Her şey Aralık 1995 sonlarına doğru Figen Akad isimli Türk kosterinin Kardak kayalıklarına oturmasıyla anlaşıldı. Ege’de hangi ülkeye ait olduğu açıkça bilinmeyen 152 civarında adacık ve kayalık vardı. Figen Akad Kardak’ta oturunca Yunan Sahil Güvenlik botu yardım teklif etmiş, olumsuz cevap alınca “Burası Yunan karasularına ait!” demişti. Gemi kaptanı ise “Ben yıllardır buradan geçerim. Bu kayalıklar Türk karasularında ve Türkiye’ye aittir!” dedi. Bunu Yunan gazetecilerin kayalığa çıkıp resim çektirmesi, onu Türk gazetecilerinin izlemesiyle iki ülkeyi savaşın eşiğine taşımıştı. Savaş çıkmadı ya adacık ve kayalıklar ne âlemde dersiniz?
O dönemde ABD Başkanı Bill Clinton ve NATO Genel Sekreterinin telefon diplomasisi iki NATO ülkesinin savaşını önledi. Kardak’ta “statüko ante”ye dönüldü.
2000 yılında Türkiye Yunan tarafına “Ege’de Güven Arttırıcı Önlemler” başlığı altında 9 maddelik, Ege’de gerilimin azaltılmasını öngören proaktif bir politikayı devreye soktu. İki ülke Dışişleri Bakanları arasında Ege’deki deniz sahalarının paylaşımı konusunda uzlaşma arayan bir yola başlandı. Peki şu an “İstikşafi Görüşmeler” ne durumda?
En azından 4-5 yıldır Ümit Yalım adında bir araştırmacı ulaşabildiği her yerde Yunanistan’ın bu “aidiyeti belirsiz” adacık ve kayalıkların Yunanistan tarafından iskân edildiğini iddia edip duruyor. Birkaç yıl önce konuyla ilgili bir etkinlikte kendisiyle tanışmıştım. Kara Kuvvetlerinden emekli kurmay bir subay ama deniz konusuna adeta kendisini adamış!
Özellikle Bulamaç ve Eşek adası ile ilgili çıkışları oldukça sık. Zaman zaman da MHP Grup Başkan Vekili ve Manisa Milletvekili Erkan Akçay da konuyu takip edenler arasındaydı.
Ümit Yalım’ın ileri sürdüğü “aidiyeti belirsiz” Ege adalarının Kardak Krizi öncesi veya sonrası iskân edilip edilmediği çok önemli. Zira Kardak Krizi ile birlikte Ege’deki benzer adacıkların hangi ülkeye ait olduğu tartışma konusudur.
Bir bakıma daha önce de Türk-Yunan geriliminde tavan yaptıran diğer Ege sorunlarına (Kıta sahanlığı, karasuları uzunluğu, hava sahası, FIR hattı, Lozan Barış Andlaşması hilafına Ege adalarının Yunanistan tarafından silahlandırılması, deniz yan hududu vb) bir yenisi daha eklenmişti. Acaba bu adacık ve kayalıklara kime aitti?
Taraflar bu konuda derin araştırmalar yaptılar. Deniz hukukçularını devreye soktular. Hatta Yunanistan o dönemde bazı iskânsız adalara ayda 2.500 mark tutarında maaşlı “Robenson Cruzeo”lar bile yerleştirmek istedi.
Türkiye, bu konuya açıklık getirmek maksadıyla arşivleri alt üst etti. Sadece kendi arşivlerini (MSB, Genelkurmay, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı vb) değil, Almanya, İngiltere, ABD’de bile arşiv araştırmaları yapıldı. II. Dünya Harbi öncesi ve sonrası Ege’yle ilgili haritalar araştırılıp incelendi.
Dünya çapında benzeri deniz hukukuyla ilgili sorunlar ve tahkim sonuçları tarandı. Sonunda bir umut ışığı yakalandı. 1998 yılında Uluslararası Sürekli Hakem Mahkemesi Eritre-Yemen arasındaki Kızıldeniz adalarının aidiyetiyle ilgili kararı Türkiye’ye umut oldu. Mahkemenin kararı içerisinde, bahse konu adaların 1923’e kadar Türk devleti (Osmanlı veya Türkiye) egemenliği altında iken, daha sonra bu adalar üzerindeki haklarından feragat ettiğini, dolayısıyla bu adalar üzerindeki egemenliğin belirlenemediğini belirtti.
Mahkeme adaların egemenliğinin belirlenmesinde son 10 yıldaki devlet uygulamalarına (iskan, deniz feneri inşası vb) bakılacağını, devlet uygulaması da yoksa coğrafi yakınlığı esas aldı. İşte bu karar Ege’deki aidiyeti belirsiz adacıklara da uygulanabilirdi.
Kardak Krizi ile benzer adacıklar konusunda itirazı olan Türkiye, şayet bu krizden sonra Yunanistan tarafından devlet uygulaması yapılan adacık-kayalık varsa, mutlaka itiraz etmeli ve itirazını hem karşı tarafa, hem de BM’ye deklare etmelidir.
Son Söz: Deniz tabanında petrol-doğalgaz bulunduğu için konu önemlidir. Davutoğlu’nun başdanışmanlığı döneminden beri Ege’ye sırtını dönen Dışişleri artık devreye girmelidir!