MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ BİRLİĞİ
Bugün artık dünya üzerindeki ilk kültür ve medeniyet hamlelerinin en eski bir “Tûrânî Kavim” olan Türkler tarafından meydana getirildiği bilinmektedir. Bu mevzûda yerli ve yabancı pek çok ilim adamı tarafından muhtelif zamanlarda yapılmış ilmî araştırmalar ile bu durum kesinleşmiştir. Bütün bu araştırmalar sonucunda ortaya çıkan neticelere göre, Asya’da kurulan bu dünyanın ilk Türk Medeniyeti’nin göz kamaştırıcı ışıkları daha sonra dünyanın hemen her kıt’asına Türklerin İslâmiyet’i kabûlüyle birlikte ve “İ’lâ-yı Kelimatullah” aşkıyla buradan yayıldığı görülmektedir. Vaktiyle bütün insanlığın ihyâsı için Türk Milleti tarafından gerçekleştirilmiş bulunan bu hâlis niyetli hakikatli rü’yâ, Allah’ın (Celle Celalühü) lûtfuyla yeniden görülebilir, gönüllerde makes bulabilir ve insanlığın istifâdesine sunulabilir. İşte bu sebepledir ki biz, bu makalemizde târihî mâcerâ esnâsında birbirinden uzak düşmüş kardeşlerin, (-daha doğrusu oraya buraya savrulmuş bulunan dünkü ve bugünkü Türk Devlet ve Toplulukları’nın-), târihin bu ânında aralarında “gönül köprüleri kurarak” yeniden birbirine yaklaşmalarını temin edici ve gerektiğinde de ileride bir araya gelerek; “Türkiye Birleşik Devletleri”, “Birleşmiş Türk Devletleri” veya “Müslüman Türk Devletleri Birliği” adıyla bir “Birlik” teşkil edici zemîni hazırlayıcı “yol haritasını” vermeye çalışacağız.
Türk Dünyası’nın Hürriyet ve İstiklâl Mücâdeleleri
Bilindiği gibi Türk dünyasındaki istiklâl ve hürriyet mücadeleleri; 1860’larda Türkistan ve Kafkas Türklüğü’nün Ruslar; 1867’de Doğu Türkistan Türklüğü’nün Çinliler; 1912-1913 Balkan Savaşlarıyla Balkan Türklüğü’nün Bulgarlar ve Rumenler; Batı Trakya-Kıbrıs ve Girit Türklüğü’nün Rumlar ve Yunanlılar; Hindistan Türk Sultânlığı ve Gürgâniyye Devleti, Tuğluklar (1750), Mısır (1882), Afganistan (1907), Irak (Musul-Kerkük) (1918), Ürdün (1920) Türklüğü’nün İngilizler; Fas (1912), Tunus (1881), Cezayir (1830), Suriye (1920), Lübnan (1921) Türklüğü’nün Fransızlar; Libya Türklüğü’nün (1911) İtalyanlar tarafından istilâlarıyla ve soykırımlarıyla başlamıştır. 1917’de Rusya’da meydana gelen Bolşevik İhtilâli ise dünya üzerindeki büyük bir Türk kitlesinin çok çetin baskı ve zulümlere mâruz kalmasına sebep olmuş ve bu istiklâl ve hürriyet mücâdelelerini daha da kamçılamıştır.
Esâsen 1991 senesinde Sovyet Rusya’nın (SSCB) dağılmasından sonra istiklâlini (müstakilliğini) ilân eden Türk Cumhuriyetleri; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan resmen Birleşmiş Milletler (BM) üyesi olmuşlardır. Sovyet Rusya ile aynı kaderi paylaşan Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte ise Bosna-Hersek hemen, bilâhare de Kosova (2008) istiklâlini ilân etmiş ve BM üyesi devletler safına katılmışlardır. Rusya Fedarasyonu içerisinde kalan Altay, Başkurdistan, Çuvaşistan, Gagavuz (Gökoğuz), Hakas, Saha (Yakut), Tataristan ve Tuva’[1]dan başka Kafkasya Bölgesi’nde Çeçen-İnguş, Dağıstan, Kabarda-Balkar, Karaçay-Çerkez[2]ile Ukrayna’ya bağlı olan Kırım (–ki Rusya burayı 2014’de yeniden ilhak etmiştir-) birer muhtar Cumhuriyet olarak kalmışlardır. Ayrıca Azerbaycan’na bağlı Nahçıvan ile Dağlık Karabağ; Gürcistan’a bağlı Abazya-Acaristan ve Özbekistan’a bağlı Karakalpakistan[3]muhtar cumhuriyetleri bulunmaktadır. Burada kısmî olarak ifâde etmeye çalıştığımız Asya ve Avrupa kıtalarının muhtelif yerlerine dağılmış olarak yaşayan Türk devlet ve topluluklarının bulunduğu “Avrasya Coğrafyası”nın yakın geçmişinde târihî önemli bazı değişiklikler meydana gelmiştir. Yaşanan bütün bu târihî gelişmeler, Türkiye’yi yakından alâkadar etmiş ve aynı zamanda Türkiye’ye yeni bir takım târihî sorumluluklar da yüklemiştir.
