TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN DAYANDIĞI ESASLAR -8

“ORDU” ADININ MÂHİYETİ  VE  “ORDU ŞEHİR ADLARI”  ÜZERİNE

 

Kadîm Türk Şehirleri

Şehirler, târih boyunca milletlerin ve devletlerin hayatında çok mühim yer işgâl etmişlerdir. İrfânî gelenek, içtimâî tesânüt, dinî ve millî uyanış, milliyet ve milliyetçilik gibi olmazsa olmaz husûsîyetler, şehirler sâyesinde varlığını idâme ettirebilmiştir. Bu bakımdan Türk şehir kültürü, her devre damgasını vurmuş birer medeniyet âbidesidir. Meselâ, eski ve kadîm Türk şehirlerinden; Alma Ata, Âmul, Andican, Argu, Artuç, Aşçan, Astana, Aşkâbâd, Bahçesaray, Bakü, Balasagun, Barsgan, Batum, Belh, Bişkek, Buhara, Cürcan, Çimkent, Dağıstan, Derbent, Düşanbe, Gazne, Harezm, Hive, Horasan, Hotan, İnguş, Kandahar, Karabalgasun, Karakurum, Kaşgâr, Kazan, Kazvin, Mahaçkale, Mangışlak, Merv, Nişabur, Ordu-Han, Otrar, Ötüken, Özkent, Rey, Savran, Sayram, Semerkand, Sivastopol, Talas, Taşkent, Tarbagatay, Tirmiz, Tiyanşan, Tus,  Ufa, Urumçi, Yarkent, Yesi,… - şehirleri târihin nice, acı-tatlı, millî-millet ve devlet hafızâsına ve hâtırasına şâhitlik etmiş başlıca şehirlerdir.

Şehirler Vardır

Şehirler vardır; bâzen bir milletin ve devletin  meydana geliş hikâyesinin asâletli rûhunu temsil ederler… Şehirler vardır; binlerce senelik târihin altın anahtarı mesâbesindedirler… Şehirler vardır; kültür ve medeniyete açılan birer âsûde baharın insicâmlı kapısı ve penceresi hüviyetindedirler… Şehirler vardır; menkîbevî sırlarını, âlemi kıskandırırcasına bir gizli hazîne gibi sînesinde saklayan, her taşında bir medeniyet inşâsının nişânesini ve hâtırasını taşıyan, başlı başına adetâ birer beşeriyet kitâbesidirler… Ve Şehirler vardır; “Heybe”sinde dünden bugüne gelişteki paha biçilmez efsûnlu mücevherât güzelliklerini birer inci misâli, asırlar öncesinden asırlar sonrasının idrâkine fısıldanmış hâliyle ve  zamanın  rûhuna bütün ihtişâmı ile  lif lif işlenmiş ve  nakşedilmiş olan şehirler.

İşte bu şehirlerden birisi de, -aşağıda tarihî veçhesini tafsîlâtlı bir şekilde vereceğimiz- Türk Milleti’nin millî târihinde ve millî hâfızasında, “Ordu-Millet” sevgisi ile müsemmâlı olarak bütünleşerek yaşattığı “Ordu Şehrimiz”dir. Hemen belirtelim ki, “Ordu” kelimesinde; millet, devlet, memleket, vilâyet; il, el, başşehir, ana yurt, ata yurt, vatan, ülke, diyâr, belde, belediye, ocak, bucak, töre...ilh. sıcaklığı mevcuttur. Muazzam “Türk Orduları, Türk milliyetçiliğinin “kutlu” teminatı altında vücut bulmuştur. “Türk Cihân Hâkimiyeti” onun belirlediği hedefe yönelmiş ve menzile doğru yol almıştır. Onun için Türk milliyetçiliği, fikir hareketi târih boyunca hep canlı kalmıştır. Türk milliyetçiliği; Türk’ün maya çanağına uygun olarak kıt’alardan kıt’alara atları koşturtan, orduları yürüttüren bir hareket ve İslâm - Türk kılıcının can suyu olmuştur.

