MÂNÂNIN ZAFERİ MALAZGİRT
Târihler vardır; milletlerin hayâtında silinmez derin izler bırakan târihler… Târihler vardır; milletlerin mukadderâtında nice yükseliş ve düşüşlere sahne olan târihler… Târihler vardır; devirlerin, çağların, asırların idrâkine ebedîlik mührünün vurulduğu târihler…
İşte Malazgirt… Anadolu’ya ebedî Türk mührünü vuran, Anadolu’yu ebedî Türk vatanı yapan destânlardan ilkinin adı… Bin yetmiş bir… Gazavâtnâmeler, menâkıpnâmeler ve fütüvvetnâmelerle Anadolu’ya “Kızıl Elma” mayasının çalınışının, ulu rüyâ’lara, ulvî gayelere bağlı yüce hayâllere dalınışın başlangıç târihi… Malazgirt… Türk tekevvününün bu mübârek topraklardaki terkibî izdivâcı…
Asırlar öncesinden asırlar sonrasına: İleri!.. İleri!.. Türk’ün askeri ileri!... Zaferler müjdelesin Türk kılınç ve süngüleri!...” emrinin; büyük Türk Hakanı Başbuğ Sultan Alp Arslan tarafından Malazgirt’den verilişinin târihi... Cenk meydanlarında; yıldırımlar, şimşekler, tufanlar ve kasırgalar misâli esen Türk’ün nice zalime baş eğdiren zaferlerinden birincisi… Malazgirt… Bin yetmiş bir... Anadolu’nun kapılarının Müslüman Türk’e açılışının, duâlar ve âminlerle tapusunun ebediyyen kesilişinin destânlaşmış târihî adı… Üstâd Necip Fazıl Kısakürek’in ifâdesiyle: “Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, estetiğine, irfânına, idrâkine…” uygun oluşlar merhalesinin evveliyâtı… Malazgirt…Türk’ün altın bahtını güldürecek ve en az dokuz asır sürecek; şâ’şaanın, kuvvet, kudret ve ihtişâmın Müslüman Türk’e has husûsîyetlerle dopdolu zaferler silsilesinin ilk adımı… Ve Malazgirt… Muhammedî îmânın, inancın ve ahlâkın, millet ve devlet hayatına aşk ve vecd ile hâkim kılınması neticesinde; “İ’lâ’yı Kelimetullah” dâvâsı’nın kıt’alar ötesine taşınması ve yayılmasını sağlayan ve “Cihân Hakîmiyeti”ne giden yolun târihî satırbaşı…
Malazgirt böyle bir rûhun eseridir. Malazgirt’de sadece iki ordu karşı karşıya gelmemiştir. İki dünya, iki medeniyet, iki inanç karşı karşıya gelmiştir. Ogün bugün, bu mücâdele aynı tazeliği ile devam etmektedir.
Ebedîliğe inanmayanlar, ebedî hayât sürdüremezler. Kılıcına İslâm imânının can suyunu veremeyenlerin kılıcı çabuk körlenir. Türkler, İslâmiyet’ten önce de Anadolu’yu fethetmek istemişler fakat muvaffak olamamışlardır. Oğuz Kağan Destân’ında:
“Daha deniz, daha ırmak istiyoruz
Gök Kubbesi bize çadır, güneş de bayrak olsun”
ifâdesini gördüğümüz bu mısralardan; Türklerin çok önceleri bu toprakları Türk’ün “Kızıl Elma” mefkûresi olarak belirlemiş olduğunu anlıyoruz. Türkler pek çok defa bu topraklara Karadeniz üzerinden İstanbul’a kadar devamlı akınlar düzenlemişler, lâkin İslâmiyet’den önce bu vatana sahip olmaları mümkün olmamıştır.
İslâmiyet ile şereflenen Türkler, Anadolu’da olduğu gibi derhal, “nizâm-ı âlem” disiplini içerisinde hareket etmişler ve sür’atle yerleşik hayata geçmişlerdir. Fethettikleri yerlere imân ve inanç esâslarını taşımışlardır. Camiler, medreseler, kervansaraylar, hankâhlar, hamamlar, yolllar, köprüler, imarethâneler ve hastahâneler ile halkın her türlü içtimaî ihtiyaçlarını karşılayan müesseselerin inşâsını tamamlamışlardır.
Taşa, toprağa, dağa, denize, mermere İslâm imânını rekzeden atalarımız, İslâmiyet’e bütün derin vecdi ile sarılmış, sarıldığı gibi bırakmamış, onun muazzam rûhunu iyi kavramış ve yükselmenin sırlarını onda bulmuştur. Hep gidici değil, kalıcı olmanın şûur ve idrâkine vâkıf olmuştur. Şâir’imiz Bekir Sıtkı Erdoğan “Cihanda Türk” adlı şiirinde bu durumu şöyle tasvîr etmektedir:
“Bozkurtlar vatanı sert yaylaların
Huyundan huy kapmış ırkımız bizim
Her birimiz bir savaşta doğmuşuz
Zafere karışmış kırkımız bizim.
