KUTLU ŞEHİR İSTANBUL'UN FETHİ VE AYASOFYA CAMİİ- l Bölüm

(İslam'ın cihat emri , fetih harekatı ve dönemin kaynakları ışığında)

 Türklerin tarihte çağ açıp, çağ kapayan soylu bir millet olarak anılmasının, bilinmesinin sebebi büyük hakan Fatih Sultan Mehmet Kağan'ın kutlu şehir İstanbul'u fethetmesi hadisesidir. Bu olay sadece biz Türkler için değil bütün dünya milletleri ve tarihi için çok önemli ve belirleyici bir olay olmuştur. Dünyanın her yerinden, hakikaten tarihi bilinçli ve ön yargısız araştıranlar İstanbul'un fethinin, Ayasofya'nın ibadete açılmasının ne derece önemli ve muhteşem bir tarihi hadise olduğunu anlıyorlar ve geniş açıdan yorumluyorlar. Bazıları ise hem içimizde, hem de dışarıdan garezli düşüncede olanlar bu tarihi hadiselerin medeniyet ve kültür bakımından önemini ya anlayamıyor, ya da ön yargılı bir bakış açısıyla yanaşıyor, Türk-İslam düşmanları ve Türk-İslam düşmanlarının kölesi ya da hizmetçisi olarak faaliyet gösteren vatansız hainler ise  fethi neredeyse yağmacılık, barbarlık ve vahşilik olarak anlatıyorlar. Aynı İslam kültüründeki cihat anlayışını yanlış anladıkları gibi fethin de gerçek mahiyetini ve manasını bilmiyorlar. Gerçeklerse çok farklı ve hakikaten etkileyicidir. Burada önemli olan fethin felsefesini, Türk - İslam alemindeki manevi önemini bilerek yorumlamaktır. Bunu tam manasıyla anlamak için de İslam'ın  cihat emrinin ne olduğunu  algılamak ve iyi anlamak gerekir.

"Cihat" , Arapça ’da “güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak” manasındaki ceht kökünden türemiştir. İslâmî literatürde “dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” şeklindeki genel ve kapsamlı anlamda kullanılıyor. (1). İslam’da savaş, Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Hadis-i Şeriflerle belirlenen vicdani ve hukuki ilkeler dâhilinde caiz görülmüştür. Savaşa ancak Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslam’a ve İslam ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulabileceği hükme bağlanmış ve meşru olarak görülen bu savaşı, diğerlerinden ayırmak için 'cihat' adı verilmiştir. Buna mukabil istila, sömürü veya tecavüz niteliği taşıyan savaşlar kesin surette yasaklanmış, hatta bunlarla mücadele de cihat kapsamına alınmıştı. (2). Nitekim İslâm’da meşrû kabul edilen savaş için cihat kelimesi kullanıldığı gibi bu hareketleri istilâ ve sömürü savaşlarından ayırmak için de özellikle fetih (açmak) tabiri kullanılmıştır. Arapça bir kelime olun fetih sözlükte, “açma, yol gösterme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaştırma” anlamlarına gelir; çoğulu fütüh, bunun çoğulu da fütühat’tır (3).  İslami terim olarak "fetih" kelimesi Müslümanların ülke veya şehirleri İ‘lay-i Kelimetullah (Allah sözünü/Kur’an’ı yüceltme) amacıyla İslâmiyet ’e açmaları ve yönetimini devralmaları anlamında kullanılır. "Fetih" kelimesini kullanmakla, Müslümanların gayrimüslimlerden gerçekleştirdikleri toprak kazançlarını, tarihin kadim zamanlarından beri süre gelen ve günümüzde de devam eden diğer sömürü ve istila savaşlarından ayırma gayesi güdülür (4).  Dikkat edersek İslam’ın  cihat emri ile  onun sonucu olan fetih anlayışı arasında sıkı bir bağ vardır ve hedefleri aynıdır. Her  ikisinin de hem cihat , hem de fethin  bir nevi  istilaya, sömürüye ve ya tecavüze, yağmacılığa, vahşiliğe karşı hedefi ve sınırları belli bir askeri harekat olduğu anlaşılıyor.

