Gündeme Tarih'le ilgili bir haber düştüğü zaman mesleki bir sorumluluk hissediyoruz.
Çünkü bu gayri resmi tarih merakının, milli beka açısından maliyetini az çok biliyoruz.
Son günlerde cumhuriyet döneminde bazı camilerin başına gelenlerle ilgili bir tartışma yapılıyor…
Ama inanın ki; bir Osmanlı Alay Müftüsünün ve Cumhuriyet İmamının torunu olarak bu tartışma bana sadece "can sıkıcı" geliyor.
***
BEN DE BİR ZAMANLAR…
İnsanlar kalubeladan beri "yasak"lara meraklıdır.
Otoritenin rahmani olması gerekmez.
Hz. Âdem'le Hz. Havva'dan beri insanoğlu cennetten kovulmakta, bir yasak meyve narına nice fidanlar yanmaktadır.
"Gayri resmi"ye olan ilgiyle "Gayri meşru"ya olan merak, yüzyıllardır birbiriyle yarışmaktadır.
Demokrasi çağında sorgulayıcı düşüncenin gelişmesiyle birlikte "Tarih" de bu cehennemî yangından nasibini almaktadır.
Tarih okuyup da "gayri resmi tarih"e ilgi duymayana ben pek rastlamadım.
Ancak siyasi birlik ve beraberlik için gerekli olan öğretici tarih anlayışına yapılan eleştirinin biraz abartıldığı inancındayım.
"Nimri Dede"nin dediği gibi:
"Ben de bir zamanlar baktım bakıldım; nice yıllar bir kemende takıldım!.."
Yani o "gayri resmi tarih" merakına ben de kapıldım.
Aslına bakarsanız biraz da bunun için Tarihçi oldum.
Rahmetli Başbuğ, bizim "1683 II. Viyana Kuşatmasından sonra ne olduğunu anlamamızı" istiyordu.
Ne olmuştu da Türk Devleti, üç kıtaya hükmeden bir cihan imparatorluğu iken Mondroslara, Sevrlere doğru savrulmuştu?
Avusturya'yla Rusya'yı aynı anda vergiye bağlayan Türk Milleti, neden "70 sente muhtaç" olmuştu?
Lise ders kitaplarında bu soruların cevabı yoktu.
Bir inkılap yaşanmıştı. İmparatorluk yıkılmış; ulusal devlet kurulmuştu.
1683'ün öncesi de sonrası da bir "Hammer özeti" formunda, Emin Oktay tarafından anlatılıyordu.
Kimsenin bizimki gibi teşhis ve tedaviye yönelik dertleri yoktu.
Öğretmen Lisesi Matematik mezunu olduğumuz halde 1980'de Dil Tarih'i ilk tercih yaptık.
Fakülteden sağlam bir Metodoloji aldıktan sonra da "gayri resmi" kabilinden ne varsa aradık bulduk.
Marksist'inden İslamcısına ne bulduysak okuduk.
Artık öğrenmediğimiz bir sır kalmamıştı.
Hatta bir ara Atatürk'ün bile sansürlendiğine, siyasi tandansla çözümlendiğine şahit olduk.
Zamanla "resmi tarih"in sadece bize özgü bir kısıtlama olmadığının farkına vardık.
Hatta otoriteye göre tarih yazmanın, imparatorluktan kalma bir vakanüvis alışkanlığı olduğunu anladık.
Bal tutan parmağını yalıyordu!
Gayri resmi Tarih merakı, "ilmi bir arayış" değil, "siyasi bir atraksiyon"du.
Herkesin kendi köyüne puan kazandıran hususi bir sansürü vardı.
Hakikat maçının skoru, "tabelanın yanında kimin durduğuna" bağlıydı!
Bu yüzden her şeyi öğrendikten sonra, fikir mutfağımıza, Ülkü Ocağımıza olan bağlılığımız bir kat daha arttı.
Milliyetçi Hareket, daha kurulurken bu gereksiz kavgayı aşmıştı.
Ülkücüler, hem üç hilalin altında siyaset yapıyor, hem de cumhuriyet değerlerine sahip çıkıyordu.
Geçmişin bütün hatalarını yok sayarak, mazi aşkıyla yanıp tutuşmuyordu.
Cumhuriyete sahip çıkarken de Osmanlı'ya küfretmiyordu.
Olması gereken de zaten buydu.
***
"AYRILIKTA AZAP" MODASI!
Şimdi birisi çıktı bundan 50 yıl önce "Yalan Söyleyen Tarih Utansın"ı yazdı.
Öteki, daha iyisi elindeymiş gibi gitti "Lozan"a saldırdı.
Bunlar aslında arşiv açısından zayıf olan "edebi tarih" çalışmalarıydı.
Ama anlatılanlar, tribünleri okşuyordu.
Bu gayri resmi tarih merakı, zamanla hitap edilen kitleyi "resmi" olan her şeyden ve nihayet "anayasa"dan uzaklaştırdı.
Halkın cumhuriyete olan bağlarını zayıflattı.
Bu çözülme, ABD'nin merkez sağı "karşı devrim" için kullanma faaliyetinin yolunu açtı.
"Gayri resmi" olan her şeye zaten anarşi seviyesinde meraklı olan Marksistler buna dünden hazırdı.
Bu ikiliye "turuncu yeni" meraklısı Liberaller de katıldı.
Ufukta "çözülme fırsatı" belirince, marjinal teröristler kendine taban bile buldu.
İmparatorluktan Cumhuriyete geçilirken umutsuzluktan kış uykusuna yatmış olan etnik kriptolar uyanmaya, "Hüso"lar, babaannesinin gerçek adının "Manuk" olduğunu konuşmaya başladı!
"Norşin"ler, "Potamya"lar havada uçuştu!
"Birlik"teki "rahmet" unutulmuş; "ayrılıkta azap" modası başlamıştı.
"Doğru söyleyen" Tarih, "Babil kulesi"ni geçmiş; "Kerbela'ya doğru" gidiyordu!..
Sonunda 15 Temmuz yaşandı.
Millet devleti, korsan tanklarının önünden aldı.
Siyasi sorumluluk makamında bulunanlar, Kızılay'da halk otobüsü yerine F16 görünce, herkese lazım olan gerçeğin farkına vardı.
Ne kadar bayrak varsa o kadar tarih vardı.
Aynı bayrak altında tarih kavgası yapmanın kimseye bir faydası yoktu.
Böylece "yalan söyleyen tarih" aklandı!
"Doğru söyleyen tarih" sınıfta kaldı!
Tarihle aldatanlar yaptığından utandı!