır. Zira Türkiye’nin politikasında ‘’müttefik/stratejik müttefik/dost ülke kabul ettiği devletler, Türkiye’yi ciddi anlamda kuşatma politikası izledikleridir. Kuşatma politikası öylesine ivme kazanmıştır ki ‘’Türkleri Anadolu’dan çıkarma’’ hedefine kilitlenmiştir. Buna Irak’ın işgali ve son olarak beşinci yılına girilen Suriye iç çatışmasını örnek verebiliriz.

ABD’nin ve Batı’nın oynadığı tüm kartlar, Türkiye ve çevresindeki bir stratejik kuşatmanın ürünüdür. Elbette kartlar bugün yaratılmamış ancak her geçen yüzyıl yeniden formatlanırcasına kendilerine uygun şekilde karılmıştır. Öteden beri Türkiye ve Batı ilişkilerine bakıldığında bu karılan hileli kartları defaatle görmek mümkündür.

Türkiye ve çevresindeki stratejik kuşatmayı üç ana başlıkta tanımlamak ve bu kuşatma stratejisini uygulayan iki ana güç olan ABD ve AB’nin iki ayrı kuşatma planının olduğudur.

  1. ABD’nin kuşatma stratejisinin ana merkezini Türkiye’nin Doğusu ve sözde ‘’Kürt devletinin kurulması’’ (Suriye’de PYD/YPG ile IŞİD’e karşı işbirliği ortaklığı) ile Doğu Akdeniz’deki Enerji kaynaklarının ele geçirilmesi stratejisinin yattığıdır. AB’nin kuşatma stratejisinin temel merkezinde ise Türkiye’nin, Batısında ve Akdeniz’de toprak kazanımı ile Doğu Akdeniz’deki Enerji kaynaklarından nemalanmak isteyişidir.

  2. Her iki stratejik kuşatma planlarının da en önemli sac ayağını oluşturan Türk Silahlı Kuvvetlerinin tasfiye edilmesi gerçeğidir ki bunu ‘’Ergenekon, Balyoz ve Çözü(L)m(E) sürecinde açıkça gördük.

  3. ABD ve Avrupa farklı ama ortak sayılacak çıkarlar stratejisine sahip olsalar dahi, Türkiye’yi zayıflatacak ve kuşatmayı tamamlayacak konularda ve ortak payede birlikte hareket ettikleri de su götürmez bir gerçektir.

Esasen kuşatma stratejisi Türkiye’yi dört bir yandan sarmakta ve Türklüğü Anadolu’ya hapsetme noktasında ilerlemektedir. Buna göre Türkiye’nin coğrafi sınırlarında meydana gelen gelişmelere göz attığımızda bu daraltma ve kuşatma stratejisini çok daha net görebilmekteyiz.

Batı sınırlarımız:

Malumunuz Yunanistan’ın Türkiye’den toprak kazanarak büyüme yani Helen politikası 1922 hezimetine rağmen durmamış ve bu politika bugün itibari ile 170 yıllık bir büyük politika halini dönüşmüştür. Yunanistan sorununun Balkanlar sorunundan ayrılışı, Balkan savaşlarından itibaren başlamaktadır. Milli davamız olan Kıbrıs sorunu ise bu Yunan politikasının uzantısı olarak hala canlılığını korumaktadır.

Yunanistan bugünde olduğu gibi tarihsel anlamda arkasına Batı’yı almadığı sürece Türkiye ve Türklük için tek başına bir tehdit olabilecek güçte değildir. Batı ile iyi ilişkiler kurarsak, AB sürecinde ikili ilişkileri daha da geliştirirsek Yunanistan’ı engellemiş hatta Yunan idealini engellemiş olacağımızı düşündük. Bu izlenen politikanın iki önemli sonucu oluşmuştur. Birincisi bugün Yunanistan hem AB’nin hem de ABD’nin desteğini alarak, Türkiye karşısında ciddi bir stratejik üstünlük elde etmiştir. İkincisi ise Yunanistan genişleme ve toprak kazanımı konusu halen desteklenmektedir. Bunun için Doğu Akdeniz’deki Enerji ve petrol ile ilgili gelişmelere baktığımızda açıkça görmekteyiz.