  Müslümanların sadece toprak kazanmaları ve ya maddi kazanç elde etmelerinin fetih manasını taşıdığını düşünmek doğru değildi. Aslında kelime öncelikle ve daha çok, kalbi ve aklı İslâm gerçeğine açmak, ikinci olarak da İslam’a çağrının önündeki engelleri kaldırmak, insanın kalbine ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırlamak anlamına gelir (5).

 Ne yazık ki, bazı şarkiyatçılar ve Hristiyan yazarlar, İslâm fetihlerinin insanları kılıç gücüyle din değiştirmeye zorlama amacını taşıdığını iddia etmişler ve Müslümanları bir ellerinde kılıç, diğerinde Kur’an olduğu halde tanımlamışlardır. Bunun sebebi ise bellidir. Çünkü, İslâmiyet’in, ilk döneminden bugüne kadarki yayılışının daha çok Hıristiyanlığın aleyhine olduğu bilinen bir gerçektir; dolayısıyla bu din mensuplarından gelen ithamların ciddiye alınması doğru değildir. Müslümanlar insanları tevhit inancına davet etmişler ve bu uğurda büyük gayret göstermişlerdir; ancak kimseyi zorla İslâmiyet’e sokmamışlardır. Bu gerçek Kuranı Kerim ayetleri ile sabittir: Dinde zorlama yoktur” (el-Bakara 2/256; ayrıca bk. Yûnus 10/99; el-Kehf 18/29). Çünkü zorla dine girenlerin Müslümanlığından ne kendilerine ne de İslâm ümmetine bir hayır gelmeyeceği, ayrıca insanları ölümle tehdit ederek Müslüman yapmanın münafıklığı (arabozuculuğu , bölücülüğü, karıştırıcılığı) körüklemekten ve cemiyetteki münafık sayısını arttırmaktan başka bir sonuç vermeyeceği biliniyordu. Bu sebepten İslâmiyet’i kabul etmeyenler; Yahudi, Hıristiyan ve Mecusiler kendi dinlerinde kalmışlardır. Çünkü ,“Hidayet Allah’tandır” (Yûnus 10/99; el-Gāşiye 88/21-22; er-Ra‘d 13/27)(5).

İstanbul'un Fethi sırasında da aynen böyle olmuştur. Yani asla şehir harabeye çevrilmemiş, insanlara karşı zor kullanılmamış, zorla dinlerini değiştirmeleri istenmemiş ve onlara eziyet edilmemiştir. Zaten aksi söz konusu bile olamazdı. Çünkü İstanbul'u fetheden, Avrupa'da bile Grand Turco -Büyük Türk veya Turcarum Imperator- Türk İmparatoru lakaplarıyla tanınan Fatih Sultan Mehmet Han'ın şahsiyetine, benimsediği Türk -İslam kültürüne ve dünya görüşüne de aksi uygun olmazdı. Zira Fatih'in İstanbul'u fethi sırasındaki insancıl tavrını bozmamış olmasını, biz şehre girdikten sonra çevrenin, binaların ve şehrin harap görüntüsü karşısında Tursun beyin ifadesin göre meşhur Farsça beytini "vakta ki bu binay-ı hasisün tevabi ve levahikin harab u yebab gördü” söylemesinden ve Sadin'in de  şu beytini farsça "Örümcek Kisrâ’nın penceresinde perdedarlık yapıyor/ Baykuş Efrasiyab’ın kalesinde nevbet vuruyor/bekliyor." söyleyerek hüzünlenmesinde anlıyoruz. Sakın yanlış anlaşılmasın şehrin mahvolmuş, harabeye dönmüş görüntüsü derken, şehri bu hale Fatih'in Türk-Osmanlı ordusunun getirdiği düşünülmesin. Çünkü Türklerin şehre ve şehrin en büyük ibadethanesi(kilisesi) olan Ayasofya’ya girişlerine şahit olanlardan hiç biri sonraları aşırı Hıristiyan ve Türk-İslam düşmanı yazarların uydurduğu  rivayetlerde olduğu gibi, bir katliamdan , mabede karşı bir hürmetsizlik ve tecavüz yapıldığından bahsetmezler (6).

