IŞİD, Rusya Tehdidi ile NATO’nun Devreye Sokulması

IŞİD, Rusya Tehdidi ile NATO’nun Devreye Sokulması ve Enerji Güvenliğinin NATO tarafından Kontrol Altına Aldırılması


 

8-9 Temmuz 2016 ‘da Polonya’nın Başkenti Varşova’da gerçekleştirilen NATO zirvesi ve Zirvenin sonuçlarıyla ilgili gelişmeleri, özellikle Türkiye’yi ilgilendiren konuları iki ana başlık altında incelemek sanıyorum doğru bir yaklaşım olacaktır. Bunlardan birincisi; Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecini takip eden yeni jeo-stratejik ve jeo-politik gelişmelerde Rusya Federasyonu’nun enerji zengini olarak NATO ve Avrupa Birliği üye ülkelerine enerji ihracatı ve bu enerji ihracatını dış politika argumanı olarak özellikle NATO’ya bağlanmak isteyen Batı yanlısı Ukrayna ve Gürcistan’a karşı uygulayışı ile ortaya çıkan NATO’nun Enerji Güvenliğini sağlama konusu. İkincisi ise; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Karadeniz’in Rus gölüne dönüşecek olması bahanesini öne çıkarak olması ile NATO’yu göreve çağırarak, NATO’nun Doğu Avrupa’dan sonra Karadeniz’de konuşlanmasıyla beraber Türkiye’yi çevreleyen müttefik kuşatmanın kuzey ayağının da gerçekleşmesi ve Türkiye’nin Milli Güvenlik Sorununun giderek ivme kazandığıdır.

11 Mayıs 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ’10. Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı’ndaRusya’nın Suriye’deki terörle mücadele operasyonlarını eleştirmiş ve Rusya’nın Karadeniz’deki varlığına değinmiştir. Erdoğan,NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’i Karadeniz’deki ‘Rusya tehlikesi’ne karşı uyardığını da açıklamıştır. Erdoğan, “Ziyareti sırasında kendisine söyledim; Bakın dedim, Karadeniz’de görünmüyorsunuz. Karadeniz’de görünmeyişiniz Karadeniz’i adeta Rusya’nın bir gölü haline dönüştürüyor” demiş ve devamında “Burada kıyıdaş ülkeler olarak hepimiz üzerimize düşen görevi yapmak durumundayız” diyerek, “Olayın gerek hava, gerek deniz, gerek kara, bütün alanlarda atılması gereken adımları NATO üyeleri olarak hep birlikte atmak zorundayız” ifadelerini kullanarak NATO’yu göreve çağırmıştır.

Tarihe biraz geri dönecek olursak bu denli büyük ve önem arz eden bir daveti ilk kez Erdoğan’ın yapmadığını görmüş oluruz. Rusya-Ukrayna krizi gündeme geldiğinde krizin etkisiyle konuyu NATO’nun gündemine taşıyan aktör NATO’nun yeni üyesi Polonya olmuştur. Polonya Devlet Başkanı Lech Kaçinski NATO’yu Rusya tehdidinin önüne geçebilecek, Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlayacak başlıca güvenlik yapılanmasına dönüştürmeyi hedeflemekteydi. Kaçinski, 16 Şubat 2006’da Varşova’da, ABD ve Ukrayna ziyaretleri sonrasında ‘’NATO’vari Avrupa Enerji Birliği’’ (NATO-like European Energy Union) başlıklı girişimi gündeme getirmiş, konu dönemin NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Schaffer’in 16 Şubat 2006’da Varşova’ya yaptığı ziyarette ele alınmıştır. Bunu takiben 22-24 Şubat 2006’da Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’ta gerçekleştirilen ‘’Enerji Güvenliği Konulu NATO Forumu’nda (NATO Forum on Energy Security) da tartışılan öneri, Polonya tarafından Almanya ve Fransa’nın da gündemine taşımıştır. Ardından ise Kasım 2006’da düzenlenen Riga Zirvesi’nde de öncelikli başlık olarak ele alınmıştır. Kaçinski’nin önerisi,görevi Avrupa’nın hatta bütün dünyanın enerji güvenliğini sağlamakla görevli 100.000 kişilik bir NATO-AB Ordusu kurulması olmuştur.