Ordu Kelimesi

Ordu” kelimesi, Şemseddin Samî’nin “Kamûsî Türkî”sinde (Türkçe Lûgat’inde): “(Doğrusu: ‘Urdu); Asker, eşanl. cünd, ceyş, leşker, sipâh; Ordu-yı hümâyun Osmanlı ordusu; Bir devletin kara askerlerinin memleket durumuna göre bölünmüş olduğu kısımların her biri; meslek ve nitelikleri aynı olan kimselerin hepsi; Ordugâh: ordunun kurulduğu, ordunun merkezi olan yer”[1]; Ferit Devellioğlu’nun “Osmanlıca-Türkçe Lûgat”inde: [Kelime Türkçe olmakla beraber Osmanlıca kelimelerle birleştirilerek terkipler ve birleşik kelimeler meydana getirilmiştir. Ordû-yi hümâyûn pâdişâh ordusu. Ordû-gâh ordunun konakladığı yer.. gibi].”[2]; İlhan Ayverdi’nin “Kubbealtı Lûgat”inde: “Karargâh, Hâkānın oturduğu şehir” (Moğ. Orda) [Kelime Farsça’ya ve Arapça’ya, ayrıca Balkan dillerine de geçmiştir]. Bir devletin silâhlı kuvvetlerinin bütünü”[3]; Millî Eğitim Bakanlığı’nın neşretmiş olduğu “Örnekleriyle Türkçe Sözlük”te: “Bir devletin silahlı kuvvetlerinin tamamı; Ordu Millet, büyük küçük her ferdi gerektiğinde vatan müdafaası için cepheye koşabilen, topyekûn asker özelliği taşıyan millet”[4];  Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ünde: “Bir devletin silahlı  kuvvetlerinin bütünü, bir topluluğun başlıca bölümlerinden her biri; çok sayıda insan kalabalık; Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi’nde yer alan illerinden biri”[5]; şekillerinde açıklanmıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Orda” maddesinde: “Orta Asya Türk lehçelerinde han karargâhı, han sarayı, merkez, ocak, zengin çadır”; Azerice ve Türkiye Türkçesi'nde “Ordu” anlamında kullanılan kelime (…)Rusça'da XIII. yüzyıldan itibaren Altın Orda yerine kullanılır; XVI. yüzyıldan itibaren ise “karargâh”, ordu(…) Dîvânû lugâti’t-Türk’te orda kelimesinin anlamı “hakanın oturduğu şehir” diye verilmiştir. Nitekim Kâşgâr şehri “Ordukent” olarak nitelenir. Aynı şekilde Balasagun yakınlarında Ordu adında bir şehrin olduğu ve Balasagun'a da “Koz Ordu” denildiği ifade edilmektedir. Çağdaş Moğolca da Ord (on)- “saray” manasındadır; (…)Ortaçağ göçebe topluluklarında “hanın otağı ve çadır” anlamına gelen orda kelimesi, daha eski dönemlerde Türk toplulukları arasında “askeri ve idari teşkilât” mânasında han karargâhı (…) olarak kullanılmıştır. Buna örnek olarak Batu Han’ın 1241 yılında İdil'in aşa­ğı bölgesinde kurmuş olduğu Orda gösterilebilir ki bu Altın Orda Devleti idi. XIII. yüzyılda Moğol Kıpçak savaşı sırasında nüfusun azaldığı dönemde Volga bozkırları­nın Altın Orda veya Büyük Orda, Aral deniziyle Tümen arasındaki topraklar Mavi Orda, Tarbagatay ve İrtiş’in yukarı bölgeleri ise Ak Orda olmak üzere üçe ayrıldığı bilinmektedir…”[6]; TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Ordu” maddesinde: “Sözlükte “hakanın oturduğu şehir, otağının kurulduğu yer” anlamına gelen (Dîvânü Lugâti't-Türk Tercümesi, I. 124) Türkçe ordu (orda) kelimesinin karşılığı Arapça'da ceyş, cünd, asker, hamîs ve Farsça'da leşkerdir. Bunlardan cünd ve ceyş “savaşmak için bir araya gelen insan topluluğu ve yardımcıları”, asker kelimesi de “bir araya gelmek, toplanmak” demektir; bundan türeyen muasker “ordugâh, askeri üs” anlamındadır. Beş kısma ayrılması dolayısıyla verilen hamîs ismi aynı zamanda ordunun seyrüsefer halindeki düzenini ifade eder.[7]; MEB İslâm Ansiklopedisi’nin “Ordu” maddesinde ise: “Ordu (Urdu) Türkçe bir kelime olup, aslında saray demektir. Sarayda hükümdâr oturduğu için, bu tâbirin hakanın oturduğu şehir için de kullanıldığı görülmektedir (Bk. Kâşgarî). Şark Türkçesi lugâtlerinde bulunan, saray yanında kale, kaymakamın oturduğu yer (kaza merkezi) mânalarında esâs mânanın daha sonraki idârî duruma uydurulmuş şeklinden ibârettir…”[8] biçimlerinde ifâde edilmiştir. “Ordu” kelimesinin, gerek bahsi geçen lügâtlerde ve gerekse ansiklopedilerde, birbirini tamamlayıcı mâhiyette açıklanmış olduğu görülmektedir. 