Tarihçi Andre Colt "Fatih Sultan Mehmet" adlı eserinde, "öyle görünüyor ki, büyük kilisede çok az kan döküldü. '' der ve yine Fatih’in akşam " sivillerin tutuklanmasının durdurulmasını ve yağmalamaya son verilmesini emrettiğini, orduya mensup her kişiye, her askere kent halkını, kadınları ve çocukları öldürmeyi veya köle almayı da bunlara karşı kötü davranılmasını yasaklıyorum. Bu emre karşı gelen herkes öldürülecektir "dediğini nakleder(7). Fransız yazar Lamartine bütün saldırıları ile beraber şu gerçeği aktarmadan geçememiştir.  O, Ünlü tarihçi Phranzes’den naklen şöyle diyor : "rahibelerin, annelerinden ayrı düşmüş çocukların, kendi çocuklarından ayrılmış annelerin feryat ve figanlarını merhamet gözüyle gören Osmanlılar bu hazin duruma üzülüyorlardı."(8).

Açıkça söyleye biliriz ki, Türk Osmanlılar fethin ruhuna uyarak merhametli davranmayı kan dökmeye tercih etmişlerdir. Ayasofya sahasını hiçbir katliam veya idam lekesiyle kirletmemişlerdir (9).

Fatih'in İstanbul'u fethinden bahis ederken şehrin ve Ayasofya'nın fetihten önceki perişan ve harabe halini de unutmamak gerekiyor. Bu harabeliğin mimarı, şehri yağmalayan ve mahveden Avrupa Haçlılarıdır; Türklerin şehri fethetmesinden iki buçuk yüzyıl önce 1204 yılında İstanbul'u Bizanslılardan zapt etmiş olan Avrupa Haçlılarıdır, Latinlerdir (10). Bunu birçok batılı kaynaklar da onaylıyor. Ortaçağda yaşamış Fransız tarihçi Villehardouin, 1204 Haçlı yağmasını “Dünya yaratıldı yaratılalı bir kentten bu kadar çok ganimet kazanılmamıştır” diye anlatır. Türk fethi Doğu Roma İmparatorluğu'nu yani Bizans’ı yıkmış ama İstanbul’u kurtarmıştır(11). Yine Andre Clot, "Fatih Sultan Mehmet" adlı eserinde 1204 yılındaki Latin yağmasına değinirken barbarlarınkinden çok daha korkunç katliama ve yağmaya giriştiklerini, yüzyıllardır biriktirilen hazinelerin yağmalandığını; kilise, manastır ve evlerin, soyulup soğana çevrildiğini, hayvanlar gibi davranıp bütün kadın ve kızların, rahibelerin ırzına geçtiklerini belirtir(12). Rus müelliflerinden Uspenski sanat ve kültür eserlerine karşı Müslüman Türklerin, 1204 Haçlılarından bin kat insaflı ve insanca davranmış olduklarını söyler(13). Yani Türklerden "barbar" diye bahseden Bizanslı ve batılı aşırı ırkçı, Hristiyanlar, asıl ve hakiki barbarların kendileri ve kendi dindaşları olan Haçlı Latinlerin olduğu gerçeğini unutmamalılar.