Bu çerçevede, enerji konusunun NATO’nun 5. Maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışması açılmıştır. Tartışmaya konu olan NATO’nun 5. Maddesi; NATO üyesi ülkelerden birine yönelik saldırının diğer üye ülkelere de yapılmış olacağını öngörmektedir. 5. Maddenin enerji konusuna da uyarlanması ihtimali dahi, enerji güvenliği konusunun NATO tarafından algılanışına farklı bir boyut getirmiştir.

Aslında Enerji güvenliği konusu yeni bir tartışma değildir. Birinci Dünya Savaşının hemen öncesinde, İngiliz donanmasını Alman donanmasından daha hızlı kılmak ve böylelikle İngilizlerin küresel konularda etkinliğini devam ettirebilmek amacıyla, kömür yerine petrole dayalı gemilerden oluşan bir donanmaya dönüştürme yönünde aldığı tarihi karardan bugüne uluslar arası politika ve güvenliğin başlıca konularından birini teşkil etmiştir.

Esas amacı ittifak üyeleri ülkeleri askeri tehditlere karşı savunmak olan NATO’nun öncelikli konu başlıkları arasına Enerji güvenliğinin gecikmeli olarak girmiş olması, ittifakın eski üyeleri olan Almanya ve Fransa’nın enerji güvenlik konusunu ittifakı ilgilendiren askeri güvenlikten ziyade ekonomik meselelere ve ulusal çıkarlarla ilişkilendirmesine bağlıdır.

Dağılan Sovyetlere Birliğinden sonra ortaya çıkan tabloda yeni jeopolitik ve jeostratejik ortam, NATO ve AB’nin genişlemesi, Rusya Federasyonu’nun enerji ihracatçısı olarak dünya sahnesinde yer alışı ve enerjiyi bir çeşit dış politika aracı olarak uygulayışı, özellikle NATO’ya katılmayı hedefleyen ülkeler Gürcistan ve Ukrayna gibi ülkelere ve enerjiyi en çok sattığı AB ülkeleri üzerinde bu politikayı kullanmaya başlaması ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da meydana gelen siyasi ekonomik istikrarsızlıklar üye ülkelerin, dolayısıyla NATO’nun yaklaşımında önemli bir dönüşüm yaşanmasına neden olmuştur. Özellikle NATO’ya bağlı olan ülkelerin enerji kaynaklarını üreten değil de tüketen üye ülkeler olması giderek artan enerji ihtiyaçlarının artması ve istikrarlarının azalması ile temelinde Yakındoğu ve Hazar Havzası gibi NATO üyesi ülkelere komşu bölgelerde yer alıyor olması da, enerji güvenliği konusunun NATO’nun öncelikli gündemine dönüşmüştür.

İkinci konu ise Türkiye’yi çevreleyen müttefik ve NATO kuşatmasının Kuzey ayağı olan Karadeniz’e NATO’nun yerleşecek olması. Bu konuyu da iki kısımda incelemek gerekmektedir. Bunlardan birincisi 8-9 Temmuz 2016’da Polonya’nın başkenti Varşova’da gerçekleştirilen NATO zirvesi. Zirvede bir çok konu ele alınmakla birlikte özellikle ABD’nin uzun bir zamandır ısrarla IŞİD’e karşı NATO’nun da görev ve sorumluluk almasını istemesiyle birlikte NATO’nun IŞİD’e karşı mücadele koalisyonunda görev almasıdır.

Diğer bir konu başlığı ise gerek NATO zirvesinde gerekse de zirve öncesinde uzun bir zamandır dillendirilen Rus tehdidi ve Rusya Federasyonu’nun, Doğu ve Kuzey Avrupa ile Karadeniz’e yönelik politikalarının saldırgan bir tutum içerisinde olduğu bahanesi ile NATO’nun devreye sokularak görev ve sorumluluk alanına Rus tehdidinin de Enerji güvenliğinden sonra ikinci olarak listede yer alışıdır.