Şu bilinmelidir ki gerek ABD gerekse de AB’nin Yunanistan politikaları ayrı ayrı ele alınmalıdır. Zira her iki gücünde Yunanistan ile ilişkileri farklı boyutlardadır. Örneğin ABD, Avrupa’nın Akdeniz’e olan kıyılarında büyük hegemonya sahibidir. Bu kuşkusuz Balkanlarda ki durumla aynıdır. ABD’de güçlü bir Yunan lobisi faaliyeti olmasına karşın lobi faaliyetleri Amerikan kararlarına eğilim arz etmektedir. AB ile ABD arasında sürekli çekişmenin tarafı olan Yunanistan’ın her iki güç tarafından desteklenmesinin ardında yatan ana neden Türkiye’yi dizginleyebilme güdüsüdür. Stratejik ve saldırgan bir üs olan Yunanistan, ABD için daima Türkiye’nin kuşatılmasında kullanılabilecek yegane üs konumundadır. , Akdeniz ve Doğu Avrupa’daki Amerikan baskısından ve kontrolünden çıkmak istemektedir.

Balkan sınırlarımız:

Türkiye’nin Batı sınırları, Balkan sorunu açısından da değerlendirilmelidir. Zira 1991 yılından bu yana Balkanlar, ABD’nin muhakkak kontrol altına almaya çalıştığı üç stratejik bölgeden birisidir. Elbette Balkanlar, gerek ABD açısından gerekse de AB üzerindeki ABD hegemonyasından ötürü ve Türkiye üzerinde baskıcı denetim sağlanması noktasında stratejik öneme sahiptir. ABD bu bölgede bağımsız ve güçlü bir devlet istememektedir. Yugoslavya örneği bunun tipik bir sonucu olmuştur. Bir diğer konu ise Balkanlar’ın, 1. Dünya Savaşı’nda ABD’nin elde ettiği konuma ulaşmış olduğudur. Malumunuz 1. Dünya Savaşı sonunda Bulgaristan, ABD’nin stratejik üssü konumundaydı. Buna ilaveten Romanya ve Polonya’yı da kazanmıştır.

Türkiye açısından sınırların güvenliği ve Trakya’nın savunması elbette Balkanlar’daki hakimiyet ve güçten geçmektedir. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün aktif Balkan politikası ve Balkan paktının önemi güç geçtikçe daha da artmaktadır. Fakat ne yazıktır ki Türkiye şimdiye dek uyguladığı ABD’nin Balkan politikasına olan desteğini esirgememiş ve bu sebeple de oluşagelen ciddi tehdit ve tehlikeleri ağır bedeller ödeme noktasına gelmiştir. Malumunuz Türkiye, Yugoslavya’nın parçalanması konusunda ABD’ye vermiş olduğu destekle Balkanlardan adeta silinmiştir. Bugün Türkiye’nin, Balkan coğrafyasında gücü ve hakimiyeti sadece tarihsel boyutta kalmış, ancak politik dengeler açısından ne yazık ki esamesi bile okunmamaktadır. O halde şu soruyu sorarak makaleme devam etmek istiyorum. Madem Türkiye, Balkanlarda Yugoslavya konusunda ABD’ye vermiş olduğu destekten dolayı bırakın Balkanlarda Türkiye’nin gücünün artmasını, bu verilen desteğe rağmen balkanlardaki gücünün ve etkisinin silinmesi, hala müttefik/stratejik müttefik/dost ülke gibi kavramlarla anılan güçlü ülkelerin Türkiye’yi kuşatma stratejisi neden görülmemektedir ?