   Aslında İstanbul'un Fethi gibi büyük ve mühim bir olay Osmanlı kaynaklarında yeterince anlatılmamıştır. Bunun sebebi kimilerine göre bahsi geçen dönemde Osmanlı kaynaklarının yeterli olgunluğa erişmemiş olması sonucu bilgi eksikliğinin mevcut olması olmuştur. Kısa da olsa Ahmed Muhtar Paşa, Tursun Beg, Aşıkpaşazade, Neşrî, Enverî, Karamanî Mehmed Paşa, Oruç Bey eserlerinde fethe dair anlatımlar görmek mümkündür. Fetih hakkındaki çoğu ayrıntıyı Bizans kaynaklarında bulabiliyoruz(14) .İstanbul'un fethini Osmanlı kaynaklarından daha geniş bir şekilde anlatan, dört Bizanslı müellif vardır: Dukas, Halkondil ( Halkokondyles), Francis ve Kritovulos (15).  Doğrudur bazı batılı kaynaklar, yazarlar olaylara aşırı Hıristiyan görüşlerini ve yorumlarını katarak olanları gerçek dışı anlatımlarla anlatıyorlar. Bunlara en önemli örnek Mikhael Doukas'ın anlatımıdır. Daha sonra ise Doukas'dan etkilenen Hammer, Lamartine, Kont Sergür,Dimitri Kantemir ve  benzeri Avrupalı tarihçiler ve yazarlar İstanbul'un fethini gerçek dışı anlatmış ve okuyucularını yanıltmışlardır. (16). Türklere ve Müslümanlara karşı açık nefret ve düşmanlık besleyen Mikhael Doukas, İstanbul'u alan  ve Ayasofya'ya giren Fatih'in  askerlerinin mabedin içinde hiçbir şey bırakmadıklarını eserinde kaydediyor (17).Halbuki  İstanbul'un fetih esnasında  kendisi şehirde bile değildir(18). Yalnız o değil onun da dahil olduğu İstanbul’un fethi hakkında bilgi veren dört Bizans kaynağının (kroniğinin) yazarından üçü yani Doukas, Kritovulos, Halkokondyles, İstanbul Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedilirken şehirde değillerdi ve fethe şahit olmamışlardır.   Yalnız İmparatorlukta önemli bir devlet adamı ve diplomat olan Georgios Francis şehirdeydi. Şehirde fetih esnasında olmayan üç yazardan biri olan Kritovulos eserinde "Fatih şehri aldı, ama o kadar da vicdansız davranmadı" (19).diye yazar ve Fatih Sultan Mehmet'e hayranlığını dile getirir, hatta eserinin girişinde Fatih'e bir ithaf bölümü yazar. Doukas ise fetihle ilgili aksini yazıyor. Yani anlayacağınız Mikael Doukas  İstanbul'un Fetih hakkında bilgi verirken hakikatlerden daha çok kendi aşırı ırkçı, Hıristiyan düşüncesini, hislerini yazmıştır, aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet'e karşı özellikle nefret beslemişdir ve bunu şöyle ifade eder : "Gerçekte kıyamet günü Şeytan’ın ortaya çıkmasından önce de Şeytan, Mesih-İsa sürüsünün mahvedicisi, Haçın ve ona inanıp ant içenlerin düşmanı olan bu kişi, sanki Şeytan-Yılanın öğrencisiymiş gibi, ondan öğrenim görmüş gibi, dostluk maskesi takmıştı…”(20).

Yine Doukas, Ayasofya’da ilk ezanın okunmasından ve ilk namazın kılınmasından duyduğu ızdırabı Fatih Sultan Mehmet’e nefretini şöyle dil getirir “adem-i meşruiyetin veledi, Deccal’ın mübeşşiri, mihraptaki mukaddes din taşının üstüne çıkarak, namazını kıldı. Nedir bu nekbet? Heyhat nedir bu dehşet veren acibe, eyvah ne olacağız? Vay vay, neler görüyoruz? Altında havarilerin ve şehitlerin mübarek bakiyeleri medfun bulunan bu mukaddes mihrap üzerinde bir Türk, bu mihrabın üzerinde bir dinsiz? Ey güneş titre! Allah’ın kuzusu nerededir? Bu mihrap üzerinde kurban olan, yenilen ve hiçbir zaman tükenmeyen Babanın oğlu nerede? Hakikaten fasit bir neticeye vardık, günahlarımızdan dolayı bizim ibadetimiz, diğer milletlere nispetle, hiç nazarı itibara alınmamıştır. Allah’ın hikmeti namına bina olunan, Ekânim-i Selâse kilisesi, Büyük Kilise ve Yeni Sion adlarını almış olan bu mâbed, bugün barbarların ibadet yeri ve Muhammed’in evi adını aldı ve öyle oldu. Ey Cenab-ı Hak verdiğin hüküm adildir !(21).

