Akranlarımla 27 Mayıs İhtilali’yle hayata “Merhaba!” dedik. Çocuk muhayyilemize rahmetli Menderes’in “Köpek davası”ndan, özel hayatına kadar pek çok şey sokuldu. Bir de Demokrat Parti (DP) – CHP çekişmesine takılmıştık. Memleketin yarısı bir tarafta, diğer yarısı bir tarafta! Taraflar birbirine o kadar zıt ki, birinin ak dediğine diğer kara diyor! DP daha muhafazakar görünümlü, CHP ise daha “okumuş!”
Aslında DP’yi kuranlar, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes gökten zembille inmemişlerdi. Her ikisi de CHP’li vekillerdi. Hatta Bayar, Atatürk hayata gözlerini kaparken başbakan idi. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’la görüştüğünde Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanlığı için CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’yü önermişti.
Daha sonra 5 yıl süren bir II. Dünya Harbi süreci başladı. Türkiye’nin neredeyse tüm çevresinde, özellikle de Karadeniz, Balkanlar, Ege ve Akdeniz’de cereyan eden bu yıkıcı savaşa Türkiye, savaşın sonlarına doğru “Dostlar alış verişte görsün!” kabilinden, Almanya yenilirken, Almanya’ya savaş açması takiyyesi dışında tarafların tüm baskılarına rağmen girmedi. Girmediği de iyi oldu! Şahsen İnönü ve yönetiminin bu tutumunu alkışlayanlardanım.
Savaşa girmese de Türkiye ve iktidardaki tek parti hükümeti CHP oldukça yıpranmıştı. Bir tarafta ekonomik sıkıntılar, diğer tarafta Karadeniz ve Balkanlardaki komünist Sovyetler tehdidi vardı. Sovyetler Türk Boğazları’nı birlikte yönetmeyi, Kars ve Ardahan’ın verilmesini istemişlerdi. Orta Doğu İsrail odaklı çalkantılarla sıkıntılıydı. Yunanistan’da iç savaş vardı. Bu ortamda Türkiye’nin ortak akılla kararlar alması lazımdı.
Ülkeyi sıkışıklıktan çıkarabilecek bir dinamizm için, Cumhuriyet’in ilk döneminde 2 kez yaşandığı gibi bir kez daha çok partili sisteme dönüldü. Yani demokrasi için olmazsa olmaz şartlardan, başta ülkeyi seçildikten sonra belli sürelerle yöneten ve süresi dolduğunda görevi sona eren cumhurbaşkanları ile gene serbest seçimlerle Meclis’e giren siyasi partiler olacaktı.
Tek parti ile demokrasinin gerçekleşmesi mümkün değildi! Çünkü siyasi partiler olursa, hükümeti denetleyecek ve gayrı meşru yollara sapmaktan caydıracak muhalefet partileri olacaktı. Önce 1946 Genel Seçimleri ile o güne kadarki tek parti “CHP” dışındaki siyasi partiler de Meclis’e girdiler. 1950 genel seçimlerinde ise CHP ana muhalefete düşerken, DP iktidar oldu. Peki özlenen demokrasi gerçekleşti mi? Çünkü demokrasi, bedelle öğrenilebiliyormuş!
Aksine millet adeta ikiye ayrıldı. DP, iktidar oluşunu hazmedemedi. Kendisinden olmayanları zaman zaman ezdi. CHP ise, “kurucu parti” olma gururunu kıramayarak, kendisinden başka bir partinin iktidar olmasını hazmedemedi. İşte 27 Mayıs 1960 darbesinin ana çıkış sebebi buydu!
İhtilal sonrası ısmarlama bir Anayasa hazırlandı. Başbakan Menderes dahil 4 kabine üyesinin asılması, Türk demokrasi tarihinin kara lekesiydi. Albay Aydemir’in 2 kez darbe girişimi (1962 ve 1963) savuşturuldu. Tam CHP-DP çekişmesi bitti derken, başında Süleyman Demirel’in bulunduğu Adalet Partisi (AP) ile CHP’nin çekişmesi başladı. Demokrat olmak zor zanaatti!
Çekişme önce 1971’de 12 Mart Muhtırası’nı, ardından 1980’de 12 Eylül’ü getirdi. Yeni bir ara dönem ve yeni ısmarlama Anayasa! Darbeci askerler 3 yıl sonra yeni bir genel seçimle yönetimi tekrar sivillere bıraktı. Yasaklı siyasiler ANAP iktidarı dönemindeki referandumla siyasete girdiler. Ama siyasette “Demokratik ülkelerde rastlanmayan” didişmeler devam etti.
Demokratik pek çok ülkenin mükemmelen becerdiği koalisyon hükümetlerini bir türlü yaşatamadık. Sonunda 2002 genel seçimleri ile AKP iktidar oldu. Tabii o zamanlar “masum” dedikleri FETÖ’cüler de iktidar ortakları idi. Tek başına o tarihten beri iktidar olan AKP döneminde “İşte demokrasi budur!” diyebildik mi? Maalesef cevabımız gene “Hayır!”
Son Söz: CHP’nin “Hukuk Yürüyüşü” adıyla sokaklara düşmesini tasvip etmiyorum. Türkiye, bir Latin Amerika veya “Arap Baharı” ile darmadağın edilen ülkelerden biri değildir. Ancak yürüyüşü eleştiren iktidar, muhalefetsiz demokrasi olamayacağını da görebilmelidir. Aksi “Muz cumhuriyetidir!” Vatandaş sizleri kavga için değil, uzlaşın-anlaşın diye seçti!