TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN DAYANDIĞI ESASLAR -15

Türk milliyetçiliği, berrak sular gibi tertemizdir ve Türk Milleti’nin şanlı ve şerefli geçmiş târihinden süzülerek günümüze kadar akıp gelmiştir. Bu târihî akışta, Türk Milleti’nin ayak bastığı her toprak parçası bereketlenmiştir. Türkler başlangıçtan itibaren bütün dünyayı sevk ve idare altına almak, dünyanın her tarafını da mamur ve bayındır hâle getirmek istek, arzu ve idealleri bir “mefkûre” hâlinde dâima var olmuştur. “Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi”ne sahip olan Türkler, bu ideâllerini, “Bal Bal” ve “Bengü Taş”lara türlü şekillerde işleyerek, hem dile getirmiş ve hem de ebedîleştirmişlerdir.

Türk Milleti, daha Orta - Asya’da iken, bir taraftan uçsuz bucaksız bozkırlarda hükümranlık hâkimiyetini tesis ederken, diğer yandan da bu toprakların maddî ve mânevî zenginliğini elinde tutmuştur. Türkler, av-avcılık, besi ve sığır yetiştiriciliği ile küçük ve büyük baş hayvancılık başta olmak üzre, et, gıda ve hayvânî ürünlerde çok ileri seviyede bir toplum yapısına sahip olmuşlar; hâkim oldukları toprakların yer-altı ve yer-üstü zenginliklerini işleyerek mâmur hâle getirmişler; böylece çok çeşitli zirâî mahsuller elde etmişler, bu mahsullerin nîmetlerinden ve ticârî alış-verişlerinden hem kendilerini,  hem de komşu kavîmleri faydalandırmışlardır.

Orta-Asya, Sibirya, Hind, Çin ve Ortadoğu ticâret yolları (Baharat, İpek) hemen hemen târih boyunca hep Türklerin kontrolünde bulunmuştur. Mesalâ, Doğu - Batı, Kuzey - Güney “Serbest Ticâret Yolları” bu devir Türk ticâri zenginliğini göstermektedir.  Hattâ, bu yollardan birisi de “Kürk Yolu”[1] adını almış ve asırlarca bu yol üzerinden  gelincik, geyik, “kakum, kunduz, samur, sansar, sincap, tilki, vaşak...”[2] gibi tüyleri yumuşak olan hayvanların deri ve postları serbest pazar yerlerine ulaştırılmıştır.

Türkler; Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasındaki bereketli Maverâün Nehir Bölgesini, Orhun Irmağı vadisini ve Mukaddes Ötüken’i zapturapt altına almış, verimlilik bakımından oldukça zengin topraklarını, su ve alüvyon, akarsu, ırmak, delta ve ovalarını türlü şekillerde işleyerek yüksek mahsuller elde etmişlerdir. Buna paralel olarak sığır yetiştiriciliği ve hayvancılığa da büyük ehemmiyet vererek Hind, Çin ve Horasan, Ortadoğu et ticâretinde belirleyici üstünlüğe sahip olmuşlardır. Hattâ “Oğuz Türk Eti”nin lezzeti bu devir kavîmleri arasında ve seyyahların eserlerinde dahi sitayişle bahis mevzûu hâlinde her tarafta konuşulur ve aranılır olmuştur. 

Türk Milleti’nin, insanlığın istifâdesine sunduğu eserler her devrin husûsiyetine göre birer Türk-İslâm yadigârı olarak bugün dahi göz kamaştırıcı mahiyettedir. İlk defa “Demirden Dağları” eritmek suretiyle madenciliğin, ok, yay, mızrak, kargı, kılınç, hançer, miğfer, börk, kös, davul… gibi harp silahlarının ve “üzengi” gibi at biniciliği alet ve edevatının da mucidi olan Türkler, çok ileri seviyede bir medeniyet çığırı açmakla kalmamış; 1969 senesinde Kazakistan’nın Almatı Şehri yakınlarındaki Esik Nehri kenarında Yedisu Bölgesi’nin “Issık (Göl) Kurganı Kazıları”nda çıkarılan dünyanın bugün de hayranlığını cezbeden tamamen  som altından yapılmış ve adetâ nakış nakış  işlenmiş “Altın Elbiseli Adam Abîde”leri yüksek bir kültür ve medeniyetin Türkler tarafından nasıl vücuda getirildiğini de ortaya koymuştur. Bu “Altın Elbiseli Adam”ların birer “İskit (Saka) Türkü Yahut Göktürk İleri Gelen ve Şehzâde (Tigin)”lerine ait oldukları, kazılarda bulunan bir gümüş (kap-kâse) levha üzerine târihi “Türk Alfabesi” ile yazılmış “Türkçe” yazılardan anlaşılmış olduğu da ilim âlemince tespit, tescil, kabul ve ilân olunmuştur. Issık Kurganı'ndan sonra Kazakistan'ın çeşitli yerlerinde “5 Altın Adam ve Altın Hanım” daha bulunmuştur. (Bkz. TRT AVAZ, “Görüntülü Altın Elbiseli Adam”; Yayın Tarihleri: 6 Şubat - 21 Nisan 2015; 14 Eylül - 14 Ekim - 19 Aralık 2019)

 “Türk Medeniyeti”ne dâir silinmez derin izler, “Üç Kıt’a ve Yedi İklim”de bugün dahî bütün heybeti ve haşmeti ile durmaktadır. Türk medeniyetinin meydana getirdiği eserler başka medeniyetler ile hiç bir bakımdan kıyas kabul etmez ve bu sebeple benzersizdirler.  

Türk milliyetçiliğinin kudretiyle, “Gök Kubbeli Çadır” geleneği ile târih yolculuğuna başlayan Türklerin, hükmettiği Cihân’ın en az dörtte üçünü içine alan sahaya; Türk dehâsına uygun “İslâmî - Türk Terkip”li “şanlı mâzîyi hatırlatan” ve mermerlere akseden muhteşem mimârîsi  ile kubbe kubbe yükselen ve bin-bir desenli çini işlemeli, hat, tezyîn ve tezhipli ulvî san’atla  inşâ edilen camilerin, minârelerin, medreselerin, sarayların, hamamların, hanların, kervansarayların, imârethânelerin, şifâhânelerin, aşevlerinin, çeşmelerin, şadırvanların, köşklerin, kasırların, yalıların, selsebillerin, sarnıçların, su yollarının, bağların ve bahçelerin her birisine birer “medeniyet hârikâsı” olarak “Türk-İslâm Mührü” vurulmuştur.

Türk milliyetçiliğinin, geçmiş târihî ve bugünkü fikriyâtında ve evsâfında herhangi bir farklılık yoktur. Türk Milleti’ni ve Türk Devleti’ni Kıyâmet’e kadar yaşatma azîm ve kararlılığı her Türk Milliyetçisi’nin değişmez ve vazgeçilmez ülküsüdür.  Bu emsalsiz fikir, târih boyunca Türk’ün siyâsî, iktisadî, içtimâî, kültür ve medeniyet hamlelerinin de daima birleştirici, bütünleştirici, itici millî gücü olmuştur.