Bu gün de Doukas'la aynı nefreti, kini besleyenler, Yunanistan gibi aynı barbar ve vahşin düşünceyi taşıyor, Ayasofya’nın 86 yıl sonra camii olarak ibadete açılmasına karşı küstahça tavırlar sergiliyor. 500 yıla yakın Ayasofya'nın camii olarak ibadete açık olduğunu göz ardı ediyorlar. Aslında yaptıklarının Ayasofya'nın gerçek mahiyetine aykırı olduğunu anlamıyorlar. Tüm bu konulardan ve Türk-İslam aleminin, aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'a, Ayasofya'ya verdiği değerle, önemle ilgili araştırmamızın ikinci bölümünde özellikle bahis edeceğiz.  

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!

P.S: Türk komutan İshak ÇELİK beye, her zaman verdiği değerli bilgiler ve destek için özellikle teşekkür ederim. Saygılarımla.

Yararlanılan kaynaklar:

1. Ahmet Özel,"Cihat" isimli makaleden. islamansiklopedisi.org.tr/cihad.

2. Erkan Göksu (2018)"Kutadgu Bilig'e Göre Türk Savaş Sanatı" İstanbul : Kronik Kitap,2018,s55.

3. Özel, Ahmet, Cihat md., DİA, VII,530.

4. Dr. Mehmet CANBULAT,  "MEKKE’NİN FETHİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ VE İSLAM’DA FETİH ANLAYIŞI"isimli makaleden

5. Fayda, Mustafa, "Fetih" isimli makaleden., DİA, XII, 467.

6.  K. Süssheim-Arif Müfid Mansel, “Ayasofya” , İA, s. 49.

7. Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet, çev. Necla Işık, İstanbul 1991, s. 65, 67.

8. Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 341.

9.   Bundan önceki kaynakla aynıdır.

10. Sait ÖZTÜRK. "İstanbul'un Fethinden Sonra Ayasofya Kilisesinin Camiye Çevrilişi" s. 138.

11. İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1, s. 258, Andre Clot, Fatih

Sultan Mehmet, İstanbul 1991, s. 88.

12. Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet, çev. Necla Işık, İstanbul 1991, s. 87.

13.  Sait ÖZTÜRK. "İstanbul'un Fethinden Sonra Ayasofya Kilisesinin Camiye Çevrilişi" s. 138.

14. Yavuz Sabri Altuntaş ,"İstanbul'un Fethi ve ll.Mehmed'in "Fatih" Oluşu". s.1

15. Abdulhamit Kırmızı "Son Dönem Bizans Tarihleri ve Osmanlı Anlatınları" s.4.  Bilim ve Sanat Vakfı. Türkiye Araştırmalar Merkezi 11.

16.  Bkz. Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 336 vd.

17. Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 178-180.

18. Ebru Altan "İstanbul'un Fethi Sırasında Şehirde Yaşananlar ve Psikolojik Durum" s. 64. Tarih  Dergisi, Sayı 66 (2017 / 2), İstanbul 2017, s.

19.Esra Güzel Erdoğan "Kritovulos Tarihi"  Son Dönem Bizans Tarihleri ve Osmanlı Anlatınları" Bilim ve Sanat Vakfı. Türkiye Araştırmalar Merkezi 11. s94,101.

20. Gökhan Toka."Mikhael Doukas’ın Gözünden Osmanlılar: Anadolu ve Rumeli (1326-1462)" isimli makaleden. https://www.sosyalbilimler.org/mikhael-doukas-osmanlilar/.

  21. Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 184.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aynur TALIBLI Arşivi
SON YAZILAR