Yenikapı mitinginden sonra yazdığımız yazıda, muhalefetin mitinge katılımının kimilerince haklı sebeplerle eleştirmesine rağmen, 15 Temmuz ihanet girişiminin sadece hükümeti veya mevcut Cumhurbaşkanını hedef almadığını, aynı zamanda bir iç savaş ve işgal girişimi olduğunu, darbeci uçaklara bir NATO üssü olan İncirlik’ten kalkan tanker uçaklar tarafından yakıt ikmali yapılmasının, olaydan sonra Türkiye’nin NATO’dan çıkarılmakla tehdit edilmesinin, AB ve ABD’den cunta girişimini kınayan güçlü mesajlar gelmemesinin, ABD’nin Gülen’in iadesi konusunda ayak sürümesinin, PKK saldırılarının tekrar yoğun bir biçimde başlamasının ülkenin hedef tahtasında olduğunu gösterdiğini belirterek dünyaya birlik mesajı verilmesi gerektiğini ve bu nedenle Yenikapı mitingine katılımın doğru bir tavır olduğunu, katılmamanın ise gerilimden beslenenler için yeni bir siyasi malzeme niteliği taşıyacağını ifade etmiştik.
Dücane Cündioğlu da 15 Temmuz darbe girişiminden sonra meydanlarda mehter marşları ile Onuncu Yıl Marşı'nın art arda söylenmesini toplumsal bir uzlaşma arayışı olarak nitelendirenler arasındaydı. Ülke büyük bir tehlike atlatmıştı, vatandaş endişeli idi ve güven duyacağı bir ortam istiyordu. Yenikapı ruhu denilen şey de milli meselelerde farklılıkların bir kenara bırakılarak bütün partilerin milletle bütünleşmesi anlamına geliyordu.
Aslında Devlet Bahçeli'nin, MHP’nin, ülkücülerin ve ülkücü olmasa da ülkeyi karşılıksız seven tüm vatandaşların her zamanki beklentisi bundan farklı bir şey değildi: Öncelik ülke menfaatleri olmalı, parti menfaatleri ve kişisel çıkarlar sonra gelmeliydi.
Aslında bunun adı “devlet aklı”ydı. Ancak Türkiye’de siyaset özellikle son yıllarda gerginliklerden besleniyordu. Siyasi gerginlikler toplumsal tansiyonu yükseltiyor, toplum kolayca kompartımanlara ayrılabiliyor, kutuplaşmaya gidilebiliyordu. Bunu da en iyi bilen ve kullananlar iktidar sahipleri idi. Bu kutuplaşmanın diğer tarafı ise genellikle CHP oluyordu. Bu resim, bir takım çevrelerce istenen Amerikan tipi çift partili başkanlık sistemi yapısına da uygun düşüyordu elbette.
İşin özü Yenikapı ruhu zaten vatanseverlerin ruhu idi ve bu vatanseverlerin siyasetteki izdüşümü, oy verdikleri parti ve kişi farklı bile olsa, MHP ve Devlet Bahçeli idi. “Büyük Türk Milleti” diyerek başladığı ve “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sözü ile bitirdiği, bütün Türkiye’yi duygulandıran ve aynı zamanda coşturan, hem milli birlik ruhuna hem de Yenikapı Meydanındaki atmosfere en uygun konuşmayı da o gün Devlet Bahçeli yapmıştı. Hâlâ da bu ruha bağlı kalınsın diyen de sadece MHP idi. Bu ruh, yani sıradan insanların, tüm vatanseverlerin milli birlik ruhu etrafında toplanılması talebi ülkemiz için çok önemli bir fırsattı. Ancak, bunun siyasi getirisinin olmayacağını bilenler, siyasi kazançlarını ülke menfaatlerinden üstün tutanlar için tabii ki bu uzun süre sürdürülebilecek bir yaklaşım değildi ve kendileri için tehlikenin geçtiğinin farkına varır varmaz bu ruhu terk etmekte en ufak bir beis görmediler.
Huylu huyundan vazgeçemiyordu elbette. O yüzden 15 Temmuz’dan henüz birkaç gün sonra istense de istenmese de Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılacağı dile getirilerek bir kesimin hassasiyetleri kaşınmak istendi. Daha sonra bununla yetinilmeyip en temel değerlerimizden, asla tartışmaya açılmaması gereken ve bu ülkenin tapu belgesi olan Lozan Antlaşması tartışmaya açıldı. Lozan tartışmasının Berat Albayrak'ın maillerinin ortaya çıkması nedeniyle gündem değiştirmek amacı ile ortaya atıldığı iddia edilse de, yandaşların topyekûn Lozan Antlaşması aleyhinde yazılar yazmaya başlaması, sosyal medyada paylaşımlar yapması bunun sadece gündem değiştirmek amacıyla değil, yeni bir toplumsal yarılma yaratmak amacıyla yapıldığını düşündürüyordu. Yani ortadan kaldırılmak istenen şey toplumsal uzlaşma idi, milli birlik idi, diğer bir ifadeyle Yenikapı Ruhu idi.
Başbakan Başdanışmanı ve eski AKP milletvekili Muhsin Kızılkaya’nın “askerler ölmek için maaş alıyor, benim için ekstra bir iyilik yapmıyor.” sözleri de, Başbakan’ın “Ergenekon da Balyoz da sapına kadar gerçekti.” sözleri de tesadüfen söylenmiş şeyler değildi. Aslında “Yenikapı Ruhu” denilen atmosferden en çok rahatsız olan iktidardı. Çünkü Türkiye’de gerginlik ve kutuplaşmanın sona ermesi demek, safları sıklaştıramamak demekti. İnsanların düşünmeye başlaması ve 15 Temmuz’a nasıl gelindiğinin faturasını mevcut iktidara kesebilme ihtimalinin doğması demekti. O yüzden çok fazla düşünme fırsatı vermeden insanları tekrar kamplara ayırmak gerekiyordu.
Aslına bakılırsa Yenikapı Ruhu denen atmosfer yani PKK’nın siyasi uzantısı hariç Meclisteki tüm partilerin Yenikapı meydanında bir araya gelmesi de Devlet Bahçeli sayesinde olmuştu. Yenikapı mitingine katılacağını açıklamış, bunun üzerine daha önce katılmayacağını açıklamış olan Kılıçdaroğlu da katılma kararı almış ve böylece tüm parti liderleri, Başbakan ve Cumhurbaşkanı Yenikapı’da yerini almıştı. Devlet Bahçeli katılmasa Kılıçdaroğlu da katılmayacaktı ve muhalefetin katılmadığı bir miting için milli bir ruhtan bahsetmek suni bir görünüm arz edecekti.
Devlet Bahçeli ve MHP her zaman makulü, akla yatkın olanı savunmaya çalışıyordu ancak bu memleket makul insanlar için cehennemdi. Makulü söylemenin siyaseten bir başarı getirmeyeceğini Devlet Bahçeli de biliyordu ama bedeli ne olursa olsun bildiği doğruları söylemekten vazgeçmiyordu. İşin en acı tarafı; makulü, doğruyu savunmanın Türk siyasetindeki bedeli kimi zaman “CHP'nin ruh ikizi”, kimi zaman da “AKP’nin stepnesi, bastonu” olarak suçlanmaktı.