16 Muhtar Cumhuriyet’ten ikisi Tataristan ve Çeçenistan'ın[4] istiklâllerini ilân etmesi karşısında Rusya Federasyonu, Çeçenistan’a çok sert şekilde askerî müdahalede bulunarak bu cumhuriyeti âdeta yerle bir etmiş ve Tataristan’a da bir takım baskı ve tehditlerle gözdağı vermiştir. Rusya Federasyonu, ilkönce Azerbaycan ve Tacikistan’da (-ki bize göre Tacikistan bir Türk Cumhuriyetidir-) olmak üzere diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde kendisine yakın olmayan idârecileri darbe yaptırarak devirmiş ve en son olarak yakın geçmişte Gürcistan’a (2008) resmen askerî müdâhalede bulunmuştur.
Rusya’nın vaktiyle (1944) Kırım’da ve Gürcistan’ın Acara Muhtar Cumhuriyeti’ne bağlı Meshet’de (Ahıska Türkleri) ve diğer Türk sahalarında; yakın zamanda da Azerbaycan Hocalı’da ve Çeçenistan’da; Ermenistan’ın Karabağ’da (-ki, Azerbaycan büyük bir destânî zafer kazanarak 10 Kasım 2020 târihî îtibâri ile buradaki işgâle son vermiştir.-) ve Sırbistan’nın Bosna’da; Çin’in de Doğu Türkistan’da, İsrail’in Filistin’de senelerden beri yaptığı soykırımlar hep yapanların yanına kâr kalmış ve ne yazık ki Türkiye’den başka sesini yükselten hiçbir ülke olmamıştır.
Sovyetler Birliği dağıldıktan hemen sonra yeniden toparlanmak için eski peyklerinden bazıları ile tekrar bir araya gelerek 21 Aralık 1991'de Kazakistan'ın başşehri Alma Ata'daki zirvede BDT'yi meydana getiren anlaşmayı imzalamışlardır. “Bağımsız Devletler Topluluğu” (BDT) adıyla kurulmuş olan bu birliğe üye devletler; Azerbaycan, Beyaz Rusya (Belarus), Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Rusya, Tacikistan ve Ukrayna’dır. Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kuruluş safhasında üye olan Gürcistan, daha sonra üyelikten ayrılmıştır. Türkmenistan ise topluluğun “Gözlemci Üyesi” olarak kalmıştır.
1996’da BDT’den ayrı olarak Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin bir araya gelmesiyle “Şanghay Beşlisi” adı verilen bir teşkilât kurulmuştur. Bu teşkilâta 2001’de Özbekistan da katılmıştır. Kurulan bu yeni teşkilât üye ülkeler arasında siyâsî, iktisâdî ve askerî işbirliğini içine alan diğer anlaşmaların da temelini meydana getirmiştir. Bütün bu çabaların şimdilerde ABD’nin tek süper güç olarak dünya siyasetini belirlemesine karşı bir “denge unsuru” sağlamaya mâtuf olduğu söylenebilir.
Dünyâ Türklüğü’nün mes’eleleri önümüzde bir dağ gibi durmaktadır. Afganistan’da (Pamir Kırgız Türkleri)[5], Bulgaristan’da (Deliorman, Filibe, Kırcaali, Mestanlı, Varna), Çin’de (Doğu Türkistan, Kaşgar), Fillandiya’da (Kazan Türkleri)[6], Gürcistan’da (Acara, Batum), Irak’da (Erbil, Kerkük, Musul), Kafkasya’da (Çeçenistan, Dağıstan, Derbent, İnguş, Mahaçkale), İran’da (İran Azerbaycanı, Horasan, Kaşkay), Makedonya’da (Üsküp), Romanya’da (Dobruca, Baserabya), Sırbistan’da (Sancak), Suriye’de (Azez, Halep, Hama, Humus, Lazkiye, Münbiç) ve Yunanistan-Batı Trakya’da (Dedeağaç, Dimetoka, Gümülcine, İskeçe, Rodos-İstanköy)[7] yaşayan Türkler dün olduğu gibi bugün de çeşitli baskı ve zulümlere mâruzdurlar.
Seneler senesi Rumların insanlık dışı katliâmlarına mâruz kalan Kıbrıs Türklüğü’nün 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni, 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ilân etmesine rağmen, bu devleti henüz Türkiye’den başka tanıyan ülke çıkmamıştır. ABD, BM ve AB öteden beri İstiklâlini ilân etmiş olan bu devleti Rumlara payanda yapmak gayreti içerisinde olmuşlardır. Avrupa Birliği (AB), Kıbrıs Rum Kesimi’ni birliğe dahil ederek adadaki çözümsüzlüğü büsbütün perçinlemiştir
Şimdiye kadar istiklâlini ilân edememiş veyahut ilân etmiş fakat sonradan kaybetmiş irili ufaklı bütün Türk topluluklarının, Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında hürriyet ve istiklâllerine kavuşmaları ve “milletler ailesinin şerefli birer üyesi” olarak tarihteki yerlerini almaları en büyük temennimizdir.