Atalarımız aldan, kırdan, yağızdan
Akıncılar kopmuş gelmiş Oğuz’dan
Küçüklü büyüklü hep bir ağızdan
Dünyaca söylenir türkümüz bizim.
Deniz Fatihlere karşı duramaz
Değme dağlar bize göğüs geremez
Kapımızdan rüzgâr bile giremez
Açıktır evimiz barkımız bizim.
Üstümüzde üç kıt’anın kayıdı
Târih dizimizde doğdu büyüdü
Duymamışken medeniyet neyidi
Garba ışık verdi Şarkımız bizim.
Akından akına seslendikçe biz
İnledi kayalar titredi deniz
Târihten ihtiyar bir değirmeniz
Kanımızla döner çarkımız bizim.
Kanundur değişmez dünyanın seyri
Kimsenin kimseye dokunmaz hayrı
Savaştan yılmayız Allahtan gayri
Hiç kimseden yoktur korkumuz bizim.
Üç laf etsem Türk’üm derim üçünde
Sana cevabım var bana niçin de
Yetmiş iki buçuk millet içinde
İşte budur gerçek farkımız bizim.”
Selçuklu Türkleri bir taraftan; “İlmel-yakîn”, “Aynel-yakîn” ve “Hakkel-yakîn” Ledünnî ilmin; Bağdat, Basra, İsfehan, Tûs, Amül, Nişabur, Belh, Herat, Kayseri, Konya… gibi merkezlerinde medreselerini kurmuş; bir taraftan da Tasavvufî terbiyenin gönülleri irşâd edici kuşatıcı iklimini Anadolu’nun her yanına dalga dalga yaymıştır. Medreselerde vazife yapan dünya çapındaki âlimler sayesinde Anadolu, kısa süre içerisinde Türkleşmesini ve İslâmlaşmasını tamamlamıştır. Bütün bu güzel hadiseler bu azîz toprakları âdeta bir gül bahçesine çevirmiştir.
Türk çocuğu, yeniden nasıl büyük bir milletin evlâdı olduğunun farkına varmalı, Malazgirt’e yönelmeli, Malazgirt’deki aslî rûha dönmelidir. Kendi kökündeki cevheri yeniden keşfetmelidir. Dini, dili ve târihi hülâsasıyla kendi azîz hâtırasına saygıyla ve edep ile bakmasını bilmelidir. Bu vatan coğrafyasında korkusuzca başı daima dik olarak yaşamanın ilk şartının, hakîki ilim ve tefekkür zemininin sağlam kurulmasına bağlı olduğu asla unutulmamalıdır. Bu zemin, milletle mütenâsip, Malazgirt’den itibâren devam edip gelen ve içinde asırların kültür ve medeniyet tecrübe ve birikimini barındıran târihî zemin olmalıdır.
Mithat Cemal Kuntay’ın “Türk’ün Şehnâmesi” adlı eserindeki:
“Gökler uçabildin, görebildinse derindir;
Târihini kendin yazıyorsan eserindir!
……………………………………………
Anlat bana bir parçacık ecdâdımı anlat;
Muhtacım o efsâneye, târihe masal kat!”
beyitlerinde isabetle işaret ettiği üzere azamet dolu büyük bir târihin evlâtları artık kendi millî târihlerini kendileri yazmalıdır. Târihi yapıp, başkalarına hâvâle etmek; her şeyden önce târihin kendi kanûnlarına aykırı bir husûstur.
Yazımızı, destân şâirimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun, dünya târihine damgasını vurmuş bu büyük zaferin, kendisi kadar mânâlı o muazzez ve muhteşem “Malazgirt Destânı” adlı şiiriyle bitirelim:
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma
Gün doğmadan evvel iklîm-i rum'a
Bozkurtlar ordusu geçti hücüma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler
Ya Allah...Bismillah... Allahüekber!..
Önde yalın kılınç Türkmen Başbuğu
Ardında Oğuz'un ellibin tuğu
Andırır Altay'dan kopan bir çığı
Budur, Peygamberin övdügü Türkler
Ya Allah...Bismillah... Allahüekber!..
Türk, Ulu Tanrı’nın soylu gözdesi
Malazgirt Bizans'ın Türk'e secdesi
Bu ses insanlığa Hakk’ın müjdesi
Bu seste birleşir bütün yürekler...
Ya Allah...Bismillah... Allahüekber!..
Nağramızdır bu gün gök gürültüsü
Kanımızdır bu gün yerin örtüsü
Gazi atlarımın nal pırıltısı
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler
Ya Allah...Bismillah...Allahuekber!
Yigitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya...
Kızılelma'ya hey... Kızılelma'ya!!!
En güzel marşını vurmadan mehter
Ya Allah...Bismillah... Allahüekber!..”
TEFEKKÜR
Türk zafer burçlarından es-selâm Alsancağım
Şehîdlerin kanından renk alan Albayrağım
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.