Doğu sınırlarımız:

ABD’nin stratejik hesapları incelendiği vakit üç ana bölgede stratejik hesaplarının güçlü ve etkili olduğu görülmektedir. Bunlar sırasıyla Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu. (Asya politikası ayrı makalenin konusudur)

Elbette ülkemizin doğu sınırları açısından ABD’nin Kafkas planları büyük önem arz etmektedir. Türkiye’nin milli güvenlik politikasında doğu sınırlarımıza ilişkin en önemli tehdit algılaması şüphesiz Ermenistan’ın genişleme arzusudur. Türkiye’yi yönetenlerin/karar alıcıların bu coğrafyamızda da Yunanistan örneğinde olduğu gibi yanlış ve milli çıkarlara ters düşen politikalar uyguladığıdır. Ermenistan da, Yunanistan örneğinde olduğu gibi Batı’nın, Rusya’nın ve ABD’nin desteğini almadan ve Diaspora etkisi olmadan tek başına bölgede bir güç ve etkisi olmayan bir ülkedir. Türkiye destek verdiği ve milli çıkarlardan uzaklaştığı dış politikasında Ermenistan’ın destek almadan bir tehdit olabilecek kadar güçlü olmadığını görmezden gelmiş ve bu nedenle ABD’nin Kafkas planlarında stratejik bir önem kazandığını düşünerek hareket etmiştir. Oysa ki ABD’nin gerek tarihsel gerekse de aktif/güncel politikasına bakıldığında şu ortaya çıkmaktadır o da Ermenistan ve Gürcistan üzerinden Kafkaslara yerleşmek bu da Türkiye’ye karşı Kafkaslara yerleşmek ve gücünü hegemonyasını bu coğrafyada da devam ettirmek ve Türkiye’yi kuşatmaktır.

Bu coğrafyada elbette kovboylar tek başlarına at oynatamayacaklardır Rusya’ya rağmen ancak, Irak sürecinde yaşadığımız ABD’nin Türkiye’ye karşı (Tezkere konusu) kullandığı Ermeni kartını kullanmıştır. Oysaki Ermeni kartı ABD için sadece Kafkaslara yerleşmek adına Ermenileri kullandığı artık bilinmektedir. Burada şu soru aklıma gelmedi değil.

Keşke AKP iktidarları/hükümetleri 2009’dan bu yana Türk dış Politikasında çığır aşmak isteyen ve yeni bir oyun kurucu, rol model ülke olacağını defaatle ifade eden Ahmet Davutoğlu tarafından, ‘’Sıfır sorun/stratejik derinlik’’gibi Türkiye’yi kayya kuyusuna atmaktansa, Ermeni sorununu gündeme taşıyan adeta şantaj yapan ülke yönetimleri ile ilişkilerini kesmiş olsaydı en azından geçerli ve değerli bir sebebi olmuş olacaktı.

Hepinizin malumu olduğu üzere ABD’nin, Türkiye’nin kuruluş tapusu olan Lozan’ı kabul etmeyişinin ve onaylamamasının altında yatan tek ve önemli nedeninin, Lozan’da imzalanan anlaşmada Anadolu’da Ermeni devletinin kabul edilmemesi yatmaktadır.

Ortadoğu sınırlarımız:


 

Türkiye’nin coğrafi- ekonomik- siyasi anlamda dayanağı olan Ortadoğu diğer sınırlarımızdan tek farklı olan coğrafyadır. Sebebine gelince: bu sınırlar Müslüman coğrafyayı teşkil etmektedir. Diğeri ise Kurtuluş Savaşını kazanarak Bağımsızlığını kazanmış ve milli devlet olma yolunda çok da fazla yol kat edememiş Türkiye ile sınırları olan ülkelerin olduğu coğrafya olmasıdır. 1923 ve 1938 yılları arasında Atatürk’ün Milli Dış Politikası irdelendiğinde bu coğrafyadaki ülkeler Türkiye’ye bağımsızlık konusunda model ve dayanak olarak görmüş olmalarıdır.

