Mehmet Akif Ersoy: Ben, ne biliyorsam babamdan öğrendim

MEHMET AKİF ERSOY’UN SOYU, AİLESİ VE DOĞUMU-1

Baba Mehmet Tahir Efendi (1826-1888) Mehmet Akif’in babası Mehmet Tâhir Efendi’dir. Mehmet Tâhir Efendi aslen Arnavutluk’un İpek Kazası Suşisa Köyü’ndendir. Tâhir Efendi’nin babası, yani Akif’in baba tarafından dedesi Suşisa Köyü’nden Nurettin Ağa’dır. Nurettin Ağa köyün camisinde imamlık yapmıştır. Suşisa Köyü şu anda Kosova’dadır. Yakın arkadaşı Eşref Edib’in anılarından Mehmet Akif’in İpek’e giderek akrabalarını ziyaret ettiğini öğreniyoruz. Eşref Edib bu konuda şunları yazıyor: “Halkalı Mektebi’ni bitirdikten sonra Üstad ziyaret için babasının memleketine, İpek’e gitmiş. Orada akrabalarıyla görüşmüş. Hısımlarından birisi İstanbul’a gelmek istemiş. O da henüz mektepten yeni çıktığını söylemiş. Bir vazifeye geçince aldıracağını vaad etmiş. İstanbul’a gelmiş. Üstad diyor:

- Bir gün evde şöyle uzanmış, yatıyordum. Rüyamda o vaad ettiğim zattan bir mektup geliyor. Rüyada mektubu okuyorum: ‘Şimdiye kadar sizden bir haber alamadım. Vaadinizi ifa etmediniz. Beni aldırınız.’ O sırada kapı çalınır. Uyandım. Baktım, postacı. Elinde mektup. Açtım, okumaya başladım. Hayret ettim. Demin rüyamda okuduğum sözler aynen yazılı…”

Akif’in İpek’teki akrabalarını ziyareti muhtemelen Arnavutluk’ta memuriyeti sırasında gerçekleşmiştir. Çünkü Nevzad Ayas’a verdiği mülakatta seyahatlerini anlatırken, “tahsili bitirdikten sonra memuriyetle iki sene kadar Rumeli’nde, iki sene kadar Arnavutluk’ta, Arabistan’da, Adana havalisinde dolaştım ve hasbel-meslek köylerle, köylülerle gayet sıkı temas ettim…” demektedir.

Akif’in dedesi Nurettin Ağa’nın imamlık yaptığı cami TİKA tarafından tamir ettirilerek 2015 yılında hizmete açılmıştır. Bu caminin haziresinde Akif’in dedesi Nurettin Ağa’nın mezarı bulunmaktadır. Akif’in amca çocuklarından Adem Mujla, eşi Fatıma Mujla ve çocukları halen bu köyde yaşamaktadırlar. Akif’in torunu Selma Argon gazeteci Fatih Bayhan ile birlikte 2015 yılında köyü ve akrabalarını ziyaret etmiştir.

İpek’te doğan, titizliğinden dolayı Temiz Tahir Efendi diye anılan Akif’in babası, burada pek az tahsilden sonra İstanbul’a geldi. Yozgatlı Hacı Mahmut Efendi’den icazet aldı. Mehmet Akif, bir şiirinde Köse İmam’dan, yani Ali Şevki Hoca’dan naklen dedesi ve babası hakkında şu bilgileri verir:

“Kimin oğluydu baban? Kimdi unuttun mu deden?

İpek’in köylüsü, ümmî, yarı vahşi bir adam

- İşte Baban,

Bir şey öğrenmedi elbette o ümmî babadan, Ne kazanmışsa bütün kendi kazanmış, kendi!..”

Akif’in damadı Ömer Rıza Doğrul, bu şiirde “yarı vahşi, ümmî bir adam” diye tarif edilenin Akif’in babası Temiz Tahir Efendi olduğunu söylemişse de F. A. Tansel’in de işaret ettiği üzere bu şiirde bahsedilenin Akif’in babası Tahir Efendi değil, dedesi Nurettin Ağa’nın olduğu açıktır. Nitekim Akif, ölümünden önce (14 Ağustos 1936) verdiği mülakatlardan birinde dedesi için “Nurettin Ağa ümmîdir ve halis Arnavut’tur.” demektedir.

Mehmet Akif’in babası İpekli Tahir Efendi, zamanın meşhur Fatih Medresesi’nin muciz (diploma vermeye yetkili olan) müderrislerinden idi. Medrese öğrenciliği sırasında temizliği ile tanınan Tahir Efendi, zaten “temiz” demek olan adının başına bu özelliğini ifade eden bir lakap takılınca iki kere “temizliği” ile anılır olmuştur. Bu lakabın onun ahlak temizliğini de gösterdiği muhakkaktır.

