Türkiye’de kutuplaşma o kadar derinleşmiş ki, adeta gözler görmek istemeyecek kadar kör, konuşmalar ise normal şartlarda çocukları bile inandıramayacak kadar abartılıdır. Bu abartı ve kutuplaşmaya son zamanlarda Fırat Kalkanı Harekâtı da alet edilmek istendi. Bu kadarına da pes! Siyaset yapalım derken, kendi ayağımıza da sıkmayalım! Şehitler ve gaziler üzerinden siyaset ya da boşboğazlık yapmayalım!
Hafta içerisinde Başbakan Yıldırım Fırat Kalkanı Harekâtı’nın sona erdiğini söyledi. Daha önce de Fırat Kalkanı Harekâtı için “Zafer” nidaları atılmıştı. Sanırsınız ki iktidarın “Strateji Uzmanı” olacağını sanacak kadar gazete muhabirliği yapmış bir milletvekili, “2-3 saatte Şam’dayız!” derken 7 ay, 7 gün, 7 saatlik bir “küçük” bir tahmin hatası yapmıştı. Haa bu arada Şam’a değil de el-Bab’a kadar gidilebildi. Mesafe hatası çok daha büyük…
Şimdi bu durumu gördükten sonra askeri strateji okumuş, bizzat üzerinde alışmış, emekli olduktan sonra kitabını yazıp dersler vermiş biri olarak, mütevaziliğe kaçmadan şunu söyleyebilirim: Fırat Kalkanı Harekatı kesinlikle bir zafer değildir! Ama Fırat Kalkanı bir hezimet, ya da boş yere yapılmış bir harekât da değildir!
İktidarın 7 ayı aşkın bir sürede küçük bir coğrafyada kontrol sağlanabilmesine rağmen bu harekâtı “Zafer” diye abartması anlaşılır gibi değildir. İktidarın bu abartısına karşılık, iktidara vurmak isteyenler de daha temiz değiller. Biri çıkıp “harekâta yanlış adamlarla yani ÖSO denen teröristlerle” işbirliği yapıldığından bahsedilmektedir.
Bir başkası da “Membiç ve Afrin’i temizleyemedikten sonra bu harekâta ne gerek vardı...70 şehidin kanının hesabını öbür dünyada nasıl verecekler?” diye ahkâm kesiyor.
Fırat Kalkanı Harekâtı başlarken “politik hedef” ve askeri hedefler belli değildi. Bu hususlar eleştirilebilir. Hatta harekâtın ikinci haftasında Çobanbey’den içeri girilirken, özellikle Hatay-Osmaniye bölgesine büyük zarar veren PKK’nın Suriye ayağı Afrin’e Kilis ve Reyhanlı’dan girilmediği için de eleştiri yapılabilir.
Menbiç ve Rakka konusunda iktidarın ileri geri konuşması, tribünlere oynayan ama dışarıda başarılı olamayan hareketleri de eleştirilebilir. Bunlara söylenecek söz yoktur.
Fırat Kalkanı Harekâtı, Suriye politikasında tam da dip yaptığımız sırada Türkiye’nin Suriye masasında kalabilmek için tutunduğu son can halatı idi. Suriye masasında kalabilmek ve PYD-YPG-PKK’nın “Terör Koridoru”nun engellenmesi bu harekât sayesinde mümkün olabilmiştir.
Keza Suriye’de yerinden-yurdundan edilen Türkmenlerin tekrar güvenle yurtlarına dönebilmeleri maksadıyla ele geçirilen bu topraklar, bir bakıma onların teminatı, hatta tapularıdır. Bu bölgenin Türkmenlerin son ferdi de iç savaş öncesindeki yerlerine yurtlarına güvenle dönünceye kadar TSK’nin kontrolünde tutulması önemlidir. Her ne kadar harekat IŞİD’le mücadele maksadıyla başlatılmışsa da, bu üç önemli konu daha sonradan harekâtın “siyasi hedefi” olarak kendiliğinden belirdi. Bu ilk üç konuyu küçümsemek hiçbir kimseye bir şey kazandırmaz.
ÖSO meselesine gelince. ÖSO bir düzenli ordu değildir. Yani eskilerin tabiriyle “Başıbozuk!” Bunların Suriye’de arkasında siyasi bir otorite de yoktur. Suriye’de BM’ye göre tek meşru siyasi otorite Esad rejimi ile de düşman taraftadır. Bu sebeple ÖSO’dan fazla bir şey de beklenemeyeceği ahkâm kesen “strateji uzmanları” tarafından da biliniyor olmalıdır.
Terörist diye aşağılanmak istenen ÖSO içerisinde Suriyeli Türkler (Türkmenler) vardır ve Türkiye'de Türk Ocakları Genel Merkezi ile yakın temas halindedirler. Türkmen komutanlar Harbiyeli değildir. Çiftçi, berber, ayakkabıcı vb işlerle meşgulken, yerlerini-yurtlarını, namuslarını korumak için ÖSO çatısı altında toplandılar. Bu kardeşlerimize yapılan hakaret, aslında kendimize yapılan hakarettir ve kabul edilemez!
Son Söz: Herkes kendine gelip en azından milli konularda elma ile armudu toplamamalıdır!