Büyük târihçimiz İbrahim Kafesoğlu’nun “Milliyetçilik ve Türk Milliyetçiliği” husûsundaki kanaat ve tespitleri:

 “Milliyetçilik konusunda, tarih boyunca hür ve müstakil yaşamış bir millet sıfatiyle Türklerin…binlerce yıllık mâzinin türlü hadiseleri içinde yuğrula yuğrula gerçek millet kıvamına erdiği için, milliyetçilik fikirleri de bu tarihi oluşa uygun; sağlam karakterli, fâtih ve hâkim bir milletin maneviyatından süzülen evsafta, yani hakka saygılı, insaniyet sever hüviyette ortaya çıkmıştır.

            Türk milliyetçiliğinin mühim bir özelliği daha vardır ki, o da, bunun tarihte ilk defa görülmesi ve böylece beşer hayatının en ileri safında yer almasıdır… Çünki Türklerde milliyetçiliğin bundan iki bin yıl öncesine ait izleri bizzat Avrupalı bilginler tarafından tespit edilmiştir…

            Orhun kitabeleri (8. yüzyıl) Türk milliyetçiliğini tam kesinlikle ortaya koyan diğer bir vesika teşkil eder. Bu kitabelerde Gök-Türk Hakanı, Türkleri dünyanın tek hâkim milleti olarak vasıflandırmakta, sevgi ve saygıyı, Türk yurdu mukaddes Ötüken toprağına hiçbir yabancının ayak basamayacağını bildirmektedir. Hakan Bilge, Türklüğün ebedîliğine o kadar inanmıştır ki, kendisine göre, Türk devletinin çökmesi, Türk töresinin yürürlükten kalkması için ancak ‘yukarıda mavi gökün yıkılması, aşağıda kara yerin yarılması’ gerekir…

            Türkler Müslüman olduktan sonra dahi bu asîl duygularını devam ettirmişlerdir… Meselâ meşhur Arap edîbi Câhiz (9. yüzyıl) Selçuklu vezirlerinden İbn Hassûl (11. yüzyıl), sırf Türklerin üstünlüklerini ortaya koymak maksadiyle kitaplar kaleme almışlardır. Nihayet yine o çağlarda yazılan Kâşgarlı Mahmud’un Divânü Lûgat’inde Türklerin Hz. Peygamber tarafından methedildiğine dair hadisler kaydedilmiştir…

            Osmanlı devletinde, özellikle II. Murat (15. yüzyıl) zamanında aynı milliyetçi duyguların bir kere daha şahlandığı görülür. Bu devirde Türkçe eserler yazılmasına, devlet idaresinde Türk töresinin uygulanmasına ehemmiyet verilmiş ve hattâ insanlığın yetiştirdiği büyük simaların  Türk sayılmasına kadar ileri gidilmiştir. Çünkü seçkin şahsiyetlerin ancak Türklerden olabileceği düşüncesi hâkim bulunuyordu. Dünyanın en muazzam hâdiselerinden olan İstanbul’un fethi gibi bir zaferin hazırlanmasında bu psikolojik durumun etkileri elbette inkâr edilemez. Türklerin geniş fütuhat hareketlerinde sür’atle başarıya ulaşması yine Türk milliyetçiliğindeki insana saygı ve hak tanırlık unsurlariyle ilgilidir. Milliyetçiliği en saf ve temiz şekliyle anlayan Türkler başka soydan olan toplumların  dil, din ve kültürlerine hürmetkâr bulunuyorlar; türlü siyasî huzursuzluk içinde kıvranan, dinî taassup altında ezilen milletlere, üstelik, hürriyet ve adalet götürüyorlar; onların mahiyetlerine, mâlî, idarî, hukukî  işlerde devletle halk münasebetlerini, adalet esasında, en rasyonel şekilde tanzim ediyorlardı…

        Bugünkü Türk milliyetçiliğinin de aynı vasıfları taşıdığına şüphe yoktur. Bizim Milliyetçiliğimiz hakka, adâlete saygılı, millî kültürümüzün işlenmesini gözeten, dünya medeniyetinin yücelmesine gücü yettiği ölçüde yardıma gayret eden bir düşünce tarzıdır… 

            Tarihte ve bugün Türk milliyetçiliği en müspet fonksiyonu ile, en temiz fikir hareketidir. Milliyetçilik duygularını istismar edenler, soysuzlaştıranlar belki hüsrana uğrayacaklar, fakat her ölümsüz kıymet gibi bir mücevher saflığını ve değerini muhafaza eden Türk milliyetçiliği yaşayacaktır.”[3]

Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin dayandığı “maddî” ve “mânevî” unsurları ise kısaca şöyle hülâsa etmiştir:

“..İşte Türk milliyetçiliği, Türk dilinden, Türk karakteri ve ahlâkından, İslâm dininden, tarih birliği şuurundan ve bütün bunların fiilî hayattaki bilumum belirtilerinden kurulu olan Türk millî kültürünün yaşattığı Türk milletini sevmek ve saymaktır.”[4]

Mümtaz Turhan, Türkiye'de ciddî ilim müesseseleri kurulması ve buralarda mükemmel ilim adamları yetiştirilmesi ile beraber Türkiye’nin “ilim zihniyeti”ne sahip olacağının idrâkinde olan Türk Milliyetçisi bir şahsiyettir. 

Büyük dâvâ, fikir, kültür, tefekkür ve  ahlâk adamı, “İlmî Milliyetçiliği” Türkiye’ye armağan eden Mümtaz Turhan’ın “Türk Milliyetçiliği”, “Türk Kültürü” ve “İlim Zihniyeti” hakkındaki tespitleri:

 “(…)Asırların mahsulü olmak üzere meydana gelmiş bir yaşayış tarzından başka bir nizâma geçerken kuruluş esnasında, gerek onu takip eden safhalarda ortaya çıkacak sayısız içtimâî, iktisâdî fikir meselelerinin hallinde rehberlik edecek çareler arayıp bulacak birinci sınıf ilim ve ihtisas adamlarına, bunları yetiştirecek,  hakîkî ilim müesseselerine ihtiyaç vardır.[5]

Mümtaz Turhan, “İslâm Dini’nin ilim ve teknikte ilerlemeye mâni” olduğunu iddia edenlere ise cevabı  hakîkî  ilim adamına yaraşır netliktedir:

“Müslümanlığın garplılaşmamıza mâni olduğu iddiasının da ilmî bakımdan büyük bir kıymeti yoktur. Çünkü içtimâî değişmeler karşısında  yalnız din, husûsiyle yalnız İslâmlık mukavemet göstermemiştir. (…)İslâmiyet’in diğer dinlere nazaran daha rasyonel olduğu ve ilmi teşvik eden çok esaslı hükümler ihtiva ettiği göz önünde tutulursa bu bakımdan da medeniyete mâni olmaması icap eder…”[6]