Diğer taraftan, Avrupa Birliği (Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere), Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Japonya ve Kanada’da yaşayan Türklerin bu ülkelerin iktisadî gücüne çok büyük katkılar sundukları hâlde hâlâ can ve mal emniyetleri teminat altında değildir. Ne yazık ki, yarım asırdan fazla bir zamandır Avrupa Birliği ülkelerinde varlıklarını sürdüren Türklere bugüne kadar serbest dolaşım hakkı dahi tanınmamıştır.
Türk Dünyası ile Alâkalı Yapılan Çalışmalar
İstiklâlini ilân eden müstakil Türk Cumhuriyetleri müstakil hale geldikleri andan itibaren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti başta olmak üzre, bazı gönüllü teşekküller boş durmamış, Türk dünyasına yönelik çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu maksatla Dışişleri Bakanlığı bünyesinde “Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA)[8] ihdas edilerek hayata geçirilmiştir. TİKA’nın rehberliğinde her yıl düzenli olarak “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk ve Kardeşlik Kurultay”ları düzenlenerek mes’eleye sahip çıkılmıştır. Türk Cumhuriyetlerinin Kültür Bakanları ile Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı’nın 12 Temmuz 1993’te Alma Ata’da imzaladıkları anlaşma ile kısa adı TÜRKSOY olan (Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü)[9] kurulmuştur. Ayrıca gönüllü bir teşkilât olan “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Vakfı (TÜDEV)” ile “Türk 2000 Vakfı” faaliyete geçirilmiştir. Bu kuruluşlardan başka 1989’da “entegrasyonu” esâs alan “Türk Halkları Asamblesi” (THA) kurularak çeşitli kurultayların düzenlenmesinde[10] önemli vazifeler üstlenmiştir.
Türkiye’de Türk dünyasına yönelik olarak yapılan çalışmaların; 1910’larda başladığı[11] söylenebilir. İstanbul’da Türk Ocakları’nın kurulması, Türk Yurdu Dergisi’nin (1911) ocağın resmî yayın organı olması, bilâhare Ankara’ya taşınarak yayın faaliyetlerini burada sürdürmesi ve halen daha yayınını devam ettirmesi gibi sâikler, “Türk Münevveri’ nin Türk Dünyası’na olan alâkasını arttırmıştır. Türk Yurdu Dergisi’ndeki imzalar arasında Yusuf Akçura, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmed Emin Yurdakul ve M.Fuad Köprülü’yü görüyoruz. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bünyesinde bir Türkiyat Enstitüsü kurulmuştur. 1924 tarihinde M. Fuad Köprülü tarafından kurulan Enstitü’nün yayın organı mahiyetindeki Türkiyat Mecmuası Türk ve dünya ilim âlemine uzun seneler ışık ve feyiz saçmıştır. Türklüğe ait ne var ise araştırıp ortaya çıkarmayı kendisine şiâr edinen mecmua tarihteki yerini almıştır. Aynı maksat ve gaye ile 1932’de Ankara’da “Türk Tarihini ve Türk Dilini Tetkik Cemiyetleri” kurulmuştur. Bu müesseseler (-sonraki adlarıyla Türk Dil ve Türk Tarih Kurumları-) tarafından çıkarılmakta olan Belleten Dergisi ile Türk Dili, Türk Dünyası Dil ve Edebiyatları dergileri de Türkiyat Mecmuası ile aynı evsaftaki dergilerimizdirler.
Hüseyin Nihal Atsız, 1931’de İstanbul'da “Atsız Mecmua”yı, 1933’te Edirne'de ve İstanbul'da “Orhun Dergisi”ni, 1964’te İstanbul ve Ankara'da "Ötüken Dergisi"ni; Reha Oğuz Türkan, 1938’de İstanbul'da “Ergenekon” ve “Bozkurt”tan başka 1942’de “Gök-Börü”yü[12] Üstâd Necip Fazıl Kısakürek, İstanbul'da "Ağaç Dergisi"nden başka, 1943’ten îtibâren otuz beş yıl süreyle, haftalık, aylık ve günlük olarak toplam 512 sayı devam eden "Büyük Doğu (Siyasî-Edebî-Fikir-San'at-Hadise-İş) Mecmuası"nı; Osman Yüksel Serdengeçti, 1947’de Ankara’da “Serdengeçti” ve Sadi Somuncuoğlu riyâsetinde de 1969'da Ankara'da "Devlet" dergilerini bütün sıkıntılarına rağmen çıkarmak sûretiyle "Türk Dünyâsı"na yönelik hizmetlerini devam ettirmişlerdir.
Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in himmet ve teşvikleriyle Ahmet Temir, 1961’de Ankara’da Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nü kurmuş ve "Türk Kültürü Dergisi"ni yayınlamıştır. Enstitünün kuruluşundan bu tarafa pek çok ilim adamıyla el-ele, gönül-gönüle vererek neşriyatına hiç ara vermeden devam ettirmiş olan dergi, yüzlerce ilmî esere imza atmıştır. Bunlardan “Türk Dünyası El Kitabı” hakikaten tam bir şâheserdir.
