Tarih, geçmişte yaşanan önemli olayları, nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte önce anlama, sonra da anlatma sanatıdır.
Tarafsızlık, Tarihçinin ilk yükümlülüğüdür. Aksi takdirde yapılan iş, reklamdır, propagandadır. Siyasi bir algı mühendisliği seviyesinde kalmaya mahkûmdur.
Tarihçiler bazen Tarihi bir olaya yaşarken yakalanırlar. Yani tarihe tanıklık ederler.
Bir olayın tarihi çapını en iyi onlar görürler.
15 Temmuz'u başarısız bir darbe girişimi veya bir mizansen olarak görmek, bir devlet adamının, siyasetçinin veya bir aydının yapılabileceği en büyük hatadır.
Mizansenden, Kıbrıs Barış Harekâtı çapında bir askeri operasyon çıkmaz.
14 Temmuz'da sınırdanbaşını çıkaramayan Türkiye, 14 Aralık'ta El Bab'a bir gecede 55 sorti yapmaz!
Tiyatroyla, mizansenle Türk-Amerikan ilişkileri, kriz seviyesine varmaz.
Oyunla, tezgâhla Türkiye-Rusya ilişkileri bu noktalara kadar çıkmaz.
29 Ekim 2014'te ABD'nin ricasıyla, PKK'ya Kobani ikmal koridoru açanbir Türkiye, oyunla tiyatroyla, Suriye'deki üç garantör ülkedenbiri olamaz!
5 yıldır devam eden bir iç savaşı bitirmek için ateşkes masasına oturamaz!
15 Temmuz, tarihi bir olay, sonrasında yaşananlar ise tarihi bir "dönüşüm"dür.
Bu dönüş, tam tamına 180 derecedir.
Bugün gerek CHP tarafında gerekse MHP'nin parti içi muhalefet kanadında hala 14 Temmuz ağzıyla konuşanlar büyük bir yanılgı içindedir.
Türkiye, bölge ülkeleriyle el ele Amerikan BOP'unun dişlerini sökerken "BOP Eş Başkanı'na destek" ezberiyle konuşmak bir beyin ataleti değilsekatmerli cehalettir!
Bu temel yanılgı üzerine tesis edilen bütün söylemler de aynı cehaletin eseridir.
"Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığına karşı olmak"tan kaynaklanan ve CHP geleneğine uygun olarak savaş meydanına kadar taşınan "ben oynamıyorum" söylemi, düşmana umut veren bir ihanete dönüşmek üzeredir.
Başkanlık sistemine ben de karşıyım. Ancak başkentine sızarak Türkiye'nin beynini pelteleştiren, ordusunu yargısını polisini felç eden FETÖ'yle mücadelede güvenilir bir koç başına ihtiyacımız olduğunun da farkındayım.
BOP müteahhidi ABD'nin, bugünkü Recep Tayyip Erdoğan'a, İlker Başbuğ, Engin Alan, hatta Tuncer Kılınç muamelesi yaptığını da gözden kaçırmıyorum.
"İkinci Darbe"sayılabilecek yegâne ihtimalin:"Erdoğan'ın, AKP'nin içindeki FETÖ taraftarlarına yenilmesi" olduğunu iddia ediyorum.
Bu yüzden mevcut hal ve şartlarda Cumhurbaşkanı'nın, "FETÖ'yle mücadelenin, geniş tabanlı koçbaşı" olarak güçlendirilmesini, bütün yüreğimle destekliyorum.
15 Temmuz bize göstermiştir ki; ikiye bölünmüş bir ordunun iç savaş yolunu kesebilecek yegane kuvvet halktır!
Bugünün şartlarında halkı bir telefonla, topluca, bölünmeden, dövüşmeden sokağadökebilenkişi de Recep Tayyip Erdoğan'dır.
Bu başarılı halk hareketinde, MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin milletten yana duruşu ve Ülkücülerin sokaktaki katkısı, CIA'nın 15 Temmuz provokasyonundan beklediği bölünmeyi durdurmuştur.
7 Ağustos Yenikapı Mitingi, ortak milli duruşun, iç savaş karşısındaki kararlılığın dünyaya deklarasyonudur.
Başkan olur ya da olmaz, partili Cumhurbaşkanlığı yapar ya da yapmaz. Bu mevzuat meseleleri,"cephedeki Mehmetçiğin kanına dokunacak, şehitleri mezarında kıvrandıracak" olaylar değildir.
Ancak, Türk ordusunun emir komuta zinciri ve devletin, milli menfaat odaklı dış siyaset disiplini sağlanmalıdır.
"BOP Özel Kuvvetleri" konumundaki FETÖ, durdurulmalı ve caydırılmalıdır.
Bu sebeple, FETÖ'yle mücadeledeRecep Tayyip Erdoğan ve arkasındaki halk desteği, millet menfaati adına bu mücadele bitene kadar etkin bir şekilde kullanılmalıdır.
Bu sırada, kullanmak zorunda kaldığı fiili yetkilerin, anayasal sınırlar içine çekilerek meşruiyet kazanması için Anayasa değişikliği yapmak gerekiyorsa buna da millet karar vermelidir.
15 Temmuz, kullanabildiğiniz takdirde 400 yıllık etki kabiliyeti olanTarihi bir hadisedir.
Türkiye bu derin manevra sonucunda, BOP'un karşısına dikilmiş; 300 yıllık düşmanı olan Rusya'yla ve 500 yıllık rakibi olan İran'la yan yana gelmiştir.
Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan da aynı çizgidedir.
BOP'taki Kürdistan projesinin doğal muhatapları olan İran, Irak ve Suriye hükümetleriyle Türkiye arasındaki buzlar erimiştir.
Türkiye 1930'larıda Atatürk'ün milli bağımsızlık ilkesiyle yürüttüğü "bölgesel paktlar" politikasına geri dönmüştür.
Evet bu, iç ve dış politikada 180 derecelik bir dönüş demektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hatadan, yanılgıdan, Amerikan ajanlarının kumpasından döndü de milli bir çizgiye oturduysa millet de devletiyle birlikte 180 derece dönmelidir.
Bu şartlarda: "Dün Erdoğan'a hücum edenlerin önde gideniydiniz, ne oldu da gerilere düştünüz?" sorusu, son derecede abestir.
Bu ezberci okuma, Rahmetli Dündar Taşer'indediği gibi…
Soba yakmayı öğrenmiş maymunun, yaz günü öğlen sıcağında, sobayaüflemesine benzemektedir!