Avrupa’da, özellikle de AB ülkelerinde son günlerde “çifte vatandaşlık” tekrar gündeme geldi. Gerekçelerin başında, Brexit kararıyla AB’den ayrılma dönemindeki İngiltere hariç tüm ülkelerde Türkiye’deki Anayasa Değişikliği Referandumu’ndaki “Evet” oylarının “Hayır”dan fazla olmasıydı. Giderek radikalleşen ve yeni safları oluşturan Dünyada, AB ülkelerinde de kutuplaşma ve radikalleşme prim yapmaya başladı. Buna yol açan gelişmelerin en başında da “yabancı düşmanlığı” ve sahip oldukları varlıkları yabancılarla paylaşmama dürtüsü var.
Başta Almanya olmak üzere AB ülkelerine 1960’lı yılların başından itibaren “iş ve aş bulmak” maksadıyla giden Türklerin sayısı hiç de az değil. Hatta AB’de en fazla “Gurbetçi” bulunduran ülke Türkiye! Sadece Almanya’da 3.5-3.6 milyon civarında Türkiye kökenli insan bulunduğu bilinmektedir. Üstelik bunların önemli bir bölümü Almanya’da doğmuş, büyümüş, okumuş ve işini-aşını bu ülkeden veya diğer AB ülkelerinden temin eden insanlar.
Almanya’ya 1960’larda ve sonrasında gidenlerin önemli bir bölümü ya Türkiye’ye geri dönerek veya gurbette Hak’kın rahmetine kavuştular. “Gurbet ellerde ölenler”in naaşları, sıkça hatırlattıkları gibi “Uçağın kanadında” yurda getirildi. Ama ikinci ve üçüncü nesil (bu arada yetişmekte olan milenyum nesli) ise çoğunlukla kalıcı oldular.
Diğer milletlerde rastlanmayacak ölçüde bir direnç Türklerde görüldü. Uzun bir süre bulunulan ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik imkânlarından istifade etmek varken bir türlü “çifte vatandaş” olma şansını kullanmadılar. Özellikle ilk nesil “Bu yaştan sonra gâvur olup da ne yapacağım?” diyerek, kâğıt üzerinde de olsa bir AB ülkesi vatandaşlığını kabul etmediler.
Ama özellikle 3’ncü nesil olmak üzere bu ülkelerde yetişen “Yeni Türkler”, bulunulan ülke vatandaşları ile aralarındaki makasın açıldığını görünce çifte vatandaşlığa daha çok taraftar oldular. Zaten çoğu için Türkiye dedesinin ve ninesinin yaşadığı, ama hayatında çok az kesit tutarak “yabancı”, ama gene de “memleket” diye unutmamaya çalıştıkları “2’nci memleket” idi. Çünkü onlar Avrupa’da doğup büyümüş, aile terbiyesi ve kültürüne rağmen bulunulan ülkenin okul ve sokaklarındaki çok kültürlülüğe de uyum sağlamaya başlamışlardı.
Çifte vatandaşlık veya bulunulan ülke vatandaşlığına geçişte pek çok engel mevcuttu. Bunlardan ilki bulunulan ülkede doğma ve o ülke dilini kullanabilme mecburiyeti gibi şartlardı. Yeniz neslin bu konuda sorunu hemen hemen yok gibiydi.
İkinci büyük sorun ise aile büyüklerinin “Ya gâvur olursa!” diye düşünen düşüncesiydi. Tabii bir de şayet Türk vatandaşlığından çıkarlarsa Türkiye’deki mirasla ilgili sorun yaşayabilme endişeleri (özellikle aile büyüklerinde) mevcudiyetiydi.
Bunların da ötesinde en ciddi sorun; bizzat Türkiye’yi yönetenlerin popülist uygulamaları ve Almanya gibi Türk nüfusun yoğun olarak yaşadığı ülkeleri “oy potansiyeli” gibi görme yanlışlığı idi.
Aslında Türkiye için önemli olan Avrupa’daki Türklerin oylarını yurt içindeki seçimlerde kullanmaktan çok, bulundukları ülkede hak, hukuk, refah ve huzur içerisinde yaşayabilecekleri bir ortam bulabilmeleridir. Yani diyelim ki Almanya’daki Türkler; bu ülkede siyasi, hukuki, ekonomik, güvenlik ve sosyal konularda korunup kollanacak şekilde ayakta durabiliyorlarsa, en büyük kazanç bu olmalıdır.
Ayakları üzerinde sağlamca duran Türkler, Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkileri iyileştirmede çimento vazifesi görebilirler. Nitekim ihracatımızda ve Türkiye’ye gelen turist sayısında Almanya’nın ilk sırada bulunmasında bu Türklerin faydası inkar edilemez!
1.4 milyon civarında bulunduğu ileri sürülen bu Türklerin çifte vatandaşlığı ellerinden alınırsa, tüm dünyaya “Almanya’nın yaptığı Nazizm!” diyerek bağırıp çağırsak da, onlara faydası olamaz. Bağırdığımızla kalırız ve Türkiye’ye hiçbir yararı olmaz.
Son Söz: Yurtdışındaki Türkler üzerinden yapılacak popülist politikaların onlara ve ülkeye verebileceği zararlar dikkate alınmalıdır. Güçlü olurlarsa Türkiye’ye katkı sağlayabilirler.