Norveç’te NATO’nun sanal ortamdaki tatbikatıyla tekrar ‘NATO’ya Hayır!’la karşı karşıya kaldık. Tatbikatta ‘düşman’ tarafta Atatürk’ün ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ismi kullanılması, Türk kamuoyunda haklı ve doğal bir infial yarattı. Türkiye’ye hakaret edici bu skandala gösterilen ilk tepkilerin hemen ardından NATO Genel Sekreteri ve Norveç Savunma Bakanı Türkiye’den özür dileyip sorumluların işine son verildiğini bildirdiler. Dinmeyen öfkemizle Türkiye’yi ‘Dünya Lideri’ gibi ve ‘Batı’nın uşağı’ şeklinde siyahla beyaz gibi farklı gören iki çevre de hemen palayı sıyırıp ‘NATO’yu istemezük!’ dediler. Bu barış dönemi strateji uzmanları daha sonrası ne yapılacağına ise cevap veremediler.
Türkiye NATO’ya zorla alınmadı. II. Dünya Harbi sonrası Sovyetlerin Kars-Ardahan’ı istemesi, Boğazlar rejimini birlikte yönetme notası ile Karadeniz ve Kafkaslardaki Sovyet tehdidinin boyutu anlaşıldı. 1949’da kurulan NATO’ya hem CHP, hem de iktidara gelen DP tarafından müracaat edildi. İkisi de reddedildi. Kore’ye gönderilen Türk askeri kahramanlık destanı yazdıktan sonra 1952’de NATO’ya kabul edildi.
Türkiye soğuk savaş sona erene kadar NATO ittifakının caydırıcılığından yararlandığı gibi, NATO’nun en uçtaki geniş bir alanında Sovyet ve Doğu Bloku’na karşı da ileri karakoldan fazlasını yaptı.
İttifak denilince Türkiye’de iki veya daha fazla insanın arkadaşlığı gibi düşünülen yanlış bir anlayış var. Oysa ittifaklar, ortak çıkarlar üzerine yazılı anlaşmalarla belirlenmiş esaslar üzerine kurulur. Ama her ittifak içerisinde çıkarlar çatışınca sorunlar da ortaya çıkabilmektedir.
Mesela 2003’te ABD Irak’a müdahale edeceği sırada Fransa ve Almanya’dan büyük bir tepki yükselirken AB üyesi İngiltere, İtalya, İspanya, Polonya gibi ülkeler ABD’nin yanında yer alarak, neredeyse siyasi birlik kurmak üzere olan AB’yi çatırdatmışlardır. Oysa Almanya ve Fransa çoğu kez ABD ile aynı türküyü söyleyen ‘Batı’ ülkeleri ve NATO üyesidirler.
İkisi de 1952’de NATO üyeliğine kabul edilen Türkiye ve Yunanistan da 1960’lı yıllardan 2000’li yılların başına kadar birçok kez savaşın eşiğine gelmişlerdir.
İttifakın ‘Abisi’ ABD, afyon ekimi yasaklanmadığı için Türkiye’ye 1976’da ‘silah ambargosu’ uygulamıştır. Bugün de olduğu gibi, geçmişte de modern silah alımlarımıza onay vermemiştir.
Türkiye ile NATO ilişkisi karşılıklı örtüşen çıkarlara dayanmaktadır. Nasıl ki NATO’nun koruyucu şemsiyesi altında Sovyet tehdidi atlatılabildiyse, soğuk savaş sonrasında da NATO sayesinde Rusya’nın desteklediği Sırpların Bosna-Hersek krizindeki katliamlarının artışının önüne geçilmiş, 1999’da Kosova’da yeni bir soykırım önlenmiştir.
NATO’nun koruyucu şemsiyesi yanında özellikle üyesi olan ABD, Fransa, Almanya gibi ülkelerin Türkiye ile çatışan çıkarları sebebiyle NATO’nun hedef alındığı görülmektedir. Aslında soğuk savaş sona erdikten ve Balkanlar ile Kafkaslarda taşlar büyük ölçüde yerine oturduktan sonra bulunduğumuz coğrafyada yeterli “caydırıcılık” olması koşuluyla. NATO’dan çıkılabileceğine inananlardanım. Ancak Rusya’ya güvenen yoktur inşallah! Fırat Kalkanı Harekâtında iki ayrı olayda ‘Dost’ Rus uçaklarının Türk askerlerini katlettiğini unutmayalım!
Nükleer güç olsaydık, ‘NATO’dan ayrılalım!’ diyeceklerden biriyim. Ama mevcut koşullarda ayrılmak çok ciddi riskleri de beraberinde getirebilir. NATO’dan ayrıldığımız gün Batı kaynaklı mevcut silah sistemlerinin mühimmatları ve yedek parçaları verilmez. ‘Olsun, başka yerden alırız!’ diyenler olabilir. Sadece bir silah sistemi için örnek vereceğim: F-16 uçaklarının daha moderni olan F-18’lerin tedariki, eğitimi, lojistik desteği, mühimmatı vb dikkate alındığında 40-50 milyar dolarlar söz konusudur. Bunun diğer uçakları, tankları, gemileri, denizaltıları, erken ihbar sitemleri vs de var… Bu kadar zengin veya hovarda mıyız sizce?
Son Söz: Türkiye’ye nispeten daha az dokunulmasının NATO üyesi olmamızdan kaynaklandığını unutmamalı, ‘Bekâra eş boşamak kolaymış!’ gibi konuşmayalım.