Ordu Şehir Adları

Büyük kültür târihçimiz Bahaeddin Ögel: “Ordu” sözünün Hunlarda, “Ordu, Ordu-Balıg, Büyük-Ordu, Küçük Ordu,  Kuz-Ordu,  Ordu-Han”[9] şekillerinde geçtiğini belirtmiştir.

Değerli târihçilerimizden Abdülkadir Donuk “Ordu” kelimesini: “Hakanın bulunduğu yer veya ikâmet ettiği şehir, başkent. Asya Hunlarıyla ilgili kelimeler arasında geçtiğine göre Türkçede çok eskiden beri bilinen bir terimdir. Ortaçağ sonlarından itibaren ise Türk tarihinde bilindiği üzere askeri güç manasında kullanılmıştır.”[10] biçiminde açıklamıştır.

Kültür târihçilerimizden Emel Esin “Ordu” kelimesini daha geniş mânâda aşağıdaki gibi açıklamıştır: “Ordu-balık Türkçe'ye Hun dilinden kalan ordu kelimesinin manâsını, Eski Türkçe lugâtlarından biri şöyle bildirmektedir: “Ordu, hükümdâr makamı demek idi. Duruma göre, saray veya ordugâh olabilirdi”. Böylece, hükümdârın veya ordubaşının makamı bulunan kalelere, veya sefer zamanında kurulan ordugâha, aynı ordu adı veriliyordu. Başkent olan ordu'ya il örgini, (il-tahtı), veya il-ebi  (il-evi) denmekte ve bu merkez, Devlet idâresinin beldesi olarak tanınmakta idi. Şehir veya surlu mahal manâsına, Türkçe balık, veya Sogdca kent kelimelerinin ilâvesi ile, Ordu-balık, yahud Ordu-kent  adı verilen şehirler, iç-içe sûrlu bölümlerden müteşekkil idi. En iç sûrlar dâhilinde, hükümdâr, veya ordu-başının meskeni bulunur, dış sûrlar ile çevrili kısımlarda ise maiyet, asker ve halk yerleştirilirdi.

Nazarî olarak, çok kere mimarî bakımından da, ordunun şekli, Doğu Asya'da, Mîlâddan önceki binyılda teşekkül eden bir mefkûrenin ifadesi idi. Ordu mimârîsi, dört-yöndeki illere hâkimiyeti temsil ediyordu. Kâinatın yapısı hakkındaki kozmolojik tasavvurlardan ilham almıştı. Tasavvurlar, Türklerin en eski dîni, gök ve yer ibâdeti ve geniş Türk toplumlarının Mîlâdî altıncı asırdan beri kabul ettikleri Gök, fîrûzeden (Eski Türkçe, çaş) bir kubbe ve yeryüzü, dört-yöne, veya dört-yön ile ara yönlere bakan bir dört köşe, yahud sekiz-köşe olarak düşünülüyordu…”[11]

(…)Gök-Türk ve Uygur metinlerinin “orduğ” kelimesine uygun olarak, Kâşğarî de “ordu” sözünün başlıca manâsını şöyle anlatır:

 “Ordu: melik kasabasıdır… yani imâmet (devlet idaresi) beldesi”. Kasaba kelimesi de, bugün kullandığımız anlamda küçük şehir demek ise de, aynı zamanda melik kasrına ve şehrine verilen ad olmaktan ötürü, memleketin başkentine işaret ederdi. Aslen “orduğ” veya “ordu”, hükümdarın çadırının veya köşkünün bulunduğu müstahkem bir kaleden ibâret idi ve kapladığı mesâha (alan) pek büyük olamazdı. Fakat bazen “ordu” başka bir “balığ”ın, yani müstahkem şehrin içinde bina ediliyor veya “ordu”nun etrafına yeni bir “balık” kuruluyordu. Bu takdirde, “Ordu-balık” ve “Ordu-kent” tâbirleri, içinde “ordu”nun teşkil ettiği, ikinci bir iç kale bulunan şehir demek oluyordu.

