ROMA KIZILELMA’SI
Doğu Roma olarak bilinen İstanbul’u alarak Sevgili Peygamberimizim övgüsüne mazhar olan Cihan Padişahı Sultan Fatih, bu sefer Hristiyanlık dünyasının ikinci merkezi olan Batı Roma'ya da hâkim olmak ve Peygamber Efendimizin övgüsüne tam anlamıyla lâyık olmak istiyordu. Ölümünden ence büyük bir gizlilik içerisinde hazırlanmış olduğu seferin Roma üzerine olduğu belirtilir. Bu amaçla Otranto ve Apulia seferleri düzenlenmişti.
Fatih tarafından Otranto ve Apulia seferleri tüm ayrıntılarıyla planlanmış ve dikkatle uygulanmıştır. Bu seferden önce Arnavutluk’ta, İskender Bey’in ölümünden dokuz yıl sonra, Kuzey Arnavutluk’un en güçlü iki kalesinden biri olan Akhisar 1478’de alınmıştı. Akdeniz’de, Osmanlı deniz gücü eskiye nazaran olağanüstü artmıştı. Venedik, İşkodra ile Sopot ve Himarra kalelerini teslim etmek gibi ağır şartlara razı olarak barış yapmak zorunda kaldı. Bu dönemde İtalyan devletleri ağır ihtilaflar içerisindeydi.
İlk iş olarak, 1479 yazında, Gedik Ahmed Paşa Avlonya sancakbeyliğine atandı. Hoca Sadeddin ve Solakzade başta olmak üzere Osmanlı kaynakları Gedik Ahmed Paşa’nın Avlonya’ya, İtalya’nın fethi için hazırlık yapmak üzere gönderildiğini kaydederler. Çünkü Avlonya Otranto’ya bir çıkarma için en iyi köprübaşıydı.
Gedik Ahmed Paşa ilk iş olarak, Epir ve Arnavutluk’ta Osmanlı hâkimiyetini sağlamlaştırıldı. Ardından Kral I. Ferdinand’ın müttefikinin elindeki iki İyonya adası, Leukas ve Zante ele geçirildi. Sıra askerlerin nakledilmesi ve ordunun savaş alanına taşınmasına gelmişti.
Venedikliler Doğu Akdeniz’deki ticari çıkarlarını düşünerek bu seferi engellemek için bir şey de yapmadılar. Napolililer çıkarma yapılacağının farkındaydılar ama onlar da hiçbir şey yapmadılar.
Hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı ordusu 28 Temmuz 1480’de Apulia sahilini çıkarma yaptı ve Otranto şehrini kuşatıldı. Sefere katılan Osmanlı ordusunun büyüklüğü hakkındaki tahminler tartışmalıdır. 15.000 ile 20.000 askere yakın bir büyüklükte olduğu düşünülmektedir. Kuşatma sonrası Otranto ve civardaki bazı kaleler zapt edildi.
Bundan sonra Gedik Ahmed Paşa İtalya’nın ve Roma’nın tamamen fethini tamamlamak amacıyla baharda düzenlenecek yeni bir seferin hazırlıkları için Osmanlı ordusunun geri kalanıyla Avlonya’ya döndü.
Napolililerin ilk şaşkınlıklarından sonra etkili bir şekilde karşı koydular. Napoli Kralı I. Ferdinand’ın çağırdığı Alfonso’nun takviye edilmiş ordusu Otranto’dan güvenli bir uzaklıkta konuşlandı ve Osmanlıların daha fazla yayılmalarını önlemeyi amaçladı.
Ayrıca, Kral Ferdinand yardım için papaya ve Avrupa’daki diğer Hristiyan devletlere müracaat etti. Ama destek veren sadece papaydı. Avrupa devletlerini bir Haçlı seferine çağıran bir tamim yayınladı. Ancak bu çağrı herhangi bir sonuca ulaşmadı.
Ancak Kardinaller Heyeti 50,000 dukanın Macar Kralı Matthias Corvinus’a gönderilmesini ve bunun karşılığında Osmanlılara Balkanların kuzeyinden saldırmasını kararlaştırdılar. Bu İtalyan müttefiklerin Osmanlıları topraklarından atmak için kullanacakları en etkili strateji olacaktı.
