Askeri müdahale denildiğinde akla darbe ve ihtilal gelir. Siyasi sisteme karşı zor/güç kullanılmakta ve sivil hükümet değiştirilmektedir. Bu güç kullanarak yapılan sivil hükümetlerin değişimleri yanında, gene askerin gücünün etkisiyle sivil-asker ilişkilerinde ortaya çıkan ve demokrasiyi zedeleyen diğer etkiler de ayrıca mevcuttur. Bir diğer ifadeyle, askerler darbe yapmaksızın da sivil otoriteyi veya demokratik yapıyı zayıflatabilmektedirler. Türkiye bu müdahalelere sıkça uğradı. Özellikle 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe Girişimi sonrası TSK’nin sistemi tamamen değiştirildi. Acaba Türkiye artık “Askeri darbe” ihtimalinden kurtuldu mu? Son aylarda çalıştığım kitap bunun üzerine ve erken de olsa bazı hususları paylaşacağım.
Türkiye’nin 1961-1980 dönemi askeri müdahaleleri sırasında asker-basın ilişkileri üzerindeki araştırmalara göre, askeri müdahale ile sivil denetim arasında bir “gri” alan mevcuttur. Bu gri alan askerin politikaya katılımı anlamını taşımaktadır. Askeri müdahale yapılmadığı halde askerlerin siyasette etkin rol oynamaları söz konusu olan ülkede, siyasi yaşamın müdahale ile sivil denetim arasındaki bu gri alanda gerçekleşmesine sebebiyet verdiği ileri sürülmektedir.
Türkiye’de askerin bu gri alandaki faaliyetleri, çoğu kez sivil demokratik seçimlerle iş başına gelen hükümetlere rağmen gerçekleştiğinden, bu hükümetlerin tavır, tutum ve siyasetlerini yeniden gözden geçirmelerine veya değiştirmelerine yol açtığından, askerlerin bu tür katılımı “askeri müdahale” olarak değerlendirilmektedir.
Thomas Hobbes, siyaseti bir tür iskambil kâğıdına benzetmektedir. Siyaset oyuncularının, hangi kartın “koz” olacağı, yani hangi kartın diğer kartlardan üstün olacağı hususunda anlaşmaya varmaları önem arz etmektedir. Şayet siyaset oyununda koz olarak bir kart üzerinde anlaşma sağlanamazsa, “sinek” kâğıdı koz olmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, şayet siyaset oyununda siyasi partiler koz üzerinde anlaşamazlarsa silahlı kuvvetler “koz” olarak ortaya çıkmaktadır.
Aslında siyaset oyununda hiçbir şekilde yeri ve ağırlığı bulunmaması gereken silahlı kuvvetler, oyunun kuralları üzerinde uzlaşma sağlanamaması hallerinde ortaya çıkarak boşluğu dolduran bir “güç” haline gelmektedir. Az gelişmiş ülkelerdeki temel demokrasi sorunlarından biri olarak göze çarpmaktadır.
27 Mayıs İhtilali’nin ardından, ihtilalin işbaşına getirilen lideri Cemal Gürsel, Anayasa yapmak için bir araya gelen hocalara, “Bize öyle bir Anayasa yapın ki, bir daha ihtilal olmasın!” demişti. Bu sözün ardından hocaların aklına, “Cumhuriyeti kollamak ve korumak” sözcükleri gelmişti. Ama ihtilaller hiç de eksik olmamıştı…
Türkiye’de uzun yıllar gazetecilik yapmış olan İngiliz Andrew Finkel, Türkiye’yi çok iyi analiz etmiş. Finkel’e göre Türkiye’deki asıl sorun “Askeri vesayet” değilmiş. Asıl sorun Türkiye’nin “Demokrasiyi anlayamamış!” olması olup bunu şöyle açıklamaktadır:
“Türkiye’de bir yasaklayıcı tarz var, hükümetten, devletten. Şunu yapamıyorsunuz, bunu yapamıyorsunuz. Şu yoldan gitmelisiniz, bu yoldan değil. Her toplumda da bu meşhur kırmızıçizgiler vardır. Türkiye’de bu kırmızıçizgiler, bazı durumlarda yanıp sönmeye başlıyor. Çok geniş ve belirgin hale geliyor. Biz yurtdışından bakınca hah ‘asker’ diyoruz ama gerçekte sadece askerden kaynaklanan bir şey değil bu. Asker yasaklıyor, hükümet kaldırmaya çalışıyor gibi görünüyor. Ama gerçek öyle değil ki.”
Finkel devam ediyor: “Hükümetler Avrupa Birliği’ne girmek için koşarak gitmiyorlar. Bu yasaklayıcı kanunları değiştirmiyorlar mesela. Herkesin kafasında minik bir orgeneral var yani, ‘bunu yapma, şunu yapma,” diyen. Ama bu askeri bir şey değil.” Finkel, “haksız” mı sizce?
Son Söz: Türkiye yeni Anayasa için referanduma gidiyor. Sistem değişikliği veya rejim değişikliği adı altında iki birbirinden 180 derece farklı görüş var. Bu arada TSK de kimine göre tasfiye edildi, kimine göre “dönüştürüldü!” Yani artık darbe riski kalmadı mı? Bunu iddia edebilmek için gerçekten demokratikleştiğimizi söyleyebilecek biri var mı?