(…) Çadırlardan Müteşekkil Ordu Göç ve sefer esnasında dört cihete nazır, şehir gibi duvarları ve kapıları (tahta?, kumaş?)  olan bir ordugâh’da (…)beylerinin çadırları, mensûp bulundukları illerin coğrafî durumuna göre, dört cihete dizilirdi. Hükümdar çadırı muhtemelen ortada veya şimal tarafında ve kapısı cenûba doğru bulunmakta idi. Hükümdar yüzünü güneşin evci sayılan cenûba çevirirdi.

 Târihler, nice göçebe veya seferde bulunan Türk hükümdarlarının mümâsil (benzer) çadırlardan müteşekkil ordugâhlarını tasvir eder…”[12]

“İçinde “ordu”, yani iç-kale bulunan müstahkem şehir ise, Türklerde iki şekilde vücud bulmuş gözükmektedir. (…) Türk hükümdarı fethettiği eski bir şehri ordu şehri ittihaz ediyor (…)Ordu-balık'da görüldüğü üzere, kağanın ordusu etrafına şehir teşekkül ediyordu.”[13]

“(…)Türk ordu geleneği, böylece, Konya'ya kadar devam etmişti: dünyanın merkezi ve zirvesini teşkil eden, kozmosun tasviri ve dünya hükümdarlığının timsali, Selçuklulardan sonra da, Moğollar, Hint ve Mısır Memlükleri, Osmanlılar, Özbek ve Timurluların merkezlerinde, ordu geleneği yaşadı. İstanbul Fâtihinin Bayezid Sarayı ve Konstantiniye'nin zeytinlik tepesine kurduğu Topkapı, Tekfur Sarayından ziyâde, Hakanlı Şems al Mülk'ün ‘Goruk’ una benziyordu ve onun gibi, sûrlar içinde, bahçeler ortasında, köşklerden müteşekkildi. Osmanlılar, Versailles (Versay) taklidi Beşiktaş sarayı gibi binalar yapıncaya kadar, Türk ordu geleneği ölmemiş ve böylece iki bin yıllık bir târihe sâhip olmuştu”[14].

“Türkiye Gazetesi Yeni Rehber Ansiklopedisi”nin “Ordu” maddesinde bu meyanda  aşağıdaki bilgilere yer verilmiştir:

Ordu İsminin Menşei

“1071’den sonra Anadolu Fâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah emrindeki Selçuklu Türk Ordusu, fethettiği yerlerde, târihî Türk geleneğine uyarak beğendikleri yerlere derhal bir şehir kurmayı âdet edinmişlerdi. Ordu civârını fetheden Selçuklu Türkleri, bu bölgenin güzelliği karşısında hayran kaldılar ve Ordu’nun temelini attılar. Kurulan şehre Ordu ili dendi. Zamanla bu isim “Ordu” olarak yerleşti.

Târihi

Ordu ilinin bulunduğu toprakların târihi çok eski devirlere dayanır. Anadolu’ya hâkim olan Hititlerin sınırında fakat Hitit hâkimiyetinin dışında kalan bu bölge, Hitit Devletinin yıkılışından sonra, mîrâsını paylaşan Frikya ve Lidya devletlerinin de, hakimiyetine geçmemiştir. Ancak Batı Anadolu (İyonyalı) tâcirler, burada ticârî koloniler kurdular. M.Ö. 6. asırda Persler, Anadolu’nun büyük kısmını ve bu bölgeyi ele geçirdiler.

(…)1071 Malazgirt Zaferinden sonra bu bölge, bütün Anadolu gibi Anadolu Fâtihi ve Anadolu’da Türk Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından fethedildi. 1204’te Dördüncü Haçlı Seferi sonrasında kurulan Trabzon Rum İmparatorluğu bu topraklara hâkim oldu. Bağımsız olmasına rağmen Konya Selçuklularına tâbi olan bu imparatorluğun toprakları gittikçe daraldı. Devamlı Türkmen göçleriyle Türkleşen bölge, 1346’da Canik Beyliğini kuran Hacıemiroğullarının idâresine geçti. 1391’de Yıldırım Bâyezîd Han, tarafından bölge toprakları Osmanlı Devletine katıldı.