Halide Nusret Zorlutuna, 1971’de Ankara’da kızı Emine Işınsu ile Töre Dergisi’ni çıkarmışlardır. Türk Dünyası’nın çeşitli mes’elelerini ele alıp inceleyen ve çözüm yollarını araştıran dergi, kültür dünyamızın baş dergilerinden birisi olmuştur. Aynı zamanda fikir hayatımızın yıldız dergilerinden kabul edilen Töre Dergisi; Şubat 2012’den itibaren Ömer Faruk Beyceoğlu’nun sahipliğinde ve A. Yağmur Tunalı’nın müşâvirliğinde “Fikir Sanat ve Edebiyatta Töre” adıyla yayımlanmıştır.
Ahmet Kabaklı, 1972’de “Türk Edebiyatı Dergisi”ni; Nihad Sami Banarlı ile Sâmiha Ayverdi, “Kubbealtı Akademi Mecmuası”’nı; Turan Yazgan da 1978’de “Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi” ile 1987’de “Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi”ni; İstanbul’da, aynı adı taşıyan kendi vakıflarınca yayınlamışlardır. Bu vakıflar, yayınladıkları yüz akı eserleriyle bütün Türk dünyasına çok büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
Ülkü Ocakları'nın Efsânevî Genel Başkanlarından Muharrem Şemsek, 1978’de Ankara’da “Millî Eğitim ve Kültür (İlmî Araştırma ve İnceleme) Dergisi”ni (Üç ve İki Aylık periyotlar hâlinde) yayınlamıştır. Zengin ilmî muhtevâsıyla bir devrin “Ülkücü Gençliği”nin donanımlı bir şekilde yetişmesinde feyiz aldığı ve neşretmiş olduğu birbirinden güzel “özel sayıları” ile göz kamaştırmış olan; hâlâ hasretle, hararetle aranılan ve çok büyük hizmetleri geçmiş olan dergi, târihteki şerefli yerini almıştır.
Metin Eriş, “Boğaziçi Dergisi”ni 1982’de İstanbul’da Boğaziçi yayınları adına Gürbüz Azak’ın idâresinde çıkarmıştır. Aydınlar Ocağı’nın da yayın organı olan dergi, bünyesinde Türkiye’nin yetiştirdiği birbirinden değerli ilim adamı, gazeteci, şâir ve yazarı barındırmış ve “Boğaziçi Sohbetleri”yle Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın mes’elelerini masaya yatırmış, tartışmış ve bunları dergide yayınlamıştır. “Boğaziçi Büyük Ödülleri” adı altında da ilim, kültür edebiyat ve san’at alanlarındaki hizmetlerinden dolayı üstün gayretli çalışmaları ile temayüz etmiş kimselere çeşitli mükâfatlar vermiştir. Bugün dahi zengin muhtevası ile her bakımdan eksikliği hissedilen Boğaziçi Dergisi, Türk Kültür hayatına damgasını vurmuş ve tarihteki yerini almıştır.
Kemal Ilıcak’ın Tercüman, Enver Ören’in Türkiye Gazetesi vasıtasıyla Türkiye’nin önde gelen yazar, ilim, fikir ve san’at adamlarının maddî, mânevî destek ve fedakârlıklarıyla neşretmiş oldukları (Tercüman Gazetesi 1001 Temel Eser ve Türkiye Gazetesi İslâm Âlimleri, Evliyâlar, Rehber Ansiklopedileri ve diğer seçme eserler) Türk dünyâsı ve ilim âlemine yönelik eserleri her türlü takdirin üstündedir.
Ayrıca Türkiye Gazetesi sahibi merhûm Enver Ören’nin kurduğu İhlas Holding tarafından 1994’te İstanbul’da İsmet Miroğlu’nun ilmî riyâsetinde ve pek çok ilim adamının iştirakleri ile Tarih ve Medeniyet Dergisi çıkarılmıştır. Benzerleri arasında husûsîliği ve göz kamaştırıcı muhtevâsı ile dikkati çeken ve bugün hâlâ hararetle aranılan tek tarih dergimiz olan Tarih ve Medeniyet Dergisi; Tarihe ışık tutan pek çok belgeyi (-Türk Dünyası Araştırmaları - Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergileri gibi-) cesaretle yayınlayarak gizli hakikatleri ortaya çıkarmış ve Türk Dünyası’nın Tarih Kültür ve Medeniyeti’ne unutulmaz hizmetlerde bulunmuştur.
