Egemenlik milletin elinde olmalıdır!
DOKTRİNER MİLLİYETÇİLİK VE ATATÜRK -3-
“Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Ancak, onun hududu, onu sonsuz yapan esasın korunmasıyla mevcut ve çevrilidir. Bir insan, belki kendi arzusuyla şahsî hürriyetini yok etmek ister; fakat bu teşebbüs koca bir milletin hayatına ve hürriyetine zarar verecekse, muazzam ve şerefle dolu bir millet hayatı bu yüzden sönecekse ve o milletin çocukları ve torunları bu yüzden yok olacaksa bu teşebbüsler hiçbir vakit meşru ve kabule değer olamaz. Ve hele böyle bir hareket hiçbir vakit hürriyet namına müsamaha ile telâkki edilemez. Hiç şüphe yok, devletimizin ebedî müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için, hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.”
“Dünyanın belli başlı milletlerini esaretten kurtarmak için egemenliklerine kavuşturan büyük fikir akımları, köhne müesseselere ümit bağlayanların, çürümüş idare usullerinde kurtuluş kuvveti arayanların amansız düşmanıdır.”
“Nihayetsiz bir hürriyet düşünülemez. Hakların en büyüğü olan hayat hakkı bile mutlak değildir; intihara karar veren bir kimsenin cürmünün neticesi, hududu yalnız şahsına ait olduğu halde polis onu men ile görevlidir. Aynı kimsenin aynı hareketini biraz daha büyük ölçüde tasavvur eder ve düşündüğümüz cürmü bir şahıstan, bir aileye kadar uzatırsak müteşebbisin durumu, derhal zalim bir cani manzarası gösterir. Bu sebeple millî egemenlik düşmanlığı, müstesna bir saygı ve şeref mevkiine sahip bulunan bir milletin her şeyine, bir anda kastetmek cürmünden başka bir şey değildir.”
FİİLEN İSPAT EDİLMİŞTİR
Atatürk Türk milletinin egemenlik mücadelesini, egemenliği eline nasıl aldığını da tarihsel sürece işaret ederek çeşitli konuşmalarında sıklıkla vurgulamıştır. Türk milletinin egemenliğini koruma konusunda da duyarlı olduğunu, olması gerektiğini açıklıkla belirtmiştir: “Yalnız bildiğim ve bilinmesi lâzım gelen bir hakikat varsa, o da milletimiz, hiçbir kimsenin uygun görmesine lüzum görmeden, uygun görmeyenlere karşı isyan ederek, millî egemenliğimizi ele almış ve öylece kullanmakta bulunmuştur.”
“Millî egemenliğimiz için tehlike yoktur ve olamaz! Çünkü milletimiz asırların çok acı darbelerle, çok acı felâketlerle vermiş olduğu derslerden tamamıyla uyanmıştır. Bu uyanışı da fiilen ispat etmiştir. Artık bu milleti gaflete, bilgisizliğe götürmenin imkânı kalmamıştır. Milletimiz, en hakikî düsturunu bizzat eline almıştır. Bu düstura dayalı hükûmet şeklini, hükümet yapısını tespit etmiştir.”
“Egemenlik mutlaka milletin elinde olmalıdır! Egemenliğine sahip olmayan bir insan veya bir toplum, hiçbir vakit iradesini kullanamaz. Egemenliğini herhangi birisine bırakan bir insan, kendi iradesinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz. Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felâketler, kendi kader ve mukadderatını, başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır.”
DERİN BİR TESLİMİYET
“Halk, millî egemenliği benimsemeli ve memlekette yegâne hâkim ve amilin kendisinden ibaret olduğunu unutmamalıdır.”