 1402 senesinde Sultan Bâyezîd’i yenen Tîmûr Han, bölgeyi tekrar Hacıeminoğullarına verdi.

Fâtih Sultan Mehmed Han 1461’de Trabzon Rum Pontus Devletini ortadan kaldırarak, bütün bu bölgeyi kesin olarak Osmanlı Devletine kattı.

Osmanlı devrinde Ordu, Trabzon eyâletinin bir kazâsı idi. 1883’te büyük bir yangın geçiren Ordu, yeniden îmâr edildi ve Cumhûriyet devrinde il merkezi oldu.”[15]

Ordu Târihi Üzerine

Ordu târihi üzerine çalışmalar yapan ilim adamlarımızdan biri Bahaeddin Yediyıldız, diğeri de Necati Demir’dir.

Bahaeddin Yediyıldız “Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613)” adlı eserini 1985’te, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından; “Hacıemiroğulları Beyliği’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Ordu Tarihinden İzler” adlı eserini ise 2018’de, Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlamıştır. Yediyıdız ayrıca, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin “Ordu” maddesini yazan yazarlar arasındadır.

Bahaeddin Yediyıldız, “TDV İslâm Ansiklopedisi”ne yazdığı Ordu maddesinde ve “Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613)”[16] adlı eserinde, (kendi ifâdesi ile vaktiyle) yanlış olarak zikretmiş olduğu “Ordu” adını; “Hacıemiroğulları Beyliği’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Ordu Tarihinden İzler” adlı başka bir eserinde: “Bölük-i Niyâbet-i Ordu be-ism-i Ulvî”[17] olarak tasrîh etmiştir. “Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613)” adlı eserin baskısı üzerinden 34 sene gibi uzun bir zaman geçmiştir. Yediyıldız, “Hacıemiroğulları Beyliği’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Ordu Tarihinden İzler” adlı eserinde, yukarıda bahsi geçen her iki eserdeki kendisine aît bu isim değişikliğinin “ilmî izâhını” da yapmıştır. “Ordu”muzun Selçuklulardan bu tarafa bilinen bu târihî  adı, geç kalınmış olunmasına rağmen böylece düzeltilmiştir. Şimdi Sayın Bahaeddin Yediyıldız’dan beklenen, internet üzerinden TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Ordu” maddesinde ve Ordu Valiliği ile İl Kültür Müdürlüğü’nün Ordu İli’nin Târihçesi’nde de gerekli düzeltmelerin yapılması için bizzat yetkililer nezdinde girişimde bulunması ve “Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613)” adlı eserini beyân ettiği şekli ile yeniden yayımlamasıdır.

Ordu târihi üzerine çalışmalar yapan bir diğer değerli ilim adamımız Necati Demir ise şimdiye kadar öğrendiğimiz bilgileri kökünden değiştiren sonuçlara ulaşmış ve bunu bir makâle ile dünya ilim âleminin dikkatlerine sunmuştur. Türk destân kültümüzün gün yüzüne çıkmasında çok büyük hizmetleri bulunan bu değerli ilim adamımızın çalışmaları her türlü takdirin üstündedir.

Necati Demir, “Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları” dergisinde yayımladığı,  “Ordu İlinin Eski  Adı “Kotyora” ve Tarihî Alt Yapısı” başlıklı uzun makâlesinde; “kut” ve “yöre” gibi Türkçe olan bu iki kelimeden hareketle Türk kavimlerinden “Kut Kavmi”nin Karadeniz’de hüküm sürdüğünü ve bu kavmin esâsen bir “Turânî Türk Kavmi” olduğunu dolayısıyla  Ordu şehir  adının da buradan geldiğini bir hakîkat olarak ileri sürmüştür:

“Ordu ili, M.Ö. 400 yılından önce günümüzdeki şehir merkezinin yaklaşık 5 km batısında, halk arasında Bozukkale olarak bilinen yerde “Kotyora (<Kutyöresi/Kutyorası)” adıyla kurulmuştur…

Şehrin buraya kurulmasının tek nedeni bulunmaktadır: Çevredeki tek “Dogal Liman” oluşu.