Bu sırada Arnavut isyanlarının şiddetlenmesi ve Gedik Ahmed Paşa isyanları bastırmak için yolladığı kuvvetin asiler tarafından yenilgiye uğratılması, asileri iyice azdırdı.
Fatih Sultan Mehmed sefer için yola çıktıktan kısa bir süre sonra zehirlenerek vefat etmesi ile iki oğlunun, Bayezid ve Cem’in arasında bir iç savaş meydana geldi. Gedik Ahmed Paşa Bayezid’in tarafını tuttu Arnavutluk’tan ayrılmak zorunda kaldı. Bu olaylar asilerin şevkini artırdı.
Bayezid’in kuvvetlerinin başındaki Gedik Ahmed Paşa Cem’in ordusunu mağlup ederek Bayezid’in tahta oturmasına giden yolu açtı. Cem’i yakalayamaması Gedik Ahmed Paşa’nın bir süreliğine hapsedilmesine neden oldu. Böylece Gedik Ahmed Paşa’nın Osmanlıların İtalya seferindeki rolü de sona ermiş oldu.
Gedik Ahmed Paşa’nın yerine Rumeli Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa’yı daha Ahmed Paşa gözden düşmeden tayin etmişti. Bu esnada isyan da şiddetlenmişti. Avlonya’ya vardığında Süleyman Paşa’nın önceliği, Otranto’ya geçmeden önce, Avlonya için bile tehlikeli olmaya başlayan isyanları bastırmaktı.
Süleyman Paşa’nın ordusu gücünü isyan çıkan bütün merkezlere dağıtmak zorunda kaldı. Hadım Süleyman Paşa kuvvetleri çatışmalarda bir mağlubiyet yaşadılar. Bu mağlubiyet Otranto ve Apulia’daki Osmanlı hâkimiyeti için bir dönüm noktasıydı. Zira bu mağlubiyet sonrası Otranto’ya yardım ulaşma ümidi ortadan kalkmıştır ve Otranto teslim olmuştur. Otranto ve Apulia’daki Osmanlı hâkimiyeti sadece on üç ay sürmüştü.
"Tarihçiler Fatih'in suikasta kurban gittiğini ve zehirlenerek öldürüldüğünü kaydediyorlar. Merhum tarihçi Zuhuri Danışman şöyle diyor: “Daha evvel de Venedikliler birkaç defa Fatih'i zehirlemeye teşebbüs etmişlerdi. Fatih sağ kaldıkça Venedik'in deniz hâkimiyeti mahvolacaktı. Batı Roma, İtalya, Avrupa Hristiyanlığı perişan olacaktı. Bu düşünce ile Venedikliler Fatih'in öldürülmesi için her türlü teşebbüse girişmekte mahzur görmüyorlardı. Fatih'in hususi doktoru aslen Yahudi olup güya Müslüman olmuş Yakup Paşa adında birisi idi. Bu adamın asıl adı " Maestro Jacopo" idi. Venedikliler bu adama bol para yedirerek büyük Türk Hakanını zehirlettiler. (Doğan, 1978, s. 196)
Osmanlı Devleti pek çok konuda olduğu gibi ilim, kültür ve sanat hayatı açısından da Türk ve İslam geleneği üzerine oturmuştur. Devletin kuruluşundan itibaren Osmanlı padişahları ilim ve ilim adamlarına, sanatkârlara, şairlere büyük bir değer vermişler; bilimsel çalışmaları teşvik etmişler diğer taraftan da bilim kuruluşları tesis etmeyi devlet politikası haline getirmişlerdir.
Kendisini "Dünya İmparatoru" olarak gören ve Nizâm-ı Âlem Ülküsü'nün takipçisi olan Fatih Sultan Mehmed, devrin en büyük ilim, kültür ve sanat adamlarını etrafına toplayarak İstanbul'u devrin en büyük bilim ve medeniyet merkezi haline getirdi. Molla Gürani, Hoca Zade, Molla Hüsrev, Molla İlyas, Siraceddin Halebî, Hasan Samsuni. Akşemseddin, Hızır Bey, Ali Kuşci gibi bilim adamlarını etrafına toplayan Fatih onların sohbetlerinden ve bilgilerinden istifade ediyor, onların ilmi münakaşalarına katılıyordu. Fatih sadece Türk-İslam âlimlerini değil, Rum ve İtalyan bilim adamlarına da büyük bir değer veriyor, onları himayesine alarak büyük bir kültür ve ilim merkezi kurmaya çalışıyordu.