Mümtaz Turhan, “Maârif”i  Türkiye’nin en baş dâvâsı olarak görür ve eğitimde tutulması gerekli olan yolun yol haritasını büyük bir vuzûhla çizer:

“Maarifin ana dâvaları, aynı zamanda Türkiye’nin kalkınmasının, ilerlemesinin, bugünkü medeniyet seviyesinde bir millet olmasının da esas dâvasıdır. Çünkü bugün medenî, ileri bir millet demek, hakîkî ilme, ilim zihniyetine ve bunlarla mücehhez olarak yetişmiş münevverlere sahip cemiyet demektir…”[7]

Mümtaz Turhan, “bilginin tahsille elde edileceği” gibi  “zekânın inkişâfı”nın da “fikrî tekâmül” ile mümkün olabileceğinin fevkinde bir âlimdir:

“Halbuki tahsilde mühim ve esas olan bilginin bizzat kendisi, miktar veya kemiyeti olmayıp onun ruhî inkişaf ve fikrî tekâmülde oynadığı roldür… Bu itibarla genç yaşlarda ihmal edilip telâfî olunamayan bizzat bilginin kendisi olmayıp onun vasıtasiyle elde edilmesi lâzım gelen zihnî fonksiyon, fikrî tekâmül, muhakeme ve zekânın inkişafıdır.”[8]

Mümtaz Turhan’a göre Türk Milliyetçiliği, Türk Milleti’nin rûh köküne bağlı kalarak, Türkiye’nin şâha kalkışını sağlayacak bayraklaşmış fikriyatın adıdır:   

“Bize göre Türk milliyetçiliği, cemiyetimizin ileri bir millet haline gelmesi isteğinin ve milletimizin bütün tarihi boyunca edinmiş olduğu hakîkî kıymetleriyle üzerinde yaşadığımız topraklara bağlılığın bir ifâdesidir…"[9]

 Mümtaz Turhan, milletin içtimâî ve rûhî bir cemiyet ve onu meydana getiren kültür unsurlarından müteşekkil bulunduğunu dile getirmiştir:

“Zira millet her şeyden evvel sosyolojik bir birlik, sosyal psikolojik bir vâkıa olduğuna göre onu meydana getiren unsurların bu çok karışık terkip ve bütün içinde gerek yapı ve gerek fonksiyon bakımından incelenmesi icap etmektedir. Çünkü millet sâdece muhtelif teşekküllerden, teşkilâtlardan, müesseselerden ve bütün bunların tâbi olduğu idarî bir mekanizmadan ibâret değildir. Millet aynı zamanda herkesin dahil olduğu her nevi teşekkül ve teşkilâtlar, sosyal gruplar ve fertler arasında  asırlar boyunca devam eden bir karşılıklı tesir neticesinde meydana gelen kaideler, nizamlar, örf ve âdetler, gelenekler, inanç ve kıymet sistemleri, anlaşma vasıtaları, hülâsa bir çok beşerî faaliyetlerin kristalize olmuş maddî ve ve mânevî unsurlarını da ihtivâ eder ki işte buna kültür denmektedir."[10]

Mümtaz Turhan, ayrıca bir milleti meydana getiren âmillerin; yâni, “millî kültür” unsurlarının her birinin değerli ve kıymetli olduğunu ifâde etmiştir:

“(…)Zaten din, dil edebiyat, tarih şuuru, örf ve âdetler, gelenekler ve sair kültür unsurları birleşip bir terkip hâlinde millî kültürü meydana getiremediği müddetçe onun birleştirici rolünü bu unsurlardan birisi veya birkaçı üzerine alır. Bu unsurlardan hangisinin veya hangilerinin millî kültürün rolünü tek başına veya kısmî bir terkip hâlinde temsil edeceği cemiyetten cemiyete, devirden devire, o cemiyetin sosyal yapısına, içinde  yaşadığı tarihî ve coğrafî şartlar tâbi kalarak değişir. Bu bakımdan kültür unsurlarından hangilerinin diğerlerine göre mühim, daha kuvvetli olduğuna dair umumî bir hüküm verilemez. Zira bir cemiyette varlığıyla yokluğu hissedilemeyecek derecede pasif bir halde kalan bir kültür unsurunun diğer bir toplulukta  en mühim ve birleştirici bir rol oynadığını müşahede etmek mümkündür.”[11]

Mümtaz Turhan, Türkiye’nin “ana dâvâsının millî kültür ve milliyetçilik” olduğunu sarâhatle belirmiştir:

“(…)Binaenaleyh Türkiye’nin ana dâvası, bir an evvel bir millet olma ve millî bir kültüre kavuşma dâvasıdır. Milliyetçilik bu hayatî ana dâvânın gerçekleşmesinde ve hedefe erişilmesinde bir vasıtadır” [12]

Mümtaz Turhan’a göre,  bir milletin şu veya bu sebeple “kendi millî kültür değerleri ile oynanması” çok tehlikeli bir harekettir:

“Bir ferdi, cemiyetine bağlayan en kuvvetli bağ hiç şüphesiz kendi kültürüdür. Hiç şüphesiz kültürün en önemli ve en güçlü unsurları din, dil, tarih şuûru, örf ve âdetleri, gelenekleridir. Bunlar ferdin yetişmesi, mensup olduğu cemiyete bağlanması bakımından en etkili faktörlerdir.

Bunlar aynı zamanda bir topluluğu millet hâline getiren unsurlardır. Bunlar bir memleketin kültürünün ağaçlarıdır, kan damarıdır. Onun için ne sebep, bahane ile olursa olsun bunlar üzerinde gelişigüzel oynamağa hiç kimsenin hakkı yoktur. Bunlar tahrip edildiği takdirde fertler kopmuş tespih taneleri gibi etrafa dağılır.”[13]

Mümtaz Turhan’ın,  bir millet için “ilim ve ilimde ilerlemenin fâziletini, kaçırmanın ise felâketini”  bir ilim adamı sıfatı ile ifâde ettiği  beyânları, sorumluluk sahipleri için  âdeta bir îkâz ve ihtâr niteliğindedir:

“Bundan sonra ordular harp etmeyecek, makineler, onları yapan, idare eden mütehassıslar ve ilim adamları çarpışacaktır. Hangi taraf ilimde daha ileri ise savaşı o kazanacaktır.”[14]

Mümtaz Turhan’ın, bir ilim adamında bulunmasını istediği kıstaslar, bütün üniversitelerimizin baş tâcı etmesini gerektirir mâhiyettedir:

“…İlim adamı zan etmez, fakat bilir. İkna etmeğe çalışmaz, ispat eder. Muhatabından itimat dilemez, bilakis onun dikkat etmesini ve gerçeği anlamaya çalışmasını tavsiye eder… İlim, hakîkî ilim adamına hakîkat severliği, dürüstlüğü, objektif ve bîtaraf olmayı öğretmekle, ahlâkî davranışlara temel olarak onları teşvîk eder. İşte bizim ilim ve ölçüye sarılışımızın hikmeti budur. Yoksa materyalist bir görüş ve zihniyeti benimsediğimiz için değildir.”[15]