Kotyora kelimesini Rumca olarak kabul edip işleyen yabancı tarihçiler ve misyonerler, kelimenin günümüz Türkçesinde kullanılmamasını ve bu kelimenin manasının bilinmeyişini bir ganimet saymışlardır. Kelimeye bir anlam veremeyen tarihçiler de yabancıların dümen suyuna girmişler, konuyu içinden çıkılmaz duruma sokmuşlardır.

O hâlde Ordu ilinin eski adının Kotyora oluşunun sebebi nedir?

Karadeniz Bölgesi'ndeki bugünkü şehir merkezlerinin pek çoğunun kuruluşunun temelinde, Kotyora'da olduğu gibi, aynı sebep yatmaktadır. Sinop, Samsun, Ünye, Bolaman, Kotyora (Ordu), Giresun, Tirebolu, Trabzon, (...)şehir merkezlerinin kuruluşu tamamıyla doğal limanla ilgilidir.”[18]

“Bu bölgeye, Hz. İsa'nın doğumundan çok önceleri, bilemediğimiz tarihlerde Turan/Türk boyları gelip yerleşmiş; madencilik, tarım ve hayvancılıkla uğraşmakta idiler. Özellikle maden konusunda dünyanın en önde gelen bölgesi, M.Ö. yıllarda Orta Karadeniz Bölgesi'dir. Sakaların Halip boyu, bu bölgede yaşamaktadırlar ve dünyaya demircilikleri ile ün salmışlardır.

Dış dünyadan pek çok millet, bu durumu öğrenince gemilerle Karadeniz Bölgesi'ne gelip gemilerini doğal limanlara demirlemiştir. İç kesimlerde yerleşen halk, ürettikleri ürünleri bu gemilerin demirlediği limanlara getirmiş, burada mal mübadelesinde bulunmuştur. Zamanla doğal limanların çevresi kalabalıklaşmış, bir pazar haline gelmiş; böylece günümüz modern şehirlerin temeli atılmıştır.

Yörede yaşayan yerli halkın (Turan/Türk) yazdığı kaynaklar günümüze ulaşamamıştır. Yabancıların yazdıklarından bir kısmı ise korunmuştur. Onlar, bu bölgenin tanıtımını kendi bakış açısına göre yazdıkları için Karadeniz Bölgesi ile ilgili tarihî bilgiler yabancıların yazdıklarına göre şekillenmiştir. Özellikle Yunan tacirler buralara gelip ticaret yapmışlar, misyonerlik faaliyetlerinden de geri durmamışlardır. Sonuç itibariyle Karadeniz'in kıyı şeridindeki şehirlerin, ticarî bir temelden öte gitmemesine rağmen, Yunanlılar kurmuş gibi işlenmiştir. Günümüzde de aynı yalanlar yine misyonerler vasıtasıyla halka anlatılmakta, gerçeği bilmeyen Türk insanı da bunlara inanmak zorunda kalmaktadır.

 Bütün bu genel bilgilerden sonra Ordu ilinin eski adı Kotyora ismine gelelim: 

M.Ö. 400'de şimdiki Ordu ilimizin ismi Kotyora olarak kaydedilmiştir. Bu ismin hangi tarihte bu şehre verildiği belli değildir. Ancak M.Ö. 400'den önceleri de şehrin bu isimle bilindiği anlaşılmaktadır. Bu isim, kot (kut) ve yorası (yöresi) kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur…”[19]

“Hiçbir yer adı tesadüfen verilmemiştir. O hâlde Kotyora isminin verilişinin de bir tarihî alt yapısı bulunmaktadır. Kelimenin aslı, Kut Yorası / Yöresi'dir ve burada Kutlar iskan ettiği için böyle bir ad verilmiş olmalıdır.”[20]

“(…)Ordu ilinin eski adı olan Kot<Kut Yorası/Yöresi adı işte yukarıda anlattığımız Kut Türklerinin mirasıdır. Ordu'da Kutlarla ilgili başka yer adları da bulunmaktadır: 1455'te Ordu'da Kutlucalu, Kutlulu (Bolaman), Kutlulu (Bozat) adlı karyeler bulunmaktadır. Ordu'ya bağlı Mesudiye ilçesinin Derinçay köyünün eski ismi ise Kotanı (kut-ana?)'dır…”[21]

“(…)Kutlarla ilgili yer isimlerinin yoğunlaştığı bölgeye dikkat edilirse Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi ile komşu yörelerde yoğun olarak Kut Türklerinin yerleştiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır…”[22]