Bölgede etkin bir güç olan İran’ın 1639’dan beri Türkiye ile olan sınırları değişmemiştir. Ancak Irak devletinin kurulması, Ortadoğu’da etkin güç olan emperyal İngilizlerin anti-Türk varlığını etkilemiş olmasıdır. Kısa bir zaman evveline kadar bölge ülkeleri Türkiye ile karşı karşıya gelmek istememişler, gelseler dahi tarihsel ve diğer etkenler ışığında diplomatik çözümler üreterek bertaraf etmişler ancak başta İsrail’in ve ABD’nin de desteğini alan Kürt aşiretleri ve bölgede konuşlanan etnik terörün yarattığı tehdit tüm Ortadoğu’yu uyanık tutsa da, bölgeye (Enerji ve petrol kaynaklarının ele geçirme politikası) hakim olmak isteyen ABD-İsrail-İngiltere’nin politikalarına yenik düşmüşler, özellikle Irak ve Suriye’de konuşlanan PKK terör örgütünün ABD-İsrail’inde desteği ile ‘’Bağımsız Kürdistan’’ yolunda devletleşme sürecine gelmişlerdir.

Son 13 yılı aşkın bir zamandır Türkiye’nin karar alıcıları Ortadoğu’da ABD ve İşbirlikçi Arap aşiretlerinin yönettiği ülkelerle hareket ederek, açık ya da gizli İsrail’in güvenliğini sağlayıcı politikalara verilen destek ile Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir bataklığa adeta mahkum etmişlerdir.

Beşinci yılına giren Suriye’deki iç çatışmaların, küresel ve bölgesel güçlerinde Suriye’ye girerek (vekalet savaşları) gerek Esad’ı destekleyen Rusya-İran uzakta olsa Çin bloğu, gerekse de Fransa’daki IŞİD terör eylemlerinin akabinde Fransa’ya başta Danimarka ile destek veren Almanya’nın da dahil olmasıyla Suriye’de ki denklemler giderek Suriye’nin Esadsız ama nasıl bir devlet rejimi ile yönetileceği ve Suriye’de kurulacak mezhepsel ve etnik devletçikleri ve bu devletçiklerden özellikle gerek ABD gerekse de Rusya’nın, IŞİD’e karşı mücadelede kullandıkları PKK terör örgütünün Suriye’deki yapılanması PYD/YPG’nin de konumunu, etkisini ve meşruiyetini destekler mahiyettedir.

Elbette bu gelişmeler Türkiye’nin doğu ve güneydoğu illerindeki PKK terör örgütünün eylemlerini de artırmıştır.

Müttefik kuşatmasının olmazsa olmazı fakat en zayıf halkası olan Ortadoğu coğrafyasıdır. Türkiye burada inisiyatifi, tarihsel- ekonomik- dinsel ve diğer birçok etkenlerden dolayı ele almaktansa, özellikle ABD- İsrail- İngiliz politikalarını destekleyerek, Türkiye’nin çevresel olarak kuşatılma stratejisinin en büyük ve son halkası olan Ortadoğu’da bataklığa saplanmıştır. Eğer ABD bu coğrafyada uygulamaya soktuğu planlarına başarılı bir şekilde vakıf olursa, bu durum Türkiye için çok büyük bir bölünme tehlikesine doğru kayacak ve tarihi Türk düşmanlığı bu coğrafyadan asla silinmeyecektir.

Sınırlarımızda takip edilmesi gereken hareketler ve siyasi eylemler:

  1. ABD, PKK ve Kürt peşmergeleri silahlandırmıştır. Türkiye’nin basına yansıdığı kadarıyla uyarılarına karşın silahlandırma ağır silahlarla devam etmiştir. ABD’nin desteklediği Barzani ve PKK/PYD’nin nihai hedefi Musul ve Kerkük’tür. Bu toprakların Türkmenlerin yaşadığı topraklar olduğu göze alındığında bu bölgedeki Türkmenlerin yerlerinden yurtlarından edilmesi ve soykırımı kaçınılmaz olacaktır.

