Öncelikle belirtmek gerekir ki; muhalefet partilerinin 15 Temmuz gecesi demokrasiye sahip çıkması ve ülke menfaatleri adına bütün muhalif oldukları meseleleri bir tarafa koyarak, milli bir meselede mevcut hükümetin yanında yer almaları takdire şayandır.
15 Temmuz girişimi bir anlamda bir iç savaş senaryosu idi ve asker kendi içinde ve polis ve vatandaşla karşı karşıya getirilmek istendi. Allah korusun, muhalefet partilerinin farklı bir tavır alması durumunda halk da birbirine düşer, asker ve polisle çatışabilir, içinden çıkılmaz bir iç savaşta bulabilirdik kendimizi ve bu iç savaş ortamında Türkiye’nin işgali bile söz konusu olabilirdi.
Bununla beraber, şunu özellikle vurgulamak lazım; sadece 15 Temmuz ihanet gecesini atlatmış bulunuyoruz lakin iç ve dış gelişmeleri dikkate aldığımızda ülkemiz için tehlikenin tamamen geçtiğini söylemek çok ama çok zor. Zira ülkemiz için daha sıkıntılı bir dönem başlıyor. 15 Temmuz ihanetinin yol açtığı çok büyük sorunlar var kucağımızda ve bu sorunları ancak tüm siyasi partilerin uzlaşması, milli mutabakat ortak paydası ve devlet aklı ile çözebiliriz. Hata yapma lüksümüz ise hiç yok.
15 Temmuz gecesinden sonra;
· ABD’nin Gülen’i iade etmeye niyetli olmadığını işaret eden tavırları,
· CIA’nın gölge kuruluşu Stratfor’un Gülen için “sürgündeki muhalefet lideri” ifadesini kullanması,
· Dış basında Türkiye’ye karşı bir darbe girişiminde bulunulmamış da “Erdoğan Rejimi”ne bir protesto hareketine girilmiş gibi bir algı yaratılmaya çalışılması,
· ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin aba altından sopa göstererek Türkiye’yi NATO’dan çıkarmakla tehdit etmesi,
· AB’den darbeyi kınayan hiçbir açıklama gelmezken sadece darbecilerin hukukunun korunmasına ilişkin açıklamalar yapılması,
· S&P ve Fitch Ratings’in Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi,
· Finansal olarak da Türkiye’ye operasyon yapılacağı dedikodularının kulaktan kulağa yayılması,
· Büyükşehirlerde olmasa da (bunun hükümet ile PKK arasında halen müzakerelerin devam etmesine bağlayanlar var) Güneydoğu’da PKK saldırılarının tekrardan başlaması ve hatta Karadeniz’e sıçraması,
· Mısır’da 337 milletvekilinin 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyen bir tasarıyı Meclis’e sunması,
· Mısır’ın Gülen’e sığınma hakkı vereceği iddiaları
ülkemizin topyekûn saldırı altında olduğunu gösteren gelişmelerden bazıları…
15 Temmuz gecesinin sonuçlarına bakacak olursak darbe girişimi başarısız olsa da (başarısız olmak üzere kurgulandığını söyleyenler de var) büyük oranda istenilen sonuçlara ulaşıldığı görülecektir.
Bu manada;
· Darbenin hedefi tüm Türkiye olmakla birlikte, en büyük darbeyi TSK’nın yediği, ne silah arkadaşlarının birbirine güveninin, ne de Türk halkının gözünde bir zamanlar en güvenilir kurum olan TSK’nın itibarının kaldığı ve Türk ordusunun dünyanın gözünde caydırıcılığını yitirdiği,
· Kimin hain kimin kahraman olduğunun halen bilinmediği, Genelkurmay’ın zirvesindekilerin ifadelerinin birbiriyle çeliştiği ve bu nedenle görevlerine devam etseler de Genelkurmay’ın zirvesine de kamuoyunun güveninin kalmadığı,
· Suriye ve Irak sınırlarımızda kurulmaya çalışılan PKK devletine müdahale edebilecek bir siyasi ve askeri gücümüzün kalmadığı,
· Güneydoğu’da PKK ile mücadele edebilecek pek fazla kurmay kalmadığı ve Türkiye’yi yeni bir çözüm sürecine zorlayacak şartların oluştuğu
görülmektedir.
Peki, bütün bunlar olurken biz ne yapıyoruz? Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığını İçişleri Bakanlığına, kuvvet komutanlıklarını Milli Savunma Bakanlığına bağlıyoruz, askeri okulları kapatıyor, Genelkurmay’ın ve MİT Müsteşarlığının Anayasa’da yetkisi bulunmayan Cumhurbaşkanlığına bağlanmasını ve ordunun küçültülmesini tartışıyor, darbe korkusuyla kışlaların önüne helikopterin, uçağın kalkmasını ve tankların çıkışını engellemesi mümkün olmayan araçlar çekerek ordunun itibarını yerle yeksan ediyoruz. Bütün bunları sivilleşme ve darbeyi önlemek için yapıyoruz.
Askerlikte mantık yok derler, cezalı uçaklardan, tanklardan bahsederlerdi. Gördük ki siviller de çok farklı değil; sadece darbecileri değil, darbe girişimi gecesi uçak, tank çıkan kışlaları da cezalandırma yoluna gidip kapatıyoruz.
Askeri kurumların sivil kurumlara bağlanması ile darbelerin önleneceğini düşünenler hiç şunu soruyorlar mı? Darbe yapmaya çalışan örgüt kim? FETÖ. Lideri kim? Gülen. Gülen asker mi? Hayır. Demek ki siviller de darbe örgütleyebiliyor ve askeri kurumların sivil otoritelere bağlaması ile darbenin engellenmesi mümkün değil. Darbeler, demokratik kültürün gelişmesi ile engellenebilir ancak.
Yapılan düzenlemelerle ordunun farklı birimlerinden farklı bakanlıklar sorumlu hale getirilirken, bunun yani çok başlılığın nasıl bir eşgüdüm sorununa neden olabileceği düşünülmüyor mu? Peki bu yapılardan sorumlu sivillerin anlaşmazlığı halinde nasıl bir kaos yaşanabileceğini düşünen yok mu? 2001 mali krizini, sivillerin, yani dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı arasında MGK’da çıkan tartışmanın tetiklediğini unuttuk mu?
Kısacası, FETÖcüleri tasfiye edelim derken Türk Ordusunun tasfiye edilmesine yol açıyor, orduyu savaşamaz ve memleketi Allah korusun bir işgal için hazır hale getiriyoruz. Tehlikenin farkında mısınız?