Demokrasi, yüzyıllar boyunca insanlığın hep ideali olmuş, ancak günümüze değin bir hayal olmanın ötesine gidememiştir. Demokrasinin gerçek anlamı, insanlık tarihi boyunca çarpıtılarak anlam erozyonuna ve yorum enflasyonuna uğratılmıştır. Tarihte en katı Otoriter rejimler bile demokrasi kelimesini kendilerine yakıştırabilmişlerdir. Kominizim ve Marksist demokrasi deyimi bunun bir örneğidir. Bugün çok özendiğimiz çağdaş batı demokrasileri de maalesef gerçek demokrasinin özüne ve ruhuna tümüyle uygun değildir. Vatandaşlarına yaptıkları aşırı güç kullanmalarını üzülerek televizyon kanallarında izliyoruz ve bunlar bizi eleştiriyorlar sizde demokrasi yok diye ibretle tebessüm ediyorum. Gerçek demokrasi, şüphesiz, bir fazilet rejimidir, ancak, çağdaş batı ülkeleri demokrasi yolunda çok önemli mesafeler almakla birlikte, bugünkü haliyle bir fazilet rejimi olmaktan çok uzaktırlar.
İyimserlik değil karamsarlık boy verdi, Dünyamda yakın geleceği göremedim sebebi, Dünyanın da, Türkiye’nin de önü karanlık. Bu karanlığın içinden ne çıkacak, öngöremiyorum, hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Demokrasi de gün gelecek tarihin sayfaları arasına gömülecek. Güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, özgür medya demek olan liberal demokrasi bugün orta yaş krizi içinde. Perişanları oynuyor. Demokrasiye daha iyi bir alternatif var mı? Churchill 1947’de, “Demokrasi, en kötü yönetim biçimidir” der, ama hemen arkasından, “Bugüne kadar denenmiş olan bütün yönetim şekilleri hariç olmak şartıyla diye ekler ve hepsinden iyi olduğunu söylemiştir.
- Günümüzde genel ve eşit oy sistemine dayalı “katılım” ve “temsil” çağdaş demokrasilerin temel özelliklerinden birisidir. Buna temsili demokrasi adı verilmektedir.
- İkinci olarak, çağdaş demokrasilerde “çoğulculuk” ilkesi geçerlidir. Çoğulcu demokrasi (plüralizm) siyasi partilerin sayıca çok olması ve iktidar için rekabet etmeleri anlamına gelmektedir.
- Üçüncü olarak, çağdaş demokrasiler, esas itibariyle çoğunlukçu demokrasi özelliğine sahiptir. Çoğunlukçu, seçim ve oylama mekanizmasında oy çokluğu ilkesinin geçerli olması demektir.
- Son olarak, çağdaş demokrasilerin bir diğer önemli kurumu da parlamentonun üstünlüğü ilkesidir. Bu son ilkede, parlamenter demokrasi olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzde ise özellikle son yirmi yılda, bütün bu alanlarda geriye gidişin yaşandığını, bunun da liberal demokrasileri fena halde gerilettiğini, kitleler nezdindeki çekiciliğine darbe indirdiğini gözlemliyorum. Batı’nın demokrasi projesindeki Amerika-Avrupa ittifakıyla Soğuk Savaş sonrasında kırk yıllık demokrasi dönemi açıldı, bu da 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sonuçlandı. Bundan sonraki 20 yıl boyunca da, tarihin sonu çığlıklarıyla liberal demokrasinin zafer sarhoşluğu yaşanacaktı. Ancak bunun böyle olmadığı son 10 yılda belli oldu. Batı’da patlayan aşırı sağ ve Milliyet kavramı demokrasiyi tamamen yok sayma aşamasına geldi. 2008 mali krizi batıda milliyetçilik düşüncesini yükseltti bununla birlikte küresel kapitalizmin çöküş hâlleri gözler önüne serildi. Türkiye’de yarın ne olacak, biliyor muyuz? Küresel kapitalizmin ekonomik ve siyasal elitleri aç gözlülükleri ve kibirleriyle sınıfta çaktılar. Amerika’da TRUMP böyle kazandı, Avrupa’da milliyetçilik ve popülizm böyle sahne almaya başladı. Irkçı, yabancı düşmanı, Müslüman düşmanı, farklılıklardan hiç hazzetmeyen, demokrasiyi sevmeyen siyasal akımlar Avrupa Birliği’nin sınırları içinde böyle güçlendiler, hatta iktidara tırmandılar.
Rus ve ÇİN modeli bu çerçevede yerini alıyor. Yükselen popülist milliyetçiliği besleyen kaynaklar da büyüteç altında. İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen 40 yıllık Soğuk Savaş döneminde liberal demokrasinin en iyi zamanlarını yaşadığı… Çünkü kapitalizmin istikrarlı bir ekonomik büyümeyle birlikte hayat standartlarını yükselttiği… Refah devletine kapıyı açtığı… Sağlık, eğitim gibi alanlarda gelişme sağladığı… Böylece siyasal elitin de kitlelerin güvenini kazandı. Şimdi böyle bir Amerika var. Böyle bir Avrupa var. Bu karanlık süreç devam edecek mi? İnsanlığın başına yine korkunç felaketler sarılacak mı? Bu hortlakların dansı bir süredir yine gözümüzün önünde. Sorular da ister istemez kulaklarımıza çalınmakta: Faşizm, Nazizm, Komünizm benzeri rejimler Batı’da yine sahne alacak mı? Yoksa, küresel kapitalizm kendini toparlayacak mı? Kendini yenileyecek ( Reform) mi? Yeniden istikrarlı bir büyüme rayına oturabilecek mi ekonomiler? İşsizliğe, yoksulluğa ve eşitsizliklere çözümler üretebilecek mi? Güler yüzlü bir hâl alarak liberal demokrasiyi yeniden güçlendirebilecek mi? Yüzlerini demokrasiden popülizme, Otoriter ve Diktatör düzenlere çevirmiş ve yeniden milliyetçi rüzgârlara kapılmış olan kitlelerin güvenini yeniden kazanabilecek mi? Böyle bir ihtimal var mı? Yoksa küresel kapitalizm ve küresel elitlerin bugün artık böyle niyetleri yok mu? Bu soruların cevabı Türk milleti özüne ve köklerine sahip çıkmak zorundadır.