  2. ABD, Irak’ın başına atadığı eski Amerikan generali olan Irak valisi ve sömürgeci yönetimi ile Türkiye’nin Irak politikası ne anlamda uyuşacak ?

  3. ABD’nin ilk Irak tezkeresi ile Türkiye’den istediği liman ve havaalanları arasında Irak’a saldırı ile alakalı stratejik ilgisi olmayan yerler bulunmaktaydı. Örneğin Trabzon ve Samsun. ABD’nin resmi ve tarihsel dış politika raporlarında belirtildiği gibi Trabzon, Ermenistan sınırları içerisinde bulunmaktadır. Samsun Pontus devletinin. Trabzon limanı, Irak saldırısında değil de ABD’nin Kafkas politikasında stratejileri açısından önemlidir.

  4. ABD’nin 2003 yazında gerçekleştirdiği ‘’Millenium Challenge’’ tatbikatı Türkiye’ye yönelik bir uyarı olarak analiz edilmelidir. Zira 13 yıl geçmesine karşın, bu tatbikatta üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye büyük bir deprem yaşamış, askeri muhtıra ile devam eden süreçte çevre ülkelerle sınır problemleri bulunan bir ülkede işgal uygulamasının yapılmış olması, Türk ordusunun ise Irak’a saldırının hemen öncesinde ABD ile karşı karşıya kalmayı da en kötü senaryo olarak deklare etmesi de unutulmaması gereken bir gerçektir.

  5. ABD, Gürcistan ile stratejik müttefiklik gerçekleştirmiş, ardından Polonya dahi Irak’a asker göndermiş ve bu konuda Bulgaristan’ında ABD’yi desteklediği unutulmamalıdır.

  6. Kıbrıs meselemiz konusunda malumunuz olduğu üzere ABD, Türk ordusunun adada işgalci olduğuna destek vermiş, Türk ordusunun Kıbrıs’tan tasfiyesi anlamına gelen ve AKP hükümetlerinin de desteklediği Annan Planı’na destek vermiş, yeniden Ermeni sorununu ise senatoya getireceği konusunda açık ya da gizli tehditte bulunmuştur.

  7. ABD, Suriye’de El-kaide bağlantılı olduğunu iddia ettiği IŞİD terör örgütünü asıl tehlike ve tehdit olarak görmüştür.

  8. Yakın bir döneme kadar Türkiye’nin de sürekli deklare ettiği Esadsız bir Suriye’de Esad’dan sonra bu etnik ve mezhepsel terör örgütlerine karşı kim/kimlerin savaşacağı gündeme geldiğinde ihaleyi seve seve PYD’nin aldığı unutulmamalıdır.

  9. Türkiye’deki doğu ve güneydoğu illerimizde PKK terör örgütünün, dağ stratejisini şehirlere kaydırmasını ve gelişen ‘’süreçi de hesaba kattığımızda, bu sürecin anlamı daha da netlik kazanmaktadır.

  10. ‘’süreç’’ ile ilgili Türkiye’yi terk edecek ve Kandil’den ayrılacak denilen grupların muhtemel yeni adresi Suriye’de PYD’nin kontrol ettiği bölgeler olduğu unutulmamalıdır.

  11. Özellikle Rusya’nın dahil olmasından sonra Suriye’de gelişen yeni dengelerde Batı ile sık sık temasa geçip güç kazanan ve meşruiyet noktasında ivme kazanan PKK/PYD, Türkiye için ne anlam ifade ettiği ve neleri tehdit ettiği de unutulmamalıdır.