 “İlimde muteber olanın son ulaşılan bilgi” olduğu hükmünce, her iki ilim adamımız Bahaeddin Yediyıldız ile Necati Demir’e teşekkür ederken; Türk umumî efkârının bu mevzûlar üzerine ciddi bir şekilde eğilmesini ve dikkat kesilmesini temenni ediyoruz. Böylece dünya ilim âlemi, "Türk Târihi" ile berâber ve aynı yaştaki devlet ve millet hayâtında yer almış olan “Ordu” adının mâhiyeti ve meydana geliş hikâyesini doğru şekilde bilmeli ve öğrenmelidir. 

Ayrıca Türklerde var olan “kut almak”, “kut bulmak” deyimleri “Türk Kültür, Târih ve Medeniyeti”nin çok ehemmiyetli bir husûsiyetini teşkil etmektedir ve bu bir bakıma hükümdârın bir nevî “uğuru” sayılmaktadır. Anadolu (Türkiye) Selçuklu Devleti’nin kurucusunun adının “Kutalmışoğlu Süleyman Şah” oluşu dikkate alındığında, Necati Demir’in ortaya atmış bulunduğu fikrin ne kadar  isabetli olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.   

 Biz, daha evvelce yayımladığımız “Türklerde Devlet-i Ebed Müddet Anlayışı” başlıklı bir makâlemizde bu “kut” mevzûsuna  kısaca şu şekilde temas etmiş bulunuyoruz: 

“(…)Eski Türklerde Türk Devleti’nde; hükümdâr, devleti îlâhî bir kaynaktan aldığı güç ile idâre ederdi. Bu güç, “kut”tur. Türk Milleti’nin Kağan’ı, (Hân’ı) ululanmış, kutlulanmış; “Kut Bulmuş”tur. Bu ona yüce yaratıcı tarafından bahşedilmiştir. “Îlâhîlik” vasfı buradan gelmektedir. Hakan, Kağan, Han, yüce yaratıcı adına hükmetmektedir. O’nun verdiği yetki çerçevesinde yerde ve gökte ne var ise hepsi Türk’ün mülküdür. Bu bakımdan Türk’ün yer ve suları da mukaddes kabul edilmiştir. Eski Türklerde var olan bu anlayış bugüne kadar devam edip gelmiştir. Hükümdâr, mutlak surette “adaletle” hükmetmek mecburiyetindedir. Adâletin ise kaynağı yazılı hukuktan evvelki “örf hukuku” olan “Töre”dir…”[23]

Netice-i Kelâm

Ordu, bir milletin bekâsının teminatı için topyekûn “millî müdâfaa” ve  “millî taarruz” gücüdür. Bu sebeple, “Ordu” adı, Türklerin târihinde ilk millî kuvvet, kudret ve ilk millî teşkilât olarak teşekkül etmiştir. Bir millî ve hukukî müessese olarak Ordu, “Ordu”dan “devlet”e  uzanan  tarîhi yolculuğun başlangıcını teşkil eder. Hun Türkleri ile beraber Orta Asya’da çeşitli adlar altında kurulmuş olan bu teşkilâtlı teşekkül; Anadolu’nun “Türk Vatanı” ve “Türk Yurdu” hâline getirilmesinden sonra da hem “Millî Ordu”, hem de “Mülkî İdare” sistemi içerisinde “İl” (Vilâyet) olarak “Ordu” adı ile târihteki yerini almıştır. Azîz Türk Milleti tarafından bu çok husûsî şerefli adın, “bayraklaştırılmış” bir “ad” olarak dâima yaşatılmış olduğunu  görüyoruz.

TEFEKKÜR

Türkistân’dan Esselâm, Şehristân Şehirimiz

Ordu: Türk’e Armağan,  Kadîm Sultân Şehrimiz


DİPNOTLAR

 [1]Şemseddin Sâmî,  “Temel Türkçe Sözlük Sadeleştirilmiş ve Genişletilmiş Kâmûs-ı Türkî (O-Z) cilt:4”; (İmî Kontrol ve Redaksiyon: Doç. Dr. Mertol Tulum) Tercüman  Gazetesi’nin bir kültür hizmeti olarak hazırlanmıştır. İstanbul,1991; s.1014.