Mümtaz Turhan’ın talebesi değerli ilim, fikir, kültür ve tefekkür  adamı Erol Güngör’ün “Türk Kültürü ve Milliyetçilik” hakkındaki tespitleri:

 “Şu halde milli kültürün modern imkânlarla geliştirilmesi demek olan milliyetçilik, ister istemez, halk içinde yaşamakta olan temel kültür unsurlarına dayanmak zorundadır.”[16]

Erol Güngör, millet - târih ve milliyetçilik münâsebetinin esasını, sağlam bir “târih şuûru” zemininde  görmektedir:

“Millet ile tarih arasındaki ilişki milliyetçilik için iki bakımdan önem taşır. Birincisi, tarihin millet hayatında objektif bir önemi vardır. Biz pek çok şeyimizle birlikte eskiden bugüne gelmişizdir(…)Fakat tarihin millet için asıl büyük önemi subjektif mânâdadır. Bir milletin insanları çok eskilere dayanan ortak bir tarih içinden gelmiş olmasalar bile, kendilerini ortak bir tarihe sahip görebilirler(…)bu ikinci mânâda millet-tarih ilişkisine tarih şuuru diyoruz.”[17]

Erol Güngör, Milliyetçiliğin aynı zamanda “millî irâde”ye dayanması sâyesinde “fikir hürriyeti” ile kuvvet ve kudret kazanabileceği fikrindedir: 

“Milliyetçilik halka dayanan hareketler olduğu için millî iradeye azami serbestlik tanımak, yani demokratik olmak zorundadır. Fikir Hürriyetine imkân vermeyen bir milliyetçilik düşünülemez. Milliyetçi görüşün nüanslarını temsil eden grubun veya şahısların bulunması hareketin zaafını değil, gücünü gösterir.”[18]

Erol Güngör de aynen hocası Mümtaz Turhan gibi, Milliyetçiliği bir “millî kültür ve medeniyet inşâsı”nın “mihver kaynağı” olarak görmektedir:

“Milliyetçilik, milli kültürü bizzat bir medeniyet kaynağı haline getirmek ve cemiyeti soysuz değişmelerin açık pazar yeri halinden kurtarmak hareketidir. Binaenaleyh milliyetçilik aynı zamanda bir medeniyet dâvâsıdır.”[19]

Erol Güngör, “bölünmez bütünlük” kavramına atıf yaparak  saydığı değerlerin her Türk Milliyetçisi’nin tek tek teminatı altında bulunduğunu tebârüz ettirmiştir: 

“Milliyetçiler Türk devleti, Türk milleti ve vatanı gibi Türk tarihinin de bölünmez bir bütün olduğunu kabul ederler.”[20] 

Türk Milliyetçiliği dâvâsının mümtaz ismi Türklük sevdâlısı Necmettin Hacıeminoğlu’nun Tespitleri:

 “Milliyetçilik, ne kendine zıt fikirlere karşı doğmuş bir tepki  hareketidir, ne de bir takım ‘Tez’lerin anti-tezidir. O, bir dünya görüşü ve fikir sistemi olarak başlı başına ‘Tez’dir.  Başka ‘Tez’ler  ve zıt görüşler olmasa da milliyetçilik vardır ve devam edecektir…”[21]

Necmettin Hacıeminoğlu, Türk Milletini ve Türk Devleti’ni  “Kızıl-Elma” hedefine ulaştırmak için milliyetçiliğin bir vasıta olduğu fikrindedir:

“Milliyetçilik, bir vasıta değil, gayedir. Metod değil, öz ve muhtevadır.  Siyasî  doktrin değil, bir dünya görüşü ve düşünce sistemidir. Böyle olduğu için de ne siyasî ve iktisadî rejimle, ne de devlet şekliyle kayıtlıdır. Günün şartları, cemiyetin ihtiyaçları ve devletin imkânları, hedefe ulaşmak uğrunda ne yapmayı gerektiriyorsa, o yapılır. Rejim de, meclisler de, anayasa ve milleti yüceltmek ve devleti milliyetçiliğin emrettiği hedefe götürmek için sadece birer vasıtadır…”[22])

Necmettin Hacıeminoğlu, Türk milliyetçiliğini; dili, dini, tarihi, kültürü ve medeniyeti ile dünyadaki bütün Türkleri bölünmez bir bütün ve bu değerleri ilelebet yaşatma ülküsü olarak  görmektedir:

“Milliyetçilik, Türk Milletini, sahip olduğu bütün millî değerleri ile beraber, ebediyete kadar, yaşatma ve yüceltme ülküsüdür. Kendini kayıtsız - şartsız bu ülküye adayanlara da milliyetçi denir.

Bu ülkü, soyu, tarihi, töresi dili ve kültürü aynı olup, bugün yer yüzünün çeşitli bölgelerine dağılmış bulunan 120 milyon Türk’ü bölünmez bir bütün olarak görür. Hepsinin kendi vatanlarında siyaset, iktisat ve kültür bakımından hür yaşamaları için mücadele etmeyi başlıca gaye bilir. Türk tarihini başlangıçtan günümüze kadar, aynı mahiyette gelişen bir bütün olarak ele alır.  Değişik devir ve bölgelerde kurulmuş Türk devletleri ile çeşitli Türk boyları arasında tercihler yapmayı reddeder. Ne tarihimizi Türkiye’nin tarihi ile sınırlandırır, ne de Türklüğü şimdiki vatanımızın sınırları içinde yaşayanlardan ibaret sayar…”([23]

Necmettin Hacıeminoğlu, Türk Milliyetçisi Ülkücüleri “derviş ve gazî alp eren”lere benzeterek onları “bayrağı göndere çeken birer serdengeçti” namzedi olarak selâmlamaktadır:

“(…)Milliyetçinin durumu, bir dini yaymağa ve insanlığı o nizam üzre kurmağa çalışan velilere benzer. Bugünkü Türk milliyetçilerini, Anadolu’yu manen fetheden Horasanlı Alp Erenlere benzetebiliriz. Böyle bir öncülüğü göze alamayıp da, gönüllerinde millet sevgisi taşıyan ve kendi köşelerinde hizmet edenler, dini bütün bir Müslümanı andırır. Onlara da ihtiyaç vardır. Fakat, başlarında ülkücüler yoksa, bunlar milliyetçiliğin bayrağını yüceltip göndere çekemezler. Biz ancak ön saflarda bayrak taşıyan “Serdengeçti”lere Türk milliyetçisi diyoruz.”[24]

Necmettin Hacıeminoğlu, Türk Milleti’nin millî değerleri ile mütenâsip “doğru ve güçlü” olan Türk milliyetçiliğini “sulandırma” gayretlerine ve “istismarcı”lara karşı “Türk Milliyetçiliği fikrinin ve Türk Milliyetçisi”nin valığına dikkat çekmiştir:

 “Milliyetçiliği cepheden hücumla yenemeyenler, onu, mânâsını bulandırarak zayıflatmayı denemektedirler. Şu veya bu sıfatlı milliyetçiler değil, tek Türk milliyetçiliği vardır. Son yıllarda birçok mefhum gibi milliyetçilik de değişik mânâlar verilen bir kavram haline gelmiştir. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Bir kere milliyetçilikle hiç alakası olmayan kişiler, sırf istismar etmek maksadıyla, onu bir maske gibi kullanmaktadırlar… Milliyetçilik bir dünya görüşü olarak, reddedilemeyecek kadar doğru, yıkılamayacak kadar güçlü, vazgeçilemeyecek kadar zaruri fikirdir…”[25]

Büyük dâva, ilim, fikir ve tefekkür adamı “Ülkücü Hareket”in teorisyeni  İskender Öksüz’ün (Ayhan Tuğcugil) Türk Milliyetçiliği’ne bakışı:

“Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi, yalnız köklülüğü değil, aynı zamanda sistem olarak güçlülüğü, işlenmişliği ve gelişmişliği açısından da diğer fikir sistemlerine kıyasla üstündür. Orkun kitabelerine 8. asırda kazılan ‘Milletim için gündüz oturmadım, gece uyumadım, çalıştım!’ sözleri o tarihlerde en iyi tercüman tarafından bile Avrupalı’ya anlatılamazdı. Çünkü Avrupalı henüz millet kavramına sahip değildi…”[26]

İskender Öksüz (Ayhan Tuğcugil), “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi” içerisinde “Türk Milliyetçisi Ülkücü”lere düşen vazifeleri çok mükemmel bir şekilde izâh etmiştir:

 “Fikir Sistemleri Savaşında, propaganda taarruzu altında standart Türkiye okumuşu tam bir mağlubiyete uğramıştır. Şaşkın, kararsız, iktidarsızdır. Aydın kesimin çoğunluğundaki bu çöküşe karşılık aydınlar, gençlik ve ilim adamları arasında bir bölüm, aksine, büyük bir zindelikle yeni savaştaki yerini almıştır. Dostların ‘ülkücüler’, düşmanların ‘komandolar’ adını verdikleri bu gurup, Türkiye’de yeni savaşa çağdaş silahla, fikir sistemiyle atılmış ve bütün maddi imkânsızlıklara rağmen düşmanı durduran ve adım adım, cephe cephe gerileten bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Başarılarının, özellikle Türkiye'deki bütün müesseseler saldırı karşısında gerilerken bunların ilerlemesinin yegane sebebi, hareketlerine Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’ni rehber edinmeleri, fikir sistemi saldırısına, kendi fikir sistemleriyle cevap vermeleridir. Düşman da bunun farkındadır ve ilk hedef, boy hedefi olarak Milliyetçi Hareket’i seçmiştir. Çok rey alan sağcı partiler, büyük maddi imkânlara sahip diğer sağcı kuruluşlar bir tarafa bırakılmış, bütün saldırı ülkücüler üzerine teksif edilmiştir. Buna rağmen düşman, Milliyetçi Hareket’le karşılaştığı her noktada gerilemiş, Milliyetçi Hareket ise, çağımız harbinin tekniğini bilmeyen seyircileri çok şaşırtan bir gelişme göstermiştir. Bugün Türkiye’de ülkücülerin son bağımsız Türk Devleti’ni savunmadıkları bir bölge, ülkücü teşkilâtların ‘Biz varız! Önce bizi yenmeniz lazım!’ diyerek ideolojik taarruzun karşısına dikilmedikleri bir kesim kalmamış gibidir.”[27]

 İskender Öksüz (Ayhan Tuğcugil), “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi”ne olan ihtiyacı ve bu ihtiyacın hedeflerini; Türk Milleti’nin târih, din, dil ve kültür esasları ışığında ele alarak, Türkiye’nin “milletlerarası mücâdelesin”deki yerine işâret etmiştir:   

“Tarih asırlardan beri milletlerarası rekabetin hikâyesini anlatıyor. Bu rekabet ve mücadele, her çağa has teknik imkânlara göre farklı zamanlarda farklı tarzlarda veriliyor. Asırlar önce milletler mücadelesinin doruğu meydan muharebeleri idi. Sonra, otomatik silahların gelişmesiyle tabya - siper savaşı önem kazandı. Zırhlı birlikler ve uçak mücadele tarzını bir daha değiştirdi. Nihayet çekirdek silahları harbi mağlup kadar galip için de yıkıcı bir hadise haline getirdi. Bu son gelişmeyle milletler mücadelesinin ana vasıtası fikir sistemleri savaşı, ideolojik harp, yani propaganda harbi oldu. Her devirde, o devrin mücadele tekniğine ayak uyduramayan taraf mağlubiyete mahkûmdur. Tek çıkar yol, düşmana kendi silahıyla karşı koymaktır. Fikir sistemleri savaşı devrinde de en iyi silah kendi fikir sistemimizdir. Türk Milleti, dünyada en eski tarihe sahip milletlerden biridir. Bu millete yeni doğmuş muamelesi yaparak ona uygun yeni bir fikir sistemi aramaya kalkmak abestir. Türk Milleti'nin tarihinin derinliklerinden gelen, gelişmiş, oturmuş bir fikir sistemi vardır. Adı: Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi'dir. Türkiye Cumhuriyeti'nin temelinde de bu sistem mevcuttur. Yeni savaşta, Türkiye'yi mağlup etmek için önce Türk Milliyetçiliği'ni yenmek gerektiğini gören düşman saldırısı çeşitli yollarla bu sistemi hedef almıştır. Yarı aydın kalabalıklar içinde bu taarruz epey mesafe almıştır. Ancak Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi mağlup edilememiş, aksine, ülkücülerin elinde yeni bir silkiniş ve büyüme göstermiştir. Yeni savaşta, fikir sistemleri harbinde Türk Milleti'nin tabii silahı ve felsefesi (hikmet telâkkisi) Türk Milliyetçiliği'dir. Öğrenilecek, öğretilecek ve sonunda iktidar olacak sistem budur. Fikir sistemleri savaşında Türkiye'nin tek galibiyet yolu Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin bütün Türkiye'de hakim olmasıdır.”[28]

İskender Öksüz (Ayhan Tuğcugil), milliyetçiliğin mâhiyeti, milliyetçiliğin her türlü şahsî menfaatın üstünde tutulmasının mecburiyeti gibi husûsları detaylı bir şekilde anlatmıştır:

“Diğer taraftan, milliyetçilik, lalettayin bir millet sevgisi değil, milleti fertten ümmete, aileden sınıfa kadar mensup olunan diğer bütün cemiyet birimlerine tercih etmek olduğuna göre, kesinlikle:

1)  Herkes milliyetçi değildir.