  12. Silah bırakmayan ve silahlı güçlerini büyük oranda Suriye’ye kaydıran PKK, terör örgütü statüsünden PYD’nin kurduğu bağlantılar üzerinden sıyrılabilirse ki görünen o, karşımıza çok kısa vade de yeni bir denklem daha çıkacak demektir. Bu denklem: etnik mezhepsel terör örgütlerinin devletleşme sürecidir.

  13. ABD’nin, Suriye’de kendi savaşına hazırlandığını ve CIA, ABD tarafından terörist ilan edilen Suriyeli grupları İHA’lar ile vurduğunu da unutmamak gerekmektedir.

  14. Ve diğer bir konu ise ‘Kürt Koridorudur. Kürt Koridorunun,  Irak’la birlikte İsrail, Suriye, Kıbrıs, Doğu Akdeniz de dahil bütün bölgenin petrol ve doğalgaz kaynaklarının ve dağıtım yollarının kontrol altına alınması ve Akdeniz’in bir Batı Gölü’ne dönüştürülmesi gibi çok ciddi hedefleri bulunmaktadır. Dolayısıyla, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinde oluşturulmak istenen federatif yapılanmalar üzerinden Akdeniz’e bağlanacak olan Kürt Koridorunun, siyasi ve ekonomik sonuçları bölge ülkelerini, özellikle Türkiye’yi, İran’ı ve Rusya’yı yakından ilgilendirmektedir.

  15. Irak’ın kuzeyinde oluşturulan Kürt Bölgesel Yönetimi bağımsızlık ilanı için fırsat kollarken, Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler de “Kuzey Suriye Federasyonu” kurduklarını duyurdular. 1200 kilometrelik güney sınırı boyunca ortaya çıkan yeni komşular, (PKK/PYD) Türkiye’nin güven ve istikrarı açısından çok ciddi gelişmelerdir. Türkiye, Suriye krizinin başladığı 2011’den bu yana, güney sınırı boyunca oluşturulacak bir kuşatmayı asla kabul etmeyeceğini net bir şekilde deklare etmesine karşın bu gelişme endişe vericidir.


 

Elbette bu kuşatma stratejisini yarmanın ve kurtulmanın yolları henüz bitmiş değildir. Ancak bunun için Türkiye’nin yakın tehlikeler ve olası tehlikeler noktasında acil ve aktif tedbirler geliştirmesi ve uygulaması gerekmektedir. Elbette müttefik olarak adlandırılan güçlerin stratejik kuşatmalarını aşmak/yarmak mümkündür. Zira ABD’nin özellikle Irak’ta karşılaştığı direniş bir vatanın salt askeri teknoloji ile kotarılamayacağının bariz göstergesidir. Ki Ortadoğu’dan bahsediyoruz. Dolayısı ile kuşatma stratejileri her ne kadar etkin bir şekilde düşmana ait olmuş dahi insiyatif kesinlikle Türkiye’de olmalıdır diye düşünmekteyim.

Ne yapılmalıdır ?

Türkiye, tehlikelerin ve tehditlerin yakın ya da orta-uzak oluşlarına göre ülkenin tüm çevresinde reel politikaları da göz ardı etmeden, duygusal yaklaşımlardan ve hamasetten uzak siyasi kararlar almalı ve uygulamaya geçmelidir.

  1. Ortadoğu’daki aktif politika, kukla Kürt devletine temel olacak nitelik arz edenleri bertaraf etmek ve Kuzey Irak’a müdahale.

  2. Türkiye, İran (ki bu arada en son Başbakan Davutoğlu’nun İran ziyareti hem ekonomik hem de siyasi anlamda gecikmiş ancak olumlu bir gelişmedir), Irak ve özellikle Suriye ile diplomasi trafiği geliştirip, kapalı olan kapılar dolaylı ya da indirekt açılarak, özellikle Suriye ve Irak’ta uygulanan emperyal politikalara karşın ikna edici ve caydırıcı diplomatik yaptırımlar da bulunulması.