II. Murat zamanında Edirne sarayında yüksek seviyeli ve kaliteli idareci kadrolar yetiştirmek amacıyla kurulan "Enderun" teşkilatı asıl hüviyetine Fatih zamanında kavuşmuştur. Bu nedenle Enderun teşkilatının gerçek kurucusu olarak Fatih kabul edilir.
Ülkemizdeki en eski ilim kuruluşu olan İstanbul Üniversitesi'nin temelini oluşturan Fatih Medreseleri, Fatih tarafından yaptırılmış; ders programları Türk-İslam dünyası astronomi ve matematik âlimleri arasında, ortaya koyduğu eserleriyle haklı bir şöhrete sahip olan Ali Kuşci tarafından hazırlanmıştır.
"Batı ve Doğu bilim dünyası onu 15.yüz yılda yetişen müstesna bir âlim olarak tanır. Öyleki Barthold, Ali Kuşci'yi On beşinci yüzyıl Baltamyos'u olarak adlandırmıştır. (Göker, 1984, s. 307) Fatih medreselerinde kaliteye önem verildiğinden öğrenci sayısı az tutulmuştur. (120 öğrenci) Ayrıca öğrencilere burs da verilmiştir. I7. Yüz yılda sayı artırılmış fakat bu durum kalitenin düşmesine sebep olmuştur. "Fatih medreselerinde sekiz müderris (profesör) ders vermekte, onlara da sekiz muid (asistan) yardım etmektedir. (İpşirli,1994) Bir profösere ve bir asistana 15 öğrenci düştüğü dikkate alınınca Fatih medreselerinin kalitesi hakkında bir fikir sahibi olmuş oluruz.
Gerçekten de Fatih’in bilim ve bilim adamlarına verdiği büyük değer ve bunu devlet politikası haline getirmesi sonucunda İstanbul devrin en büyük bilim, kültür ve sanat merkezi haline gelmiştir. Her taraftan İstanbul'a gelen Müslüman ve gayri Müslim bilim adamları Fatih'ten büyük destek ve teşvik görmüş, bu şekilde devrin en büyük devleti vücuda getirilmiş; Osmanlı devleti bir "Dünya Devleti" haline gelmiştir.
Fatih’in zehirlenerek şehid edilmesi Roma Kızılelması’nın elimize geçmesine mâni olmuştur. Başta Fatih olmak üzere Türk hakanlarının hem milli hem de dinî ülküsü olan Roma Kızılelması’nasahip olmak ve Katolik Hıristiyanlığının merkezi ve kalbi konumunda olan Roma’yı fethetmek ve İslamlaştırmak bizlere Hem Sevgili Peygamber Efendimizden hem de Sultan Fatih’ten miras kalmıştır.