Yavuz Akpınar’ın 1970’lerde Erzurum’da Kardeş Edebiyatlar Dergisi’nden sonra, Yakup Deliömeroğlu’nun sahipliğinde ve şâir-yazar Ali Akbaş’ın idaresinde 2007’den itibaren Ankara’da Avrasya Yazarlar Birliği tarafından Kardeş Kalemler ile Dil Araştırmaları ve Avrasya Edebiyat dergileri; Âlim Gerçel’in sahipliğinde ve idaresinde 1978’de Kayseri’de Erciyes Dergi’si ile 2004’de İbrahim Şahin’in sahipliğinde Berceste Dergisi gibi Türk dünyasının dil, edebiyat, kültür ve san’at birliğini temin yolunda çıkarılmış olan dergilerden bazıları yayınlarına ara vererek, bazıları da yollarına devam ederek Türkçe konuşan milletlerin ümit ve gönül birlikteliği köprüsü olmayı başarmış görünmektedirler.
Eski Millî Eğitim Bakanlarımızdan Hasan Celal Güzel’in mânevî himmetleri, Güler Eren’in sahipliği ve idâresinde Yeni Türkiye Medya Hizmetleri tarafından Ankara’da 1994’te Yeni Türkiye Dergisi yayınlanmıştır. İki aylık düşünce ve fikir dergisi olarak yayınlanan dergi, bir süre ara vermiş olduğu yayınına 2013’te yeniden başlamıştır. Yeni Türkiye Dergisi, Türkiye’nin ve bütün Türk dünyasının temel mes’eleleri hakkında yerli ve yabancı pek çok yazar, ilim, fikir, siyaset ve devlet adamının katkılarıyla “özel sayılar” neşretmiş; Türk Tarihi, Türk Kültürü, Türk Dünyası Dil ve Edebiyatları alanlarında eşsiz eserlere imzasını atmıştır.
Yukarıdakilere Turan Yazgan’ın olağanüstü himmet ve gayretleriyle kurduğu Türk Dünyası Lise ve Fakültelerini; Kültür Bakanları Rıfkı Danışman, Namık Kemal Zeybek, Müsteşar Emin Bilgiç, Yayımlar Daire Başkanı Alaeddin Korkmaz’ın üstün çalışmalarıyla yayınladıkları “Millî Kültür Dergisi” ve “Türk Dünyası Edebiyatları”nı;
Akkan Suver'in Sahipliğindeki "Yeni Düşünce (Haftalık) Dergisi"ni; Semerkand Yayın Grubu’nun “Semerkand” ve “Mostar Dergi”leri ile Türk-İslâm Dünyâsı'na yönelik “Dinî Tasavvufî” yayınlarını; Türkiye Yazarlar Birliği’nin "Akademî Dergisi"ni; "Dergâh Yayınları" ve "Ötüken Neşriyât"ın Türk Dünyâsı Edebiyatı dizi ve yayınlarını; E. Semih Yalçın'nın idâresindeki "Devlet (İki Aylık Fikir ve Kültür) Dergisi"ni; Cedid Neşriyât’ın Mustafa Çalık’ın idâresindeki "Türkiye Günlüğü Dergisi"ni; Muammer Erkul’un idâresindeki “Dîvânyolu (Kültür, Sanat, Târih, Edebiyat ve Hayat) Mecmuası”nı; Feyzi Halıcı’nın idâresindeki “Çağrı (Kültür, Sanat, Folklor) Dergisi”ni; Ahmet Faruk Nizamoğlu’nun idâresindeki “Tefekkür (Tarih, Kültür, Edebiyat ve Düşünce) Dergisi”ni; M. Ali Eşmeli’nin idâresindeki “Yüzakı (Aylık, Edebiyat, Kültür-Sanat, Tarih ve Toplum) Dergisi”ni; Yaşar Vural’ın İdâresindeki “Edebice (Fikir, Sanat, Edebiyat) Dergisi”ni ve Yavuz Bülent Bâkiler’in TRT’de yayınlanan Eski Türk Başkentleri ile rahmetli Ayvaz Gökdemir’in devreye soktuğu TRT-AVRASYA programlarını da eklemeliyiz.
Türk Dünyası ile Alâkalı Yapılması Gerekenler
Dünyâda ve uzak-yakın çevremizde ve bölgemizdeki dünden-bugüne meydana gelen “Türklüğün Mukadderâtı”nı alâkadar eden karışıklıklar ve değişiklikler hâlen daha devam etmektedir. Bu karışıklık ve değişikliklerin nereye kadar süreceği ve nerede ne zaman sükût bulacağı ise bilinmemekte ve belirsizliğini korumaktadır.
Türkiye daha fazla geç kalmadan ve tarihten gelen büyük devlete yakışan devlet olma suûr ve vasfını kuşanarak; yani ki bunca asırlık oturmuş “devlet geleneği”nden hız ve ilhâm alarak; dünden-bugüne cereyan eden mes’eleleri doğru analiz ve etüt ederek; en az ilk 10, 15, 20 seneden başlamak suretiyle 50, 100, 1000 ve 5000 senelik; “Türk Dünyası’nın geleceğini alâkadar eden tarihî stratejisini” belirlemeli ve ona göre atması lâzım gelen adımları bir an evvel soğukkanlılıkla atmaya başlamalıdır.
Elbette ki, tarihte irili ufaklı 16 büyük imparatorluk ve 120’den fazla devlet kurmuş olan ecdadımızın bu alanlardaki tarihî tecrübesinden bütün Türk Dünyası’nın ortaklaşa olarak faydalanması gerekmektedir.
