Son dönemlerde İslam adına ahkam kesen bazı kendi bilmezlerin, işi sapıklığa kadar götüren yorum ve değerlendirmelerde bulunmaları toplumda büyük bir infial uyandırdı. Siyaset bu duruma sessiz kalamazdı. Neredeyse bütün siyasi partilerin temsilcileri çeşitli açıklamalar yaptılar. Sayın Cumhurbaşkanı Diyaneti göreve çağırdı ve yanlış anlamaların ve anlaşılmaların önüne geçilmesi için din adına söz ve yetki sahibi olanların daha öne çıkmasını istedi.
DURUMA ÖZEL FETVA
Diyanet İşleri Başkanlığı bu ülkede din adına en etkin ve yetkin kurumdur. Görev ve sorumluluklarını Anayasa'dan almaktadır. Mukaddes dinimizle ilgili bütün yorum ve değerlendirmelerde onaylayan, düzelten veya reddeden bir yetki ve imkana sahiptir. Yapılanmasını buna göre gerçekleştirmiştir ve eksik kalan, yetersiz olan yanlarını hızla tamamlamakta ve günün ihtiyaçlarına göre kendini yenileyip geliştirmektedir. Son zamanlarda öne çıkan ve maksadı, haddi ve din sınırlarını çok aşan yorum ve değerlendirmeleri düzeltmek elbette önemlidir ve gereklidir. Ancak Diyanetin dini konuların anlaşılması ve anlatılmasıyla ilgili görevi, çoğu zaman bir soru üzerine gelişmiş ve tamamen kişiye ve duruma özel fetvaların yanlışını, yetersizliğini, çarpıklığını düzeltmekle sınırlı kalamaz. Maalesef Diyanetle ilgili değerlendirmeler ve din adına yapılan tartışmalarda çok büyük ölçüde bu çerçevede kalıyor ve bu kuruma çok büyük bir haksızlıktır.
MESELENİN ÖZÜ
Diyanetten sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ'ın Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Ekrem Keleş ve Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına getirilen ilk kadın olan Huriye Martı ile birlikte, gazete ve televizyonların Ankara Temsilcileri ile sabah kahvaltısında bir araya geldiler. Bizim de katıldığımız kahvaltıda Diyanet İşleri'nin faaliyetleri konuşuldu. Bütün değerlendirmeler yine günlük gelişmelerle sınırlı kaldı. Meselenin özüne yönelik bir açıklama bekledik, ama duyamadık. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın İslamın doğru anlatılması ve uygulanması için önemi elbette tartışılmazdır. Bütün Müslümanlar için referans kaynağıdır. Sahip olduğu imkanlarla çok hayati bir hizmet yürütmektedir. Buraya kadar sorun yok. Diyanet kaynaklı yorum ve uygulamalara da kimsenin itirazı yok. Ancak bu ülkede, hatta İslamın olduğu her yerde din adına ahkam kesen, karar veren, tek ve değişmez doğrunun kendi söyledikleri olduğunu düşünen ve bunu böyle uygulayıp, dayatan insanları nereye koyacağız?