[2]Ferid Devellioğlu, Osmanlıca –Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yayınları 15’nci baskı  Ankara,1998, s. 850.

[3]İlhan Ayverdi, Kubbealtı  Lûgatı  Asırlar Boyu Tarihî Seyri İçinde Misalli Büyük Türkçe Sözlük;  (Prof. Dr. Ahmet   Topaloğlu: Redaksiyon-Etimoloji,  Birinci Baskı, Kubbealtı Yayınları, O-Z Cilt: 3) İstanbul  2005, s. 2396.

[4]“Örnekleriyle Türkçe Sözlük”, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları (L-R) Cilt: 3), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1996; s. 2174.

[5]Türkçe Sözlük, Atatürk  Kültür, (haz.: Şükrü Halük Akalın ve başk.)  Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, 11.’nci  Baskı, Ankara 2011, s.1810.

[6]Orhan Doğan, TDV İslâm Ansiklopedisi, Orda Maddesi, Cilt: 33, Ankara 2007,  s. 357.

[7]Mustafa Terzi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ordu Maddesi, Cilt:33, Ankara 2007,  s. 357.

[8]MEB İslâm Ansiklopedisi, İslâm Âlemi Tarih, Coğrafya, Etnografya ve Biyografya, Lugati; “Ordu” Maddesi,  MEB Devlet Kitapları, Millî Eğitim Basımevi  İstanbul 1964 , Cilt: 9, s.392.

[9]Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınları NO: 1 Cilt: 1; Türk Tarih Kurumu Basımevi Ankara1971;  s.  6,  7,  77,  80, 148, 155, 157, 417. 

[10]Prof. Dr. Abdülkadir Donuk Eski Türk Devletlerinde İdarî –Askerî Unvan ve Terimler, Türk Dünyası  Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul -1988, s. 83.

[11]Dr. Emel Esin, Tek-Esin Vakfı, TBM Millî Saraylar Sempozyumu 15-17 Kası m 1 9 8 4 Yıldız Sarayı/Şale "Ordu" Türk Saray Mimarisinin Onbeşinci Asırdan Önceki Tarihçesi  Dr. Emel Esin (Atatürk Kültür Merkezi ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Azâsı İstanbul) s. 22.

[12]Prof. Dr. Emel Esin, Orduğ (Başlangıçtan Selçuklulara Kadar Türk Hakan Şehri)  Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi Ankara 1968, s. 135, 136.

[13]  Prof. Dr. Emel Esin, age. s. 145.

[14]Prof. Dr. Emel Esin, age. s.174, 175.

[15]Türkiye Gazetesi Yeni Rehber Ansiklopedisi, Cilt: 15, “Ordu Maddesi”,  İhlas Holding Yayınları İstanbul 1994; s. 341, 342.

[16]Doç. Dr. Bahaeddin Yediyıldız,  Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455 - 1613) Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 598, Kültür Eserleri Dizisi: 42, Sanem Matbaası, Birinci Baskı Ankara 1985; s. 19, 23, 42,  47, 57, 58. Ayrıca Bkz. Bahaeddin Yediyıldız, TDVİslâm Ansiklopedisi Ordu Maddesi, Cilt 33, Ankara  2007, s. 367, 369.  Bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/ordu--sehir  İnternet erişim tarihi: 06.07.2019

[17]Prof . Dr. Bahaeddin Yediyıldız, Hacıemiroğulları Beyliği’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Ordu Tarihinden İzler,  “Ordu Adı”  Ordu Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal  İşler Dairesi Başkanlığı   Kültür Yayınları: 19,  Birinci Baskı,  Ordu 2018;  s. 114, 121.

[18]Prof. Dr. Necati Demir, Ordu İlinin  Eski  Adı "Kotyora"  ve Tarihi Alt Yapısı, Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları Dergisi, Volume-Cilt 2/2 Spring / Bahar 2007, s.179.

[19]Prof. Dr. Necati Demir, age, s. 180.

[20]  Prof. Dr. Necati Demir, age, s. 180.

[21]Prof. Dr. Necati Demir, age, s. 182.

[22] Prof. Dr. Necati Demir, age, s. 183.

[23]Ahmet Şahin, Türklerde “Devlet-i Ebed Müddet” Anlayışı,  Dîvanyolu Dergisi Sayı: 51,  İstanbul  Mart  2018,  s. 32.

    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet ŞAHİN Arşivi
SON YAZILAR