Unutmayalım ki milletlerin ve devletlerin hayatında 100, hatta bazen 1000 senede bir ortaya çıkan tarihî fırsatların “Türk Dünyası” bakımından heba edilmemesi ve bu fırsatların en iyi bir şekilde değerlendirilmesi mecburiyeti vardır. Türk devlet ve topluluklarının münevverleri başta olmak üzere, bu devlet ve toplulukların idarî kademelerindeki sorumluluk mevkiinde bulunan herkes, Türk Dünyası’nın geleceği üzerinde düşünmeye, şuûrlu bir şekilde akıl ve fikir yürütmeye, bu fikirlerini birbirleriyle paylaşmaya ihtiyaç hissetmelidirler.
Birleşmiş Milletlerin (BM) kuruluşundan bu tarafa müslümanların bulunduğu coğrafyalarda sürekli kan akmaktadır. Bunda BM’nin yapısındaki çarpık, dengesiz ve adaletsiz yapının doğrudan payı vardır. 200’e yakın üyesi bulunan bu teşkilâtın doğrudan yaptırım gücü bulunmamaktadır. “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi” adı verilen ve “veto” hakkına sahip 5 daimî üyenin emrindeki bir teşkilâttan hak, adalet ve eşitlik beklemek abesle iştigaldir. Bu sebeple; dünyanın bugün içinde bulunduğu “kaotik” ortamdan kurtulması için mutlaka “Müslüman Türk Devletleri Birliği”nin resmî olarak kurulması ve hayata geçirilmesi ertelenemez, vazgeçilemez bir ihtiyaç ve bir zarurî mecburiyet hâlini almıştır. Belki bu adım ileride, Müslüman Türk Devletleri Birliği’ nin mihverinde “Dünya Müslüman Devletler Birliği”nin de ilk adımını teşkil edecektir.
Türkçe konuşan devletler arasında “Millî Şuûr ve İrfân Birliği”, “İktisat ve Ticaret Birliği”, “Gümrük Birliği”, “Endüstrî ve İleri Teknolojiler Geliştirme Birliği”, “Siyasî Düşünce ve Bütünleşme Birliği”… gibi “Birliklerin” temelleri atılmalıdır. “Millî Şuûr ve İrfân Birliği” nin alt teşekkülleri mahiyetinde ve milletleri meydana getiren çeşitli birlikler kurulmalı ve hayata geçirilmelidir. Bunları kısaca şu şekilde sıralayabiliriz:
Din Birliği: Millet fertlerini “ümmet olma şuûru” ile bir arada tutan en kuvvetli mânevî “birlik”tir.
Dil Birliği: Millî kültürün nesilden nesile aktarılmasında köprü vazifesi gören bir “birlik”tir.
Târih Birliği: Millî şuûrun daima canlı tutulmasında birinci derecede ehemmiyet arz eden bir “birlik”tir.
Kültür Birliği: Milletlerin dünden-bugüne gelişteki maddî ve mânevî kıymetlerinin, maharetlerinin yekûnü; onların örf, âdet ve geleneklerinden müteşekkil “millî hâfızaları”nı ifâde eden bir “birlik”tir.
Vatan (Yurt) Birliği: Millet ve devletlerin hayatiyetlerini muhafaza ederek onların mazî’den âtî’ye emniyetle geçişlerini temin eden ve sinesinde sayısız hatıralarını barındıran bir “birlik”tir.
Şecere (Soy) Birliği: Millet fertlerinin “aynı millet ve ümmetten olma” mensubiyet (âidiyet) veya milliyet hislerinden neş’et eden millî şuûru nesiller arasında yaşatan ve daima canlı tutan bir “birlik”tir.
Ülkü Birliği: Mazî’den hız ve ilhâm alarak âtî’yi millî şuûrla beslemeye, inşâ etmeye, “Türk’ün Kızıl-Elma Mefkûresi”ni menziline ulaştırmaya memur bir “birlik”tir.
Yukarıda işâret edilenlerden başka “Müslüman Türk Devletleri Birliği”ne giden yolda, Türk devlet ve toplulukları arasında “Türk Dünyası”nın çeşitli mes’elelerinin tespit edileceği, araştırılacağı, inceleneceği, tartışılacağı ve ortak kararların alınacağı çeşitli Dîvânlar” teşkil edilmelidir.
“Dîvânların” görev ve yetkileri, çalışma usûl ve esasları, ihdas edilecek ve tatbik edilecek bir “Müslüman Türk Devletleri Şûrâsı”nda belirlenmelidir.
Dîvânlarda alınan kararlar her müstakil devletin eşit rey oranına göre ve tabiî üyeye sahip devleti bağlayıcı nitelikte; istiklâlini ilân etmiş Birleşmiş Milletler (BM) üyesi müstakil Türk cumhuriyetleri dîvânın tabiî, başka devletlerin içerisinde yaşayan muhtar Türk cumhuriyetler ise gözlemci üye sıfatına haiz olmalıdır. Dünyanın neresinde bir Türk devlet ve topluluğu varsa onun her türlü mes’elesiyle haşır-neşir olmak bu dîvânların başlıca vazifesi olmalıdır.
