ABD, birkaç gün önce almış olduğu bir kararla Orta Doğu ve Afrika ülkelerine ait 10 havaalanından ABD’ye uçacak uçaklarda yolcuların beraberlerine dizüstü bilgisayar ve tablet almalarının yasaklandığını bildirdi. Bu havaalanları içerisinde İstanbul, yani Türkiye de var. Türkiye’den ABD’ye gidecek tüm yolcular aktarmalı veya doğrudan sadece İstanbul üzerinden uçuyorlar. Türkiye’ye reva görülen bu muamele, Hollanda’da Bayan Bakan Kaya’ya yapılandan çok daha ağır bir muameledir! Şahsen devletimi aşağılamışlar gibi hissettim. “Acaba ABD neden bunu yaptı?” diye kendi kendime sorunca, kimlerin neler yapmadığını gördüm. Dış politikamız S.O.S. veriyor ama gören yok gibi…
ABD’nin “el-Kaide tehdidi”ni gerekçe göstererek başlattığı uygulama kendi Tv kuruluşları CNN İnternational’da defalarca tekrarlanırken, Türkiye’de neredeyse tam bir suskunluk vardı. ABD’nin NATO müttefiki ve küresel teröre karşı birlikte mücadeleye soyunan Türkiye, terör konusunda “mücadelede yetersiz” kaldığı düşünülerek bu kapsama dâhil edilmektedir.
Aralarında İstanbul’un da bulunduğu sekiz ülkedeki 10 havalimanından ABD’ye doğrudan sefer yapacak uçakların yolcuları 22 Mart’tan itibaren bu “yasağa” tabi tutuldular. Artık kabinde yanlarına boyutu cep telefonundan büyük elektronik cihaz alamayacaklar.
Sadece ABD mi? Ne yazık ki ABD’nin yeni Başkanı Trump koltuğuna oturduktan sonra onunla ilk görüşmeyi yapan ve ardından da Türkiye’ye gelerek bizleri “şereflendiren” İngiltere’nin zarif Başbakanı Teresa Mey de bu yasağı uyguladı. İngiliz hükümeti, Türkiye dâhil 6 ülkeden Birleşik Krallık’a doğrudan yapılan uçuşlarda, yolcuların bazı elektronik cihazları kabine almasının yasaklandığını duyurdu. Bizde gene “Tık” yok…
Bu yasak ve aşağılamaya kadar varan haberi okuyunca, FETÖ davasından kaçan ama fiilen darbe girişimine karışmayanlardan AB ülkelerine (Almanya, Hollanda, İsveç vb) sığınanlar aklıma geldi. Özellikle de bu “sanıklara” sığınma hakkı veren ülkelere söylenenler…
FETÖ’cüleri bağırlarına bastılar diye demediğimizi bırakmadığımız bu ülkeler aslında ABD ve İngiltere ile kıyaslandığında “sütten çıkmış ak kaşık!” gibiler...
FETÖ’nün yeşerip palazlandığı ülke İngiltere ve en önemli karargâhlarından biri Londra’da kurulmuştur. Devlet üniversitelerinden hak etmeden “yüksek lisans” eğitimi için gönderilen ilk ülke İngiltere’dir. Türkiye’deki “FETÖ’cü akademisyenler” hakkında bir araştırma yapılacaksa, İngiltere’de lisansüstü eğitimi alan devletteki akademisyenler iyi incelenmelidir. Çünkü özel olarak yetiştirildiler. Tabii İngiliz MI6 istihbarat örgütünün bilgisi dahilinde…
Ya ABD? O daha vahim. FETÖ’nün elebaşısının bulunduğu ülke. FETÖ ile ilgili neredeyse iki TIR dosya gönderilmiş, onun yüzünden ABD’nin önceki Başkanı Obama’ya denmedik kalmamıştı…
ABD ve İngiltere’nin bu yaptıkları en fazla son yıllarda Batı’nın büyük havayolu şirketlerini geride bırakan THY dâhil Orta Doğu ülkelerinin havayolu şirketlerine karşı “ticari” bir önlem de olabilir. Bu mutlaka takip edilmeli ve DTÖ (Dünya Ticaret Odası)’ye götürülmelidir.
Ama bunlar Türkiye’nin dış politikada akıntıya kapılmış, motoru (veya yelkeni ya da küreği) ile dümeni bulunmayan bir tekneye benzediği gerçeğini gizleyememektedir. Türkiye birkaç aydır referanduma kilitlenmiş, her baktığı yerde “Evet” veya “Hayır” gören gözlüğü takmışken, Dışişleri Bakanı dâhil devleti yönetenler dış politikadaki yanlışları hem görememekte, hem d yanlışlara devam etmektedirler. Şahsen haftalardır yurt içindeki bu “iç politika” cazibesine kapılmadan tüm dikkatini dışarıya veren biriyim. Ama bu dayanılır gibi değil!
Daha yenilerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Moskova’da ağırlayan “Dost” Putin’in askerleri Hatay-Kilis’e bitişik ve PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin sözde özerk kantonu Afrin’e asker gönderdi. Tek başına bu bile diplomaside sınıfta kaldığımızın işareti!
Son Söz: Referandum sebebiyle “bilerek” veya olayların akışı sırasında “görme özürü” sebebiyle rayından çıkan dış politika adeta “İmdaaat” diye bağırmaktadır.