2) Milliyetçilik, milliyetçilerin tekelindedir. Milliyetçiliğin Türkiye’deki itibarı arttıkça onun nimetlerinden faydalanmak isteyenlerin sayısı da hızla kabarmaktadır. Bir külfete girmeden milliyetçiliğe duyulan hürmetten pay almak isteyenlere, ‘Ben, milleti ümmete tercih ederim’ veya, ‘Ben milletime mensubiyeti, dünya vatandaşlığına tercih ederim’ diyerek milliyetçi oluvermek kolay gelmektedir. Pratikte, milleti, milletten daha büyük birimlere tercih ettiğini ilân etmek pek zor ve tehlikeli bir iş değildir. Zorluk, millî menfaatlerle şahsî menfaatler arasında veya aile menfaatleriyle millet menfaatleri arasında tercih yaparken ortaya çıkar. Milleti daha büyük birimlere tercih ettikleri için milliyetçi olduğunu söyleyenler, Türk Milleti için şahsî veya ailevî menfaatlerinden fedakârlık yapmağa davet edildiklerinde sarsıntı geçirebilirler. Milliyetçi Hareket, mücadele içinde bu pratik gerçeği tespit etmiş ve şahsî, ailevî menfaatlerini millet yararına feda edebilenlere özel bir sıfat daha vermiştir. Ülkücü.”[29]

“İskender Öksüz (Ayhan Tuğcugil), Türk Milleti’nin temel müştereklerinden hareketle, Türk Milliyetçiliği’ne geçişin ve tâbiyet birliğinin ehemmiyeti üzerinde durmuştur:  

Şu halde: Millet; dil, kültür, din, soy, vatan, tâbiyet, ülkü, tarih, menfaat birliklerinin birkaçının (veya hepsinin) belirlediği bir cemiyet birimidir. Demek ki belirli bir milleti, mesela Fransız veya Alman veya İrlanda milletlerini tarif için farklı ifadeler kullanmamız bir tutarsızlık değil, bu milletlerin her birinde müşterek olan unsurların farklılığının tabii bir sonucudur. Ancak yukarıda sayılan birlik unsurlarının hepsinin gerekmediği ve umumiyetle birkaçının birlikte lâzım olduğu gerçeklerine ilâve edilecek bir nokta daha vardır: Soy, dil, kültür, vatan, tâbiyet, ülkü, tarih, menfaat birliklerinin hepsi gerekmeyebilir. Fakat bir millet, bunlardan ne kadar çoğuna sahipse onun bağlayıcı gücü, (milli birliğin gücü, veya başka bir deyişle, bu cemiyet biriminin aşıladığı mensubiyet şuurunun gücü) o kadar büyüktür. Şu halde her milliyetçinin ilk ve temel ülküsü, milletinin mümkün olduğu kadar çok müştereğe sahip olmasına çalışmak ve mevcut müşterekleri muhafaza etmektir. Bu açıklamaların ışığında Türk Milleti’nin durumu nedir? ‘Türk’ adı verilen insanlara kısa bir bakış bile Türk Milliyetçiliği açısından memnuniyet verici bir gerçeği ortaya koyar: Tâbiyet birliğinin dışında Türk Milleti - küçük istisnalarla - millet teşekkülüne yol açan hemen bütün unsurlara birden sahiptir. Dünya üzerinde pek az millet için bu iddia ileri sürülebilir. Uzun bir tarih içinde büyük bir coğrafyaya dağılan milletimizin temel müştereklerini bu derece koruyabilmesi olağanüstüdür…”[30]

İskender Öksüz (Ayhan Tuğcugil), Türk Milliyetçliği Fikir Sistemi’nin Gayesi”ni ve “Tarih Tezi”ni aşağıdaki şekilde açıklamıştır:

“(…)Türk Milliyetçliği Fikir Sistemi’nin gayesi, Türk Milleti’nin ebedî bekâsıdır. İfade basittir. Fakat gaye tesbitine gelene kadar yaptığımız inceleme, bu basit ifadenin içinde birçok kimsenin bir türlü kavrayamadığı bazı gerçeklerin yattığını gösterir. Bunlardan en önemli dört tanesi, 1) Muhafazakarlık ve gelişmecilik, 2) Güçlülük, 3) Turancılık ve 4) Milletin zaman boyutu ve ülkücülük’tür. Teker teker inceleyelim:

 1) Muhafazakârlık ve Gelişmecilik: Yukarda da temas ettiğimiz gibi Türk Milleti, siyasi bir isim değil, dil, din, soy, kültür, vatan vb. gibi müşterek değerlerin tarif ettiği bir kavramdır. Bu değerlerin meydana getirdiği şuura dayanan bir cemiyet birimidir. O halde, yukarıda verdiğimiz gaye tarifini, bundan önceki kısımları Okumamış bir kimseye, ‘Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin gayesi, Türk Milleti’nin, onu tarif eden değerle birlikte, ebedî bekâsıdır.’ şeklinde vermek daha doğru olurdu. Müştereklerin korunması ve müştereklerdeki eksikliklerin giderilmeye çalışılmasına muhafazakarlık diyoruz. Türk Milliyetçisi, Türk Milleti'nin dil, din, kültür, soy, vatan, tâbiyet, ülkü, tarih, menfaat birliğini korumaya, eksik olan birlikleri kurmaya dikkat ederek Türk Milleti’nin ebedî bekâsını temin edecektir. Millet birimine bağlayıcı gücünü veren müşterekler, hayatiyete sahip unsurlardır. Bu gerçek bizi muhafazakarlığın ayrılmaz bir parçası olan ve 9 Işık’ın bir maddesiyle vurguladığı ‘gelişmecilik’ e götürür. Canlılığa sahip her şey büyür, gelişir, değişir. Hayatiyeti olan şeylerin muhafazası, onları oldukları gibi dondurmak değildir. Bu, muhafaza değil kısırlaştırma, fosilleştirme olurdu. Canlı unsurların muhafazası, onların tabiî gelişmesini sağlamak, tabîi gelişmeyi önleyen veya yozlaştıran yıkıcı tesirlere karşı korumaktır. Meselâ Türk kültürü 8. asırdan 18. asra (ve bu güne) kadar değişmiş, gelişmiştir. Bundan sonra da gelişmeğe, değişmeğe, devam edecektir. Muhafazakarlık, bu tabiî gelişmeyi önlemek değil, aksine, sağlamaktır. Ancak ‘gelişme’ kelimesine de yanlış mânalar vermemek gerekir. Gelişen bir çınar ağacının dallarını kesip yerine kiraz dalı yamamak değişikliktir, ama gelişme, tabiî gelişme değildir. Türk müziği 8, 18. ve 20. asırlarda gelişmiş ve değişmiştir dedik. Fakat Türk müziği yerine İngiliz, Fransız veya tümüyle batı müziği koyma çabaları geliştirme değildir. Tasfiyedir; yok etmedir ve Türk Milliyetçiliği’ne aykırıdır. Gelişme, unsurların kendi içinden olur. “(…)Türk Milliyetçiliği ‘İnkılapçı’dır, ‘tekamülcü’dür, ‘gelişmeci’dir, fakat ‘ihtilalci’ değildir. Fikir hayatımızın bugünkü fakirliğinde kendilerine solcu diyen bazı kafalar bu kelimeler arasındaki mana farkını anlamaktan acizdirler ve en küçük değişmeden en büyük alaboraya kadar bütün kavram yelpazesine ‘devrim’ adını verdikleri için kendilerine bu gerçekleri anlattığımızda şaşkın şaşkın ülkücülerin yüzüne bakar, kafaları karışınca da popüler küfür olan ‘faşist!’i savurup geçerler. Sol beyinlilerin en az gelişmişlerine, biraz daha gelişmişlerinin sunduğu ikinci bir yanlış kelime de muhafazakâr karşılığı olarak ‘tutucu’ lafıdır. Bu kasti cinayet, muhafazakarlığın içindeki gelişmecilik kavramını gizlemeğe, ‘muhafaza’ ya ’fosilleştirme’ anlamını vermeğe yöneliktir.