Yukarıda değinilen “Birlik”, “Dîvân” ve “Şûrâ” kavramlarına karşı bizim Türk milleti olarak tarihten gelen bir yakınlığımız ve âşinâlığımız vardır. Türklerde “Birlik” kavramının yaşanan uzak-yakın coğrafyalarda Selçuklu ve Osmanlı’da olduğu gibi asırlarca üç kıt’ada fiilen varlığını sürdürdüğünü görürüz.[13] “Dîvân” kavramının da yine Selçuklu ve Osmanlı Türklerinde köklü müesseseler olarak devam ettirildiğini biliyoruz. Bunun en meşhûr olanları umûmiyetle hükümdarın başkanlığı altında devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı Selçuklu’da “Dîvân-ı Sultan”, Osmanlı’da ise “Dîvân-ı Hümâyûn”dur. “Şûrâ” ise herhangi bir konuda, herhangi bir yerde bir araya gelen ve ilmî kıstaslara göre seçilmiş kişi, kurum ve kuruluş temsilcilerinin toplandıkları ve çeşitli kararlar aldıkları büyük meclislerdir. İdâre edenlerle idâre edilenlerin düşünce, fikir ve kanaatlerinin karşılıklı görüşülüp karara bağlandığı “meşveret meslisleri” olarak da bilinen “şûrâ”lar; Müslüman Türk Devletleri’nin devlet idâresinde temel kaide ve kurallar va’zeden önemli kurullar olarak hizmet görmüştür.
Türk Dünyasına Götürülmesi Gereken Hizmetler
A-Din Eğitimi Hizmeti
Yaklaşık olarak bir asırdır, dinsizlik rejimi altında inlemiş olan özellikle Rusya, Çin ve Yugoslavya (Bosna-Hersek, Hırvatistan, Kosova, Makedonya)’daki müslümânlara yönelik olarak dinî hizmetler götürülürken çok dikkatli olunmalı, “ehlî sünnet ve vel-cemaat” harici din ve bozuk itikatlı mezhep ve meşreplerin at oynatmasına asla müsâade edilmemelidir.
1040 Dandanakan ve 1071 Malazgirt meydan muharebelerinden sonra Kafkaslar, Anadolu, Batı Trakya ve Balkanlar (Evlâd-ı Fâtihân) nasıl İslâmlaştırılmış ve Türkleştirilmiş ise, uzun seneler komünizmin pençesine düşmüş olan bu coğrafyaların şimdi aynı usûl ve esâslar dahilinde irşâda ihtiyacı vardır. Din hizmeti götürürken, kısa vadeli olarak pratik bilgileri ihtiva eden ilmîhâl bilgileri acilen bu coğrafyalarda yaşayan halklara yaygın eğitim (Diyanet İşleri Din Hizmetleri kursları, yüz yüze ve radyo televizyon ve internet) yoluyla verilmelidir. Uzun vadeli olarak ise bu ülkelerin Türk Cumhuriyetleri ve Muhtar Cumhuriyetlerin (Rusya Federasyonu dahil), önemli merkezlerinde mektepler medreseler açılmalıdır.
Ömer Lüfi Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri”[14] olarak vasıflandırdığı Hoca Ahmed-i Yesevî ve Abdülhalık-ı Goncduvânî Hazretlerinin (Kuddısa Sırrıh) takipçilerinin Orta Asya Semerkand, Buhara ve Horrasan’dan gönüllü gelerek dergâhlarını bu topraklara kurmak suretiyle Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslâmlaşmasında önemli vazifeler üstlenmeleri gibi yaklaşık 10 asır sonra aynı usûl ve esâslarla bu defa “Anayurt”un irşâdı için Türkiye’de yaşayan “ârif billâh” gönül sultânları dergâhlarını o topraklara kurmalıdırlar. “Âl-i Resûl’den sonra Âl-i Selçuk ve Âl-i Osman’ı”[15] asırlardır irşâd eden Hazreti Pîri Türkistan Hoca Ahmed-i Yesevî, Abdülhâlık-ı Goncdûvânî, Balasagunlu Yusuf Has Hâcib, Şemsi Tebrizî, Sultân’ül Ulemâ Behâeddîn Veled, Seyyid Burhâneddîn Muhakkik Tirmizî, Mevlânâ Celâleddinî Rûmî, Nasreddîn Hoca, Sultan Veled, Hacı Bektaşi Velî, Yunus Emre, Şeyh Edebâlî, Emir Sultan, Süleyman Çelebi, Hacı Bayram-ı Velî, Muhammed Bahaeddin Şah-ı Nakşi Bendî, İmam-ı Rabbânî, Mevlânâ Halîd-i Bağdadî, Yazıcıoğlu Mehmed ve Ahmed Bican Hazretleri’nin (Kuddısa Sırruh) eserleri ve menkıbeleri bütün Türk coğrafyalarında okutulmalıdır.