Bu durum elbette sıkıntılı bir süreçtir. Zira Karadeniz’de yaratılacak/çıkacak/çıkartılacak bir çatışma eskiden olduğu üzere ABD Rusya arasında daha evvelki makalelerimde de ele aldığım ve belirttiğim gibi yeni soğuk savaşa sebebiyet verecektir. Bu soğuk savaş sadece ABD-Rusya arasında sınırlı kalmayacak, Karadeniz üzerinden kuzey komşumuz olan ve Suriye iç savaşına müdahil olması ile aynı zamanda güney komşumuz da olan Rusya’nın, ABD ve AB arasında da sıkışmamıza ve kuşatılmamıza hatta Milli egemenliğimizin giderek ivme kazanmasına sebebiyet verecektir.

Gerek zirve öncesinde ve zirvede sürekli ısrarla üzerinde durulan konu Rusya’nın Karadeniz’de tehdit oluşturduğu idi. Uzun bir zamandır da ABD’nin defaatle dillendirdiği bu tehdide ve IŞİD ile mücadele de görev ve sorumluluk almasını istediği NATO’yu kullanarak bir nevi Karadeniz’de hem Rusya Federasyonu’nu çevrelemek hem de uzun yıllardır başaramadığı, gerçekleştiremediği Karadeniz hakimiyetini tescillemektir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Balkan ülkeleri Genel Kurmay Başkanlarına ve NATO yetkililerine yapmış olduğu konuşmada, Karadeniz’in Rus gölüne dönüşüyor ve Karadeniz’de varlığınız hemen hemen yok gibi açıklaması, 2006 yılı Varşova’da dönemin Polonya devlet Başkanı Kaçinski’nin ‘’100.000 kişilik askeri NATO ve AB ordusu oluşturulması gerekmektedir’’ sözünü destekler niteliktedir. Zira Soğuk savaş döneminde dahi Karadeniz asla Rus gölü olmamıştır, kaldı ki Bulgaristan ve Romanya’nın NATO’ya bağlanması, Ukrayna ve Gürcistan’ın Avrupa’dan yana tavır sergilediği bir dönemde Karadeniz’in Rus gölü oluyor diye NATO’yu göreve çağırmak doğru olmamakla birlikte bu tamamen ABD’nin küresel emperyal çıkarlarına maalesef hizmet etmekten öte bir davranış değildir.

Bir diğer göz ardı edilmemesi gereken diğer konu ise; NATO zirvesinde konuşulan ve özellikle Karadeniz’deki Rus tehdidi ile Güney sınırlarımız Suriye ve Irak’taki IŞİD terörü ve buna NATO’nun da her iki anlamda eklenmesinin dışında daha birçok konu başlığında gelişmelerin/tehditlerin olduğu ve bunların muhtemelen yakın zaman diliminde ülkemizi birinci dereceden etki altına alacağıdır.

Bu durumu Savunma güvenlik ve Dış Politika uzmanı Sayın Cahit Armağan Dilek ‘’Varşova’daki NATO Zirvesinin Sonuçları ve Türkiye’ye Etkileri’’ adlı makalesinde şu şekilde sıralamaktadır.

– 1991’de Roma Zirvesiyle veda edilen Soğuk Savaş 2016’da Varşova Zirvesiyle yeniden Avrupa’ya (Kuzey ve Doğu Avrupa-Karadeniz-Doğu Akdeniz hattında) dönmüştür.

– Türkiye-Rusya yakınlaşması hiç de beklendiği gibi kolay ve çabuk olmayacaktır. NATO Zirvesi kararları ve sonrasındaki uygulamalar bunu engellemektedir.

– ABD ve ittifakın Almanya, İngiltere, Fransa gibi önde gelen üyeleri NATO’yu içinde Türkiye’nin de olduğu dünyanın merkez bölgesine yerleşerek yeni dengelerde söz sahibi olma yönünde bir manivela olarak, Türkiye’ye karşı da bir yaptırım aracı olarak kullanmaktadır.

