TECAVÜZÜ (AK)LAYAN ZİHNİYET

Yiğit GÖKALP

17 Kasım gecesi TBMM’de Ceza Muhakemeleri Kanununda değişiklik öngören bir yasa tasarısı görüşülürken AKP’li bir grup milletvekili son dakika girişimi ile 16 Kasım 2016’ya kadar işlenen cinsel istismar suçunda, mağdur “çocuk” ile evlenen fail hakkındaki hükmün geri bırakılması, cezaevinde ise serbest bırakılmasını sağlayacak bir düzenleme yapılmasına dair önerge verdi. Bu önergeye göre “çocuk” yaşta cinsel istismara maruz kalan kız çocukları istismarcıları ile evlenmesi halinde istismarcıların cezası dondurulacak veya serbest kalacaktı.

Bu düzenlemeyi bir yandan hem Adalet Bakanı hem de Başbakan savunurken diğer yandan düzenlemeyi CHP’li bir vekilin talep ettiği iddia edildi. Hatta diğer partilerin konuya ilişkin komisyondaki üyelerinin de uzlaşması sonucu böyle bir önerge verildiğini ileri sürecek kadar çelişkili bir tutum izlendi. Duyan da muhalefet partilerinin her önerisini dikkate alan bir iktidar var zannedecekti! Oysa biliyoruz ki iktidar partisi muhalefetin önergesini reddedip aynı içerikle kendisi önerge verip geçirecek kadar ilkeliydi!

Komisyon üyelerinin ortak önerisi olsa önergede onların da imzaları olurdu. CHP’nin talebi ile böyle bir düzenlemeye gidilse o zaman ne Başbakan ne Adalet Bakanı ne de iktidar yanlıları bu önergeyi canhıraş müdafaa ederdi elbette.

Bu önerge ile kim(ler)in kurtarılmaya çalışıldığı zamanla aydınlığa kavuşacaktır muhakkak. Ancak burada garip olan AKP’nin böyle bir önerge vermesi değil, Ensar Vakfında erkek çocuklara tecavüzleri savunanların böyle bir önerge getirmesine bizlerin şaşırmasıydı.

Aslında bu bir sonuçtu. Ensar Vakfında yaşanan iğrençlikleri savunmak için “Laiklere ne oluyor ki, tecavüz varsa tecavüze uğrayan bizim çocuklarımız”, “Ben her şeye rağmen çocuklarımı Ensar Vakfına göndereceğim, tecavüze uğrarsa da kader derim” diyen zihniyetin sonucuydu. Toplumun ahlak ve kültür seviyesinin sonucuydu. İktidarın her yaptığını dindarlık adına destekleyen ya da bunlara en azından sessiz kalarak onay veren milyonların insanın bizi getirdiği noktaydı.

Siyasetçiler de diğer bireyler gibi içinden çıktığı toplumun ürünüydü ve toplum neyse siyasetçi de oydu. Tersinden düşünüldüğünde ise ülkede yönetim makamını işgal edenler, toplumun ahlak ve kültür seviyesini yukarıya çekmek yerine, 15 yıldır sürekli aşağıya çekiyor, bayağılığa övgüler düzüyordu.

Bu noktada, kendimize sormamız gerekenler vardı. Son 15 yılda bütün değerlerin olduğu gibi dinin de içinin boşaltıldığı, ahlakın aforoz edilerek dinin şekle indirgendiği ve bütün pislikleri örtme aracı haline getirildiği ile yüzleşmeyi daha ne kadar erteleyeceğiz?

Türkiye’nin cinsellikle ilgili toplumsal bir sorunu olduğunu, ensestin  dahi düşündüğümüzden çok daha yaygın olduğunu ne zaman kabullenip bu sorunlar için ciddi, önyargısız çözüm bulma yoluna gireceğiz?

Son yıllarda çocuk gelinlerin, kadına şiddetin, kadın cinayetlerinin, taciz ve tecavüzlerin sayısının korkunç artış göstermesi gibi gerçek sorunlarımızı ne zaman gündemimizde ilk sıralara alıp tartışacağız?

Muhafazakârlığın dindarlık olmadığını, dindarlık ve gelenekçilik soslu bir “durumu idare düzeni” olduğunu, dine en büyük zararı dine en çok hizmet etmek iddiasındaki muhafazakâr sağ siyasetin verdiğini, oy uğruna dini cemaat ve tarikatlardaki her türlü iğrençliğe göz yumulduğunu ne zaman konuşmaya başlayacağız? FETÖ olayından da mı ders çıkarmayacağız?

İnsanları tecavüzleri bile savunduracak kadar esfele safilin durumuna düşüren zihniyetin temel taşlarından olan cemaat liderlerinin, tarikat şeyhlerinin ve hatta bazı siyasi liderlerin söylediklerinin Allah kelamından üstün tutulmasına, etten kemikten insanların ilahlaştırılmasına, bu biat kültürüne ve bidata kim meydan okuyacak?

Çocuk yaşta evlenmeye cevaz veren sözde dini liderlerin, şeyhlerin Peygamber hayatından doğru olmayan örnekler vererek kendi pisliklerini örtme çabasını kim bunların yüzüne vuracak?

İslamcılığın İslam’ın kendisi olmadığını ne zaman anlayacağız?

Ve her şeyden önemlisi ve en dramatik olanı, milyonlarca insanımızın inandığı, yaşadığı dinin İslam olmadığı gerçeğinin ne zamana kadar yüzümüze çarpmasını bekliyor olacağız?

Peki, laikliğin hepimiz için, özellikle kadın ve çocuklarımız için ne denli hayati bir koruma kalkanı görevi ifa ettiğini anlayabilecek miyiz?

Ya din eğitiminin devlet eliyle ehil kişiler tarafından verilmedikçe dindar insanların çocuklarının şirk zihniyetinin beslendiği cemaatlerin kucağına itilmiş olacağını kabul edebilecek miyiz?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.