B-Eğitim-Kültür Hizmeti
Türk dünyasına yönelik olarak her seviyede eğitim, öğretim yapacak kültür müesseseleri açılmalıdır. Gönüllülük esâsına dayanan eğitim ve öğretim programlarının ve ders kitaplarının plânlanması, hazırlanması, bastırılması ve okullarda eğitim ve öğretimin fiili tatbiki, teftişi ve denetimi gibi usûl ve esâslar, iş ve işlemler “Türk Dünyası Eğitim Kültür Dîvânı”nca belirlenecek kurullar tarafından yapılmalıdır. Bu kurulların alacakları kararlara uygun olarak ilk, orta, lise ve üniversite seviyesinde eğitim ve öğretim müesseseleri açılmalıdır. Bu müesseselerde ders verecek öğretim elemanları Türk asıllı kişilerden seçilmelidir. Açılacak eğitim, öğretim ve kültür müesseselerinde eğitim ve öğretim dili mutlaka Türkiye Türkçesi ile yapılmalıdır. Dünyâ ilim âlemince tanınmış ve Türk dünyasının müşterek değeri olarak nam salmış ilim, fikir ve kültür adamlarımızın birbirinden değerli eserleri bütün Türk dünyasında okutulmalıdır.
Hulâsa-i Kelâm
Türk milleti olarak biz; asırlarca bütün cihâna adalet, şefkat ve merhametle hükmetmiş bir milletiz. İrfân ve gözyaşı medeniyetinin dünkü çocuklarının “üç kıt’a ve yedi iklim”deki hükümrânlığı kabul görmüş ve tescillenmiştir. Târih, bugün de aynı medeniyetin çocuklarına yeni târihî mes’ûliyetler yüklemiştir. Bu münâsebetle, târihin bu ânı Türk dünyası olarak bizden; donanımlı bilgi birikimi ve devlet geleneği tecrübemizle; devralmış bulunduğumuz bu köklü, derin, engin ve zengin mirastan güç ve ilhâm alarak; yeniden “nîzâm-ı âlem” şuûr, idrâk ve mes’ûliyetini kuşanmamızı beklemektedir.
TEFEKKÜR
Tûran Ordusu Zuhûr Etmede Türk Keneşi
Ülkümüz; “Nizâm’âlem”, Doğmada Türk Güneşi
Tûraniyât Türkümüz, Türk Kuvvetler Birliği
Mefkûremiz; Müslümân Türk Devletler Birliği
DİPNOTLAR
[1]Prof. Dr. Nadir Devlet Çağdaş Türkîler (“Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi” serisine ek), Çağ yayınları İstanbul 1993, s.149, 375.
[2]Prof. Dr. Nadir Devlet, a.g.e.s.284.
[3]Prof. Dr. Nadir Devlet, a.g.e.s.345.
[4]Prof. Dr. Nadir Devlet, a.g.e.s.237.
[5]Yrd. Doç. Dr. Çetin Pekacar, Türk Dünyası’nda Balkanlardan Hatıralar; Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası Özel Sayısı, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri Ankara (Temmuz-Ağustos 1997) Cilt 2, Sayı 16: s. 1299.
[6]Naile Binak, Fillandiya’da Yaşayan Kazan Türkleri Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası Özel Sayısı, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri Ankara (Temmuz-Ağustos 1997) Cilt 2, Sayı 16: s. 1483.
[7]Prof. Dr. Sabahaddin Zaim, Türk Dünyası’nda Balkanlardan Hatıralar; Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası Özel Sayısı, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri Ankara (Temmuz-Ağustos 1997) Cilt 2, Sayı 16: s. 1758, 1759.
[8]Necati Utkan, Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) Hakında bir Değerlendirme; Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası Özel Sayısı, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri Ankara (Mayıs-Haziran 1997) Cilt 1, Sayı 15: s.946.
[9]İsmail Kahraman, Kültür; Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası Özel Sayısı, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri Ankara (Mayıs-Haziran 1997) Cilt 1, Sayı 15: s.379.
[10]Prof.Dr.Turan Yazgan, Entegrasyon Türk Halkları Asamblesi, Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası Özel Sayısı, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri Ankara (Mayıs-Haziran 1997) Cilt 1, Sayı 15: s.971, 972.
[11]Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, Türk Dünyasının Temel Meselelelri ve 2. Raunda Hazırlanma;Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası Özel Sayısı, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri Ankara (Mayıs- Haziran 1997) Cilt 1, Sayı 15: s.49.
[12]Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, a.g.d. s. 49.
[13]Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Türk Birliği; Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası Özel Sayısı, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri Ankara (Mayıs-Haziran 1997) Cilt 1, Sayı 15: s.976.
[14]Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri; Hamle Yayınları İstanbul, s.14.
[15]“Âl-i Resûl, Âl-i Selçuk ve Âl-i Osman” tabirleri büyük tarihçimiz Ord.Prof.Dr.Mükrimin Halil Yınanç’a aittir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.