Türkiye; soğuk savaş sonrası başta Balkanlar olmak üzere, Orta Doğu ve Kafkaslarda “Bölgesel Güç” olarak ortaya çıktı. Üstelik Haziran 1991’de 47. Hükümet ANAP-Yıldırım Akbulut) sona erdikten sonra, Mayıs 1999’da 57. Hükümet (DSP-MHP-ANAP) dâhil 9 yıl içerisinde 10 değişik hükümet kuruldu. Bunlar içerisinde ömrü birkaç aylık ve icraati dahi olmayanlar vardı. Ama Türkiye, soğuk savaş sonrası Balkanlar ve Kafkaslardaki çatışmalara rağmen bölgede parlayan bir yıldıza dönüştü. Sebebi ise devletin ortak aklının kullanılmasıydı!
Soğuk savaş sonrası Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Bosna-Hersek krizi ve Boşnak soykırımı henüz hafızalarda yenidir. 1992-95 döneminde Balkanları ateşe veren bu Sırp saldırganlığı, 1999’da Kosova’da da kendisini göstermiştir.
Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Türkiye’nin politikaları şöyle idi:
- Bölgede inisiyatif kullandı, barış ve istikrarı destekledi.
- Bölgesel ve uluslararası aktörlerle birlikte hareket etmeye, gerektiğinde onları çözüm odaklı yönlendirme girişimlere çekmeye çalıştı.
- Türkiye, Balkan göçmenleri açısından önemli bir moral unsuruydu.
- Balkan ülkelerindeki Türk ve Müslümanlar yalnız olmadıklarını anladılar.
- Türkiye; Bosna-Hersek krizinde proaktif, Kosova krizinde düşük profilli aktif politika izledi. Bu tür politika yıllardır görülmeyen bir politika değişikliğiydi.
- Türkiye; Balkan ülkelerini Batılı ve uluslararası örgütlere entegre etmeye çalıştı.
Türkiye’nin inisiyatifiyle 1992’de Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİÖ) kuruldu.
Bosna-Hersek krizi başlayınca İslam İşbirliği Teşkilatı ve BM’yi harekete geçirildi. 1992’de hazırladığı bir eylem planını BM Güvenlik Konseyi’ne sundu. Bu planda Sırp güçlerine karşı önce diplomatik önlemlerin alınması, işe yaramazsa askeri önlemler alınması önerildi.
Sırp saldırıları devam etti. Bunun üzerine tarafların silah tedarikinin önlenmesi için tedbir alındı. Bu bağlamda Adriyatik Denizi’nde yük gemilerinin kontrolü için kurulan çok uluslu Sharp Guard Harekâtı’na daimi olarak SAT birimi destekli bir firkateyn gönderildi.
Kosova krizini başlangıçta Sırbistan’ın bir iç sorunu olarak gören Türkiye, Arnavutluk ve Sırbistan nezdinde diplomatik girişimlerde bulundu. Ancak Sırplar Kosovalılar üzerine askeri birliklerle saldırınca, BM’nin izni olmaksızın tesis edilen NATO hava gücüne bombardıman uçağı gönderdi.
1992’de Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum kesimiyle “Stratejik Savunma Hattı” oluşturdu. Kime karşı olduğu açık bu oluşuma 1993’te Suriye, 1994’te Ermenistan, 1995’te İran katıldı. Türkiye de 1995’te İsrail ile “Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması” yaparak karşılık verdi.
O yıllarda Azerbaycan-Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorunu sebebiyle çatışma çıkmış, Rusya’da Çeçenistan krizi ve çatışmaları devam ediyordu.
Ocak 1996’da Kardak Krizi sebebiyle Yunanistan’la 1970’li yıllardan beri süren gerilimli iklim tekrar sertleşmişti. AB ise hemen her krizde Yunanistan’ın yanındaydı. Rusya da…
Bir taraftan da Türkiye’nin PKK terör örgütüyle mücadelesi vardı. Mücadele Ekim 1998’de terör elebaşısı Öcalan’ın Suriye’den gönderilmesi, Şubat 1999’da Kenya’da ABD’nin paketleyip teslim etmesiyle sonlanmaya başlamıştı.
1999 sonlarına doğru Türkiye’nin AB adaylığı için yeşil ışık yakıldı. Hemen ardından Türkiye’nin inisiyatifiyle “Ege’de Güven Artırıcı Önlemler Paketi” hazırlanarak Yunan tarafına iletildi. Ogündür, bugündür Ege’de hır çıkmıyor!
Son Söz: KP iktidarının 1990’lı yıllarda bölgesel güç haline gelen Türkiye’yi incelemesinde yarar var. Üstelik o yıllarda tek partili iktidar da yoktu. Ama ne diğer devletlere bağırılıyor, ne de “Ver kurtul!” yapılıyordu. Bölgesel güç haline gelen Türkiye aranılan bir müttefikti. Bunu sağlayan ise kısa sürede değişen siyasi iktidarlar değil, devletin ortak aklında var olan bürokrasiydi! AKP iktidarı “Ben seçildim, o halde her şeyi en iyi bilirim!” demek ve danışmanlarla hareket etmek yerine, devlet aklına danışmayı düşünebilse…