2) Güçlülük: Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin gaye tarifinde saklı ikinci bir husus, Türk Milleti’nin güçlenmesi, dünyada maddi, mânevî her sahada en güçlü yapılması hedefidir. Ebedî bekâ’da bu anlam  gizlidir; çünkü milletler mücâdelesinin en şiddetli şekliyle süregeldiği dünyamızda bekâ, güçlülükle; ebedî bekâ da en güçlülükle eş anlamlıdır. (…)Milliyetçi Hareket'in ‘Çağlar üstünden atlayarak’, ‘güçlü’ Türkiye’yi kurma hedefi hep bu gerçeğin değişik ifâdeleridir. O halde, dünya durumunu göz önüne aldığımızda, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin gayesini ‘Türk Milleti’ni en güçlü kılmak’ şeklinde koymak da birinci gaye ifâdesine eşdeğerdir…

 3) Turancılık: Genel olarak millet’in, özel olarak da Türk Milleti'nin bir siyasi kavramdan ibaret olmadığını gördük. Siyasi müşterek, yani tabiyet, milletin bağlayıcı gücünü sağlayan unsurlardan sadece biridir. Fakat siyasi birlik olmasa da millet yaşar. Aksi takdirde işgal altına girdiği veya coğrafya bakımından dağıldığı (Yahudiler’de olduğu gibi) andan itibaren milletin yok olması gerekirdi. Bu saçma anlayışı bir an için doğru kabul edersek, Milli Mücadele sırasında işgal altında kalan bölgelerimizde Türk Milleti’nin işgal tarihinden itibaren ortadan kalktığını kabullenmemiz gerekir. Daha yakın bir misal Kıbrıs’tır Millet’i siyasi bir kavramdan ibaret sayarsak Kıbrıs’da Türk yoktur ve ordumuz orada boşuna kan dökmüştür. Yok, eğer millet siyasi kavramın ötesinde bir vakıa ise, Türk Milletini tarif eden değerlere sahip her insanı Türk saymağa ve dolayısıyla Turancı olmağa mecburuz. Turancılık aslında Türk Milliyetçiliğinin, ayrıca belirtilmeğe bile lüzum göstermeyen ayrılmaz bir parçasıdır. Urfa’lı ile Kerkük’lü, Kars’lı ile Bakû’lu arasındaki fark mesela Urfa’lı veya Kars’lı ile İstanbul’lu arasındaki farktan az oldukça, Azeri’nin veya Kerkük’lünün Türk olmadığını iddia etmek saçmadır. Türk Milletini bugünkü Türkiye sınırları içinde kalanlardan ibaret saymak isteyenlerin kendilerine yeni bir Türk Milleti bulmaları gerekiyor. Türk Milliyetçiliğinin bütün Türkleri kapsadığını söylemek aslında ‘İnsan’ kelimesi bütün insanları kapsar demek kadar gereksizdir. Fakat yabancı fikir taarruzlarının Türkiye’li aydının kafasında meydana getirdiği tahribat bazen iki kere ikinin dört ettiğinin bile izahını gerektiriyor. İşgal altındaki kafaların Turancılık konusunda giriştiği bir başka erken bunama gösterisi, ‘Bu halimizle Rusya’ya harp mı açacağız?’, ‘Önce Türkiye’yi düşünmemiz gerekir,’ cinsinden çıkışlarıdır. Daha önce de, söylediğimiz gibi bu tipler, bu gibi çıkışlarla, aptallığın en önemli belirtisi olan ‘Kendini çok akıllı, başkalarını çok aptal sanma’ arazının en şiddetli tezahürünü göstermektedirler. Onlara göre sayıları milyona varan Türk Milliyetçileri Rusya’ya harb ilân etme veya Türkiye’den önce Turana yönelme peşindedirler. Bunlara bir ata sözü ile cevap verelim: ‘Ülküler gökteki yıldızlara benzer. Yıldızlara belki erişilemez ama onlara bakarak yönümüzü tayin ederiz.’ Turancılık, Türk Milletinde eksik bulunan tâbiyet birliğinin sağlanması ülküsüdür. Milliyetçilik, millî müştereklerin muhafazasını kapsadığı için Turancılık muhafazakarlık unsuruyla da bağıntılıdır. Diğer taraftan müştereklerin çokluğu millî birliği güçlendireceği için Turancılık’ın ‘Güçlülük’ ilkesiyle bağı vardır. ….Türkiye dışındaki Türkler bizim ırkdaşlarımız değil millettaşlarımızdır. Onlarla soy müşterekliğimiz yok mu? Evet, var. Fakat iki insan veya insan topluluğu arasındaki bağ ifade edilirken en yakın ilgi belirtilir. Meselâ kardeşimize ‘dedemin torunu’ değil, ‘kardeş’ deriz. Gerçi kardeşimiz aynı zamanda dedemizin torunudur ama akrabalık belirtirken bu bağı kullanmak saçma olur. Soy da bir bağdır. Fakat millet soydan daha yakın bir bağdır ve Türk Milleti soy müştereğini zaten içinde taşır. İngilizlerle Alman’lar ırkdaş olabilir, ama Azeri, Özbek ve Türkiye’li ırkdaşın da ötesindedir; millettaşdır. Türk Milleti için ‘ırkdaş’, millettaşlarımız için değil, meselâ Macarlar için kullanılabilir.