Aslında Roma’nın fethi İstanbul’un fethinden altmış dört sene evvel Yıldırım’ın adeta elini uzatarak gösterdiği bir Kızılelma idi. Türk ordusu, Kızılelmadan, Kızılelmaya atılırken, ilk idealist Osmanlı padişahları ona daha ileride daha Kızıl Elmalar gösteren birer millet kılavuzu rolünde görülür. Mesela, Kosova meydan muharebesinde Sırp ordusu imha edilip, Sırbistan tabiiyyet altına alınarak Engerus Kızıl-Elması’na yol açıldığı zaman babasının yerine geçen Yıldırım Bayezid, cülus tebriki için Edirne sarayına gelen Venedik, Ceneviz vesair İtalyan hükûmetlerinin sulh ve ticaret muahedelerini tecdit etmek isteyen elçilerine, Türkiye’de ticaret serbestisinin tabii bir hâl olduğunu söyledikten sonra, yeni muahedeler akdini reddetmiş ve hatta:
- “Roma’ya kadar, gidip Saint-Pierre kilisesinin mihrabında atıma yem yedireceğim!” sözleriyle; RimPapa Kızılelması’nın daha Şarki Roma Kızıl-Elması fethedilmeden evvel, Türk ülküsünün manevi haritasına girmiş olduğunu, Garp Hristiyanlığına resmen ilan etmekte hiç tereddüt etmemiştir. (Danişmend, 1966, s.128)
Günümüzde de Roma’nın fethini ve İslamlaşmasını hedefleyen ve müjdeleyen İslam âlimlerimiz vardır. Cennet mekân Prof. Dr. Esad COŞAN Efendi bir sohbetlerinde Roma ile ilgili olarak şöyle der:
“Türkiye’yi Avrupa’ya kaptırmayacağız. Balkanları Hıristiyanlara yutturmayacağız. Roma’yı Müslüman edeceğiz. Roma’yı Lâilâhe illallah Müslüman yapacağız. Allah’ın vaadi bu bize. Bu olacak. Ama ne zaman olacak? Biz onun hazırlığını yapmakla mükellefiz. Onlar Balkanlarda Müslüman bırakmayıp, Anadolu’da Müslüman bırakmayıp, Orta Asya’ya sürmeyi düşünüyorlar. Bizimde emelimiz Avrupa’yı, Amerika’yı Müslüman yapmak. Dünyanın her yerine Allah’ın dinini yaymak. Zulme her yerde karşı çıkmak; zulmü engellemek. Zulmün karşısına adaleti dikmek. Küfrün karşısına imanı koymak ve Allah’ın dinine hizmet etmek. Çalışmamız budur. (22 Nisan 1995 MALATYA .)
Müjdeler olsun ki Hıristiyanlığın merkezi Roma bile hadîs-i şerîflerle müjdelendiği üzere fetholunacak! Mü’minler onun karşısına dikilecek, ihlasla “Lâ ilâhe illâllâh” diyerek fethedecekler, savaşla değil, iman ve irfanla! Hiçbir ciddi papazın, mevcut ve muharref hıristiyan akaidine candan inandığını sanmıyorum; bazıları vicdanının sesini dinliyor, imana geliyor, Müslüman oluyor. Başka yol ve çare yok. (http://iskenderpasa.com)
Esad Coşan Efendi’nin söz ettiği hadisi şerif Deylemî'nin Müsnedül-Firdevs'inde geçmektedir. Amr ibn-i Avf'ın rivayet ettiğine göre, Bu hadisi şerife göre Peygamber Efendimiz (asm) Hazretleri, şöyle buyurmuştur:
"Lâ tekumüs-sâah, hattâ yeftehallahu alel-mü'minînel-kostantîniyyetir-rûmiyyete bit-tesbîhi vet-tekbîr." “Allah Teàlâ Hazretleri mü'min kullarına tesbihle, tekbirle; Sübhanallah diyerek, Allahu ekber diyerek, el-Kostantîniyyetir-Rûmiyye'yi açmadıkça, fethini nasib etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Ramuzu’l-Ehadis, 478/5; Krş. A. Yardım, Türk'ün Şeref Madalyası: Fetih Hadisi, Kubbealtı Akademi Mec., Sayı 3 Temmuz 1979, Sayfa :64)
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir: “Biz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında iken; İki şehirden hangisi Kostantîniyye mi Roma mı önce fetholunacaktır, diye soruldu. O (sav);
“Kostantîniyye’yi kastederek önce Hırakl’in şehri” cevabını verdi. (Hâkim, el Müstedrek, IV, 553)
Burada dikkat çeken durum şudur: Peygamber Efendimiz, soruya itiraz etmeyip “önce Kostantiniyye (İstanbul) ” diye cevap vermişlerdir.
Bu rivayette Roma’dan el-Kostantîniyyetir-Rûmiyye diye söz edilmektedir. Roma Kostantîniyyesi, yâni Roma şehri demek. Araplar bu şehri anlatmak istedikleri zaman, büyük manasında el-Kostantîniyye el-Kübrâ veya er-Rûmiyye yi kübraâ derlerdi; İstanbul için de er-Rûmiyye es-Suğrâ-Rumiyye-yi sügra derlerdi. Yâni büyük Roma küçük Roma, büyük Kostantîniyye küçük Kostantîniyye tabirleri Arapların arasında kullanılmıştır. Buna göre kıyamet kopmadan Roma ve benzeri büyük şehirlerin Müslüman olacağı söylenebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.