  3. PKK terör örgütü üzerine, özellikle lider kadrolarından başlayarak aktif mücadele edilmesi.

  4. Batı’da da aktif politika uygulanarak özellikle Kıbrıs konusunda daha fazla taviz verilmeden işgalci ilan edilen Türk ordusunun varlığının devamı ve Ege ordu komutanlığının daha da güçlendirilmesi.

  5. Kafkas coğrafyasında, Ermeni sorununun aktif politika ve kararlar ile uygulamaya sokulması. İki de bir temcit pilavı gibi önümüze sürülen şantaj içerikli sözde soykırıma destek veren ülkeler ile olan ilişkilerin askıya alınması.

  6. İsrail’in her şart altında desteklenmesinden vazgeçilmesi, zira Amerika’nın kuracağı Kafkas hattı İsrail’den başlayıp Gürcistan’a uzadığından ve Türkiye’yi de tehdit ettiğinden ötürü ABD’nin, özellikle Kafkas planlarına karşı tavır takınmalı ve Rusya- Gürcistan- İran ve Ermenistan ile ikili ilişkilerin derinleştirilmesi.

  7. Avrupa Birliği uyum yasalarının, yeniden gözden geçirilmesi. Zira AB uyum yasaları, Türkiye’ye karşı Kürtçü politikayı ve etnik kökenli yurttaşlarımızın gayrimüslim azınlıklar gibi algılanarak ‘Lozan Anlaşması’nın delinmesine yönelik yasalardır. Özellikle son dönemde Suriyeli mülteciler konusu üzerinden pazarlık yapılan ve sonucunda Türkiye’nin, AB’nin mülteci kampına dönüştürülmesi konusu ve geri dönüşüm yasasının ele alınması.

  8. Balkanlar’da ABD müdahalesinin Balkan felaketine sebep verildiği gerçeğini ön plana taşıyarak, Türkiye’nin gücünün ve etkisinin en az AB (Almanya) kadar etkin kılınması politikalarının devreye sokulması.

  9. Ve elbette Lozan anlaşmasına aykırı olan, Türkiye’deki yabancı askeri varlığın ve üslerin yeniden ele alınması uygulamaları.

Tüm bu aktif politikaları devreye sokabilmek hiç kuşkusuz zor ama imkansız değildir. Eğer bir ya da bir kaçında alınacak tedbir/karar/tavır ve insiyatif elbette ki büyük ölçüde milletimize ve devletimize kazanç olarak dönecek ve bir çok konuda da kararlılık ve istikrar sağlayacaktır.

Türkiye’nin çevresindeki ve büyük coğrafyadaki bu kuşatmayı tehdit olarak algılamasının önündeki en büyük engel hiç şüphesiz ABD ile ‘’Stratejik müttefiklik ve İşbirliği’’ ve dolayısı ile NATO çerçevesinde geliştirdiği güvenlik konseptleri yatmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, antiemperyalist bir bağımsızlık mücadelesi vermiş ve zafer elde etmiş bunu da tüm dünyaya ilan etmiş köklü gelenekleri olan, büyük bir devlettir. Geçmişte yaşadığımız yedi düvele karşı verilen mücadele ve Türk varlığı ile devletimizin kuruluş felsefesi yeni bir milli güvenlik stratejisinin kaçınılmaz olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Ancak bilinmelidir ve unutulmamalıdır ki: yeni bir milli güvenlik stratejisi elbette ki milli çıkarlar temelinde uygulanır ve milliyetçi strateji ile de savunulur. Dolayısı ile milliyetçi olmayan, antiemperyalist olmayan, gayri milli güvenlik politikaları her ne kadar ülke çıkarlarına uygun görünse dahi devamlılığı ve etkinliği bahsi dahi söz konusu olamayacaktır.

Unutulmamalıdır ki: Ülkeler arasında dostluk, kardeşlik ya da akrabalık bağları olmaz, sadece milli çıkarlar olur.


 

Ömer Kalaycı

21 Mart 2016/Ankara

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.