– Zirvede Karadeniz ve Suriye bağlamında alınacak kararlar Türkiye’yi NATO-Rusya gerginliğinin ve muhtemel çatışmasının arasında bırakmaktadır. Karadeniz hızla barış denizi olmaktan uzaklaşıp sıcak çatışmaların yaşanacağı bir savaş alanına dönüşecektir.

– Türkiye’yi çevreleyen denizlerde ve bölgelerde olduğu gibi Türk toprakları üzerindeki NATO varlığı da gereğinden fazla artmaktadır. Bu durum ittifakın bir üyesinin güvenlik ihtiyacının sağlamasından çok ileri bir düzeydedir ve örtülü bir çevreleme ve işgal görüntüsü vermektedir.

– Türkiye’nin en ufak güvenlik sorununu (terör saldırılarını, hava sahası ihlallerini) NATO’ya taşıması, ABD ve NATO’nun Türkiye çevresinde ve Türkiye’de yığınaklanmasının önünü açmaktadır. Bu durum Türkiye’nin savunma ve güvenlik sorunlarının çözümüne yönelik savunma ve güvenlik stratejilerinin ana dayanağı olarak kendi silahlı kuvvetlerine değil NATO’ya güvenme, sorunu yabancılara havale etme, onların insiyatifine bırakmayı kabullendiğini göstermektedir ki bu bağımsızlık ilkesine aykırıdır.

– Görünen o ki böyle bir ortamda Türkiye’yi çevreleyen ve Türkiye’ye yerleşen yabancı güçler, üyesi olduğumuz NATO’nun mensubu da olsa, hiç de geldikleri gibi gitme niyetleri yoktur.

– NATO’nun bu konuşlanmasına ve yapılanmasına karşılık veren Rusya’nın Doğu Akdeniz, Suriye, Ermenistan, Karadeniz’deki askeri konuşlanması ve yapılanması Türkiye’nin ikinci bir kuşakla da çevrelendiğini göstermektedir ki bu çifte çevrelenmenin sonucu hayra alamet değildir. Çünkü bu çevrelenme Türkiye’nin hareket serbestisinin olmaması, milli güç unsurlarının başında gelen askeri gücünü kullanamaması demektir. Bu dış politikada caydırıcılığın ve söz sahibi olunamayacağının işaretidir. Çünkü arkasında askeri güç kullanma tehdit kabiliyeti olmayan hiçbir dış politikanın başarıya ulaşması, etkili olması, sonuç alması mümkün değildir.

– Dış politikadaki bu başarısızlık, etkisizlik ve caydırıcılığı olmayan yaklaşımlar Suriye’nin kuzeyindeki durumla bağlantılı hale getirilen Türkiye içindeki terörle mücadeleyi de olumsu etkileyecek, PKK ve IŞİD’ten sonra El Nusra’nın da katılacağı terör cephesiyle Türkiye’nin maruz kalacağı terör sarmalı da büyüyecektir.

Sonuç yerine bir yandan Karadeniz’de Rusya Federasyonu’nun tehdit oluşturduğu gerekçesi, diğer yandan Enerji kaynaklarının kontrol altına alınması için ABD destekli NATO’nun özellikle Karadeniz’de etkinliğinin arttırılıyor olması ziyadesiyle Türkiye’yi yakından ilgilendirdiği gibi Türkiye’nin Milli Egemenliği ve milli çıkarları konusunda çevrelendiğini göstermektedir.

Diğer yandan ise ABD-Rusya-AB arasında NATO’yu da devreye sokarak gerek İncirlik Üssünün kullanıma açılması gerekse de Akdeniz’de askeri konuşlanmaları da hesaba kattığımızda, Türkiye’yi hiç de güzel günlerin beklemediğidir.

Ömer Kalaycı

10 Temmuz 2016 / İstanbul

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ömer KALAYCI Arşivi
SON YAZILAR