4) Millet'in zaman boyutu ve Ülkücülük: Bir taraftan ‘ebedî bekâ’ kavramı, diğer taraftan milletin fertlerle değil, müşterek unsurlarla tarifi bizi ‘milletin zaman boyutu’ mefhumuna götürür. Sosyolojide cemiyet, tek tek fertlerin aritmetik toplamı olmadığı gibi millet de tarihin herhangi bir anında yaşayan millettaşların aritmetik toplamının ötesinde ve üstündedir. Sosyalistler, sosyolojinin bu temel ilkesini iyi kavrayamadıkları için, ferdi menfaatlerin tatmini ile milletin de tatmin olacağını, hatta, sadece menfaat birliğinin millî birlikten güçlü çıkarak meselâ ‘dünya proleteryası’ nın birleşeceğini sanırlar. Millet, ‘fertlerin aritmetik toplamı’nı bir yandan sosyolojik anlamda aşarken, diğer taraftan da zaman boyutunu da aşar. Millet fertlerin toplamı olmadığı gibi milli hayat da fertlerin hayatıyla sınırlı değildir. Sadece menfaata, yalnız ferdi çıkarlara dayanan idealler ölümle son bulacağı için, menfaat uğruna ölmek akıl dışıdır. Fakat aile, millet gibi zaman boyutu olan birimler için gereğinde ölüm bile göze alınır; alınmıştır. Zaman boyutu, millet mensuplarının gelecek nesiller için fedakârlık yapabilmelerini, bir insan ömrünü aşan uzun vadeli hedeflere yönelebilmelerini sağlar. Materyalist ‘izm’lere (sosyalizm de kapitalizm de) nazaran milliyetçiliğin bir üstünlüğü bu noktadadır. ‘Ülkücülük’ kelimesinin ikinci anlamı (mânâsı) budur. Milliyetçiliğe yabancı kafalar bir iki senelik geleceği, en çok hayatlarının sonuna kadarki zaman parçasını düşünebilirler. Milliyetçi kendini daima ezelden ebede yürüyen bir akışın içinde hisseder. Tabii bir tarih şuuruna sahiptir. Kısa vadeli taktik planları vardır ama aslında ömürler, nesiller ötesine uzanan stratejik hedeflere yönelmiştir. Ülküler, fertlerin ömürleriyle kısıtlı olmayan millî hedeflerdir.”[31]

İskender Öksüz (Ayhan Tuğcugil), “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi”nin  Ülkücüler nezdindeki mücâdelesinin hülâsasını şöyle yapmıştır:

“(…)Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin tarih tezinin neticesini bir daha tekrarlayalım: Asırlardır, bugün ve gelecekte, tarihin temel birimi millet, tarihin temel yürütücü amili de milletler mücâdelesidir.”[32]

 TEFEKKÜR

Türk Milliyetçiliği, istiklâlin özdesi

Ülkücü Türk Gençliği, istikbâlin gözdesi

 

DİPNOTLAR

[1]Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat A.Ş., Yayın NU: 376, Kültür Serisi: 128, İstanbul 1998; s. 327.

[2]Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, age. s. 327.

[3]Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, “-Türk Milliyetçiliği-”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü  Yayınları:17; SeriI-Sayı: B1  Ankara 1966; s. 9, 10, 11, 12, 13, 14,15, 16.

[4]Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu,Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri,“-Türk Milliyetçiliği Nedir?-”Milli Eğitim  Basımevi,İstanbul, 1970, s. 272.

[5]Prof. Dr. Mümtaz Turhan,  Garplılaşmanın Neresindeyiz? Bütün Eserleri 1, “-En Büyük Dâvamız-”,  (7.baskı)  Yağmur  Yayınevi, Emek Matbaacılık, İstanbul,1980,  s.17.

[6]Prof. Dr. Mümtaz Turhan, age. s. 31, 32.

[7]Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın Neresindeyiz? Bütün Eserleri 1, “-Maarifimizin Ana Dâvaları ve Bazı Hal Çareleri-”(7. baskı)  Yağmur  Yayınevi, Emek Matbaacılık,  İstanbul,  1980,  s. 199.

[8]Prof. Dr. Mümtaz Turhan,  age. s. 249.

[9]Prof. Dr. Mümtaz Turhan,  age. s. 285.

[10]Prof. Dr. Mümtaz Turhan,  age. s. 406.

[11]Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın Neresindeyiz? Bütün Eserleri 1,  -”(7. baskı)  Yağmur Yayınevi, Emek Matbaacılık, İstanbul, 980, s. 412, 413.

[12]Prof. Dr. Mümtaz Turhan, age. s. 416

[13]Prof. Dr. Mümtaz Turhan, age. s. 552, 553.

[14]Prof. Dr. Mümtaz Turhan, age. s. 555.

[15] Dr. Hasan Küçük, Türk Milliyetçiliğinin Büyük Önderlerinden Prof. Dr. Mümtaz Turhan  (Bütün Yönleriyle), “ –Prensip- Merhum Hocamın  İlim Adamı anlayışı ve Prensibi”, TÜRDAV Basın Yayım Ltd. Şti. İrfan Matbaası İstanbul,1977, s.12.

[16] Prof. Dr.  Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 19. Baskı,  Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2009,  s.11

[17]Prof. Dr. Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ötüken  Neşriyat, Ankara,1980,  s. 62, 63.

[18] Prof. Dr. Erol Güngör, Dünden Bugüne Tarih-Kültür ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınları, İstanbul, s. 36

[19]Prof. Dr. Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 16.Basım, Yayın No:108, Kültür Serisi:14, Ötüken  Yay.,İstanbul, 2004, s.100.

[20]Prof. Dr. Erol Güngör, age. s. 155.

[21] Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Milliyetçilik-Ülkücülük-Aydınlar;“Milliyetçilik” Töre-Devlet Yayınevi  (İkinci Baskı),  Ankara 1976; s.19.

[22]Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, age. s. 20.

[23]Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, age. s. 21, 22.

[24]Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, age. s. 27.

[25]İbrahim Metin, “Türklük  Sevdalısı Hocamız Necmettin Hacıeminoğlu’nu Anma Programında Yaptığı Konuşma, 19 Kasım  2016 Cumartesi, TDAV Turan Kültür Merkezi Süleymaniye Kürsüsü”; Türk  Dünyası Tarih ve  Kültür Dergisi Sayı 360, Aralık 2016; (“Faaliyetlerimiz, Türk Dünyası İle İlgili Çalışmalarımız”),  s. 10.

[26]Prof. Dr. İskender  Öksüz (Ayhan Tuğcugil),Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi Teori, “-Türk Fikir Sistemi-”Töre-Devlet Yayınları Nu: 39, (7. Baskı, Millî Eğitim Bakanlığınca 8 Ağustos 1977 tarih, 1946 sayılı tebliğler dergisinin 451.ci  sayfasında  yayınlanan genelge ile ilgililere duyurulmuştur) Ankara, 1980, s. 10.

[27]Prof. Dr. İskender  Öksüz (Ayhan Tuğcugil), age. “-Ülkücüler ve Türk Milliyetçiliği Eğitimi-”,  s. 11.

[28]Prof. Dr. İskender  Öksüz (Ayhan Tuğcugil), age. s. 15, 16.

[29])Prof. Dr. İskender  Öksüz (Ayhan Tuğcugil), age. “-Tercih-”, s. 42.

[30]Prof. Dr. İskender  Öksüz (Ayhan Tuğcugil), age. “-Milletin Tarifi-”, 45, 46.

[31] Prof. Dr. İskender  Öksüz (Ayhan Tuğcugil), age., “-Türk Milliyetçliği Fikir Sistemi’nin Gayesi-”, s. 46, 47, 48, 49.

[32]Prof. Dr. İskender  Öksüz (Ayhan Tuğcugil), age., “-Millet ve Sınıf-”, s. 100.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet ŞAHİN Arşivi
SON YAZILAR