“Kurtuluş kuralımız olan Misak-ı Millî’yi tarih sayfasına yazan, milletin demir elidir. Elde edilecek neticeye de milletin kendisi gözcü olacaktır. Millet, yalnız kendi kolları ve kendi kanıyla değil, aynı zamanda kendi başı ve kendi dimağiyle kazandığı egemenlik ve bağımsızlık cevherini, son felâkete kadar büyük bir saflık ve dalgınlıkla kendisine rehber tanıdığı ve derin bir teslimiyetle hayatını koruyucu saydığı şahıs ve yönetim şekillerine artık emniyet edemez. Millet, bundan sonra, hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına bizzat kendisi gözcü olacak ve vatanın her tarafında yine yalnız kendisi ve kendi iradesi egemen olacaktır.” “Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının ruhu, millî egemenliktir.
Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir.
Bir milletin egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, birtakım hususi vasıflara ve üstün terbiyeye sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin ki siyasî terbiyesinde, sosyal terbiyesinde, vatan sevgisinde noksan vardır, öyle bir millet, egemenliğini lüzumu derecede kuvvetle elinde tutamaz.”
“Hadiseler ve tarihî tecrübelerimiz bize, milleti koyun sürüsü halinde keyfin, arzu ve ihtirasların ve hiçbir suretle tatmin edilemeyen menfaatlerin elde edilişine sürüklemekle yok olmasına sebep duruma sokan idare tarzlarının, artık memleketimizde tatbik yeri kalmadığını göstermiştir. Millet, egemenliğini değil, egemenliğin bir zerresini dahi başkasına terk edip bırakmanın sebep olabileceği felâketin, yok olmanın, zararın elemini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir.”
“Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes egemenliğine karşı baş gösterecek her tehlikeyi kahredecektir.”
“Millî egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun!” Sözünden anladığımız üzere milli egemenlik konusunu uğrunda ölünecek bir vicdan ve namus meselesi olarak algılayan Atatürk 1923 yılında, ülkeyi yönetecek liderlerin yegâne dayanak noktalarının asırlar içinden süzülüp gelen milli ruha uygun olarak millet iradesi ve millet egemenliği olduğunu, buna göre hareket etmeyen liderlerin, yöneticilerin de artık dünya üzerinde yer bulamayacaklarını söylemiştir: “Kendilerine bir milletin talihi bırakılan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini, yalnız ve ancak yine milletin hakikî ve elde edilmesi mümkün menfaatleri yolunda kullanmakla görevli olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zapt ve işgal etmek, o memleketin sahiplerine hâkim olmak için kâfi değildir. Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Oysaki asırların getirdiği bir millî ruha, hiçbir kuvvet mukavemet edemez. Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmaya gücü yetecek kadar kuvvetli müstebitler, artık dünya yüzünde kalmamıştır.”
MİLLET İRADESİNİN TECELLİGÂHI
Bilindiği gibi, 16 Mart 1920 günü İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgali ve sonrasında Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin kapatılarak, milletin iradesinin gasbedilmesi, milliyetçi bazı milletvekillerinin tutuklanarak Malta’ya sürülmesi, Ankara’daki milli harekete yeni bir meclis açılması imkanını vermiştir. Süratle gerçekleştirilen hazırlıklar ve seçimler ile 23 Nisan 1920 günü Ankara’da Türk milletinin iradesini temsil eden TBMM açılmıştır. Bundan sonra Milli Mücadele’nin askeri, siyasi, ekonomik ve diplomatik bütün çalışmalarını milletin meclisi, yani milletin iradesi gerçekleştirecektir. Bu, sonucu Cumhuriyet’in ilanı ile başka bir aşamaya geçecek olan bir başlangıç idi. Osmanlı Devleti tarihe karışmış, sürekli tecavüze uğrayan İstanbul meclisi yerine Ankara’da yeni bir irade mekânı oluşmuştu. Atatürk aşağıda konuşmalarında buna işaret etmiştir:
“Osmanlı Devleti, yazık ki ölmüştür; Babıâli Hükûmeti, yazık ki ölmüştür. Affedersiniz, hata ettim!
YARIN: “GEREKTİĞİNDE MECLİSİN FESHİ”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.