KENDİLERİNİ DİYANETİN YERİNE KOYUYORLAR
Bunların tamamına yakını bir cemaat veya tarikat adına ortaya çıkıyorlar. Birbirleri ile konuşmayı, uzlaşmayı, orta yol bulmayı bir kenara bırakın, açık ve aleni şekilde suçluyor, çoğu zaman da kendileri gibi düşünmeyeni ve fikirlerini onaylamayanı din dışı ilan ediyorlar. Kendilerini Diyanet'in yerine koydukları gibi, bu kurumu en ağır şekilde eleştiriyor, hatta hakarete varan açıklamalar yapıyorlar. FETÖ bunun en çarpıcı örneğidir. Her birinin televizyonu, çoğunun gazetesi ve nereden geldiği, nasıl elde edildiği bir türlü anlaşılamayan çok büyük maddi imkanları var. Zaten bütün tartışma, bütün kargaşa, bütün çelişki ve gündemde her şeyin önüne geçen yorum ve değerlendirmeler buralardan çıkıyor. Bunların düzeltilmesi, denetlenmesi, gerekirse ikaz edilmesi ve faaliyetlerinin durdurulması konusunda ne hükümette, ne diyanette bir hazırlık olduğunu duymadık. Ve bunlar bu şekliyle var oldukça, ne bugün insanın kanını donduran yorum ve açıklamaların sonu gelir, ne bu tartışmalar biter, ne de dinini-diyanetini öğrenmek isteyen insanlar kime ve neye inanacakları konusunda bir fikir sahibi olabilirler. Gerçek İslam alimlerine son derece saygılı olduğumuzu ve onların yolumuzu aydınlattığına inandığımızı bir defa daha ve altını çizerek belirtelim.
ÖNCE DİNİMİZİ ÖĞRENELİM
Kaldı ki, bugün Müslümanların birinci meselesi kerameti kendinden menkul insanların verdikleri fetvalar ve yaptıkları açıklamalar değildir. İslam aleminin yaşadığı ağır ve derin sorunlar ayrı bir konudur, ortalama bir Müslümanın dini öğrenmesi ve yaşaması ayrı bir sorundur. Daha birkaç gün önce yazdığımız yazıda bu konuya özellikle dikkat çekmiş ve imkan ve iktidar sahiplerinin kendilerini İslama uydurmak yerine İslamı kendilerine uydurmaya kalkışmalarının her şeyin önüne geçtiğinin önemle altını çizmiştik. Ne yazık ki, bu durumun düzeltilmesi konusunda bir ışık, bir işaret göremiyoruz. Oysa bütün tartışmalar da, yozlaşmalar da, farklılaşmalar da, hatta kavgalar da buradan çıkmaktadır ve bu durum aynen devam etmektedir. Müslümanlar önce en basit ve yalın haliyle dinini ve ibatedlerini doğru öğrenmeli ve bunları yaşamak isteyenler doğru yönlendirilmelidir. Bize göre, daha biz bu konuyu dahi aşamamış durumdayız ve Diyanet buradan işe başlasa, gerisi zaten kendiliğinden gelecektir.
CUMA HUTBELERİ VE MİLLİYETÇİLİK
Bizi son derece şaşırtan ve asla kabul edemediğimiz bir durum da, milliyetçiliğin din dışı gibi gösterilmesi ve bu konuda yapılan kasıtlı, art niyetli ve ayrıştırıp çatıştırmaya yönelik yorum ve değerlendirmelerdir. Toplantı sırasında sorulan bir soruyu büyük bir ibretle izledik. Son zamanlarda Camilerimizde milliyetçiliği öne çıkaran Cuma hutbeleri okunuyormuş ve bu durum ülkenin belli bölgelerinde büyük tepki oluşturuyormuş, hatta bu yüzden camileri terk eden cemaate rastlanıyormuş. Bu soruyu sormanın adı da Gazetecilik oluyor. Belli ki Zeytin Dalı Harekatı dolayısı ile Camilerimizde verilen hutbelerden ve yapılan dualardan çok rahatsız olmuşlar. Sayın Bakanın bunun bir terör propagandası olduğunu söylemesi bizi memnun etti. Keşke milliyetçilik yapılsa dahi, bunun bir suç değil, bu milleti birleştirmek ve bütünleştirmek için çok iyi bir fırsat olacağını da söyleseydi. Bir de, sayın Bakan siz seçimlere yönelik olarak cemaat ve tarikatlara gittiğinizi söylerken, MHP ve CHP'nin de bunu yaptığından bahsettiniz. Ben MHP'nin gittiğini hiç duymadım ve görmedim. Siz biliyorsanız, bize de söyleyin….