EĞİTİME ÖNEM VERİRDİ

M. Akif, geç evlenen Tahir Efendi’nin ilk çocuğudur. Tahir Efendi, küçük yaşlarından itibaren oğlu ile çok meşgul olmuş, eğitim ve öğrenimi ile yakından ilgilenmiştir. Babasına olan saygı ve sevgisini çeşitli vesilelerle belirten Akif, Safahat’ın üçüncü kitabının üçüncü şiirine şu notu koymuştur: “Babam Fatih müderrislerinden İpekli Tahir Efendi merhumdur ki, benim hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim.”

Süleyman Nazif de Akif’te gördüğü yüksek ahlaktan babasına intikal ederek şunları yazmaktadır: “İpekli müderris Mehmet Tahir Efendi’nin salabet-i diniye sahibi, ilmiyle amil ve amelinde muhlis bir zat olmakla beraber, asrın icabatını hakkıyla idrak etmiş bir hocaefendi bulunduğu da ezcümle mahdumuna (oğluna) verdiği terbiyeden müstebân (belli) oluyor. Mehmet Akif mahiyetinde büyük bir şairi, ancak böyle bir baba cihana getirebilir.”

Müderris Tahir Efendi, yetiştirdiği yüzlerce öğrencisinin yanında, meşhur İbnülemin Mahmut Kemal ve kardeşi Ahmet Beylere de uzun süre özel olarak hocalık etmiştir. İ. Mahmut Kemal Son Asır Türk Şairleri adlı önemli eserinin “Akif Bey” maddesinde Tahir Efendi hakkında şu bilgileri veriyor:

“Pederimin üstatlarından ve rical-i ilmiyeden Kırşehirli Hoca Mahmut Efendi merhum, en faziletli mezunlarından olan Tahir Efendi’yi çocukluk günlerimizde öğretmenliğimize seçmişti. Benimle beraber biraderim Ahmet Tevfik Bey merhumu, amcamızın çocuklarını, diğer akrabalarımızı kışın İstanbul’daki hanemizde okuturdu. Yazın ailesiyle birlikte Yakacık’taki sayfiyemizin bir dairesinde ikametle bizi müstefit ederdi. Sâlih, fâzıl, vefi (vefalı), sahî (cömert, iyilik yapan), âlîcenap, mürüvvetkâr (insaniyet sahibi), müstakîm (doğru), bir üstad-ı kâmil idi. Bir aile efradı gibi senelerce beraber yaşadık. Hadîdülmizac (öfkeli, çabuk kızan), seriülinfial (çabuk canı sıkılan) olduğu halde bizi hiçbir suretle incitmedi. Aslen Buharalı olan refikası (karısı) da güzel ahlak sahibi muhterem bir hanımdı. Cenab-ı Hak ikisini de mazhar-ı rahmet buyursun.” Prof. Ebul’ulâ Mardin’in Huzur Dersleri eserinden öğrendiğimize göre Temiz Tahir Efendi, her Ramazan ayında sarayda padişahın huzurunda yapılan tefsir dersleri olan “huzur dersleri”ne katılan hocalar arasında da bulunmuştur.

AKİF’E GÖRE BABASI

Mehmet Akif, yukarıda bahsettiğimiz 14 Ağustos 1936’da kendisiyle son söyleşilerden birini yapan Nevzad Ayas’a ailesi ve babası Tahir Efendi hakkında şunları söylemiştir: “Babam İpekli (Temiz) Tahir Efendi merhumdur. Kendisi İpek’in Suşisa isminde bir köyündendir. Tahir Efendi’nin babası Nureddin Ağa’dır. Nureddin Ağa ümmîdir ve hâlis Arnavut’tur.

Tahir Efendi, Fatih müderris ve mucîzlerindendir. Biraz İpek’te okumuş, sonra İstanbul’a gelmiş, Yozgatlı Mahmud Efendi’den ders görmüş ve icazet almış. Vefatı, Arabî 1305/1888 yılıdır.”

Mehmet Akif, Safahat’ta birkaç yerde babasından bahsetmektedir. Öncelikle Safahat’ın birinci kitabında ilk parça olan “Fatih Camii” şiirinde Akif, kendi çocukluğunu ve babasını hatırlar. Bu mısralarında Akif’in babasına karşı olan saygısı, sevgisi ve onu erkenden kaybetmesinin gönlünde bıraktığı hasret duygusu hissedilmektedir. Mutlu çocukluğu ve babasına olan sevgisi şu mısralarda çok güzel ifade edilmektedir:

“Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir:

“Bu gece,

Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence.

Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;

Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”

Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi.

Namâza durdu mu, hâliyle koyverir peşimi,

Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,

Ne âşıkaane koşardım hasırlar üstünde!

Hayâl otuz sene evvelki hâli pîşimden

Geçirdi, başladım artık yanımda görmeye ben:

Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak;

Vücûdu zinde, fakat saç, sakal ziyâdece ak;

Mehîb yüzlü bir âdem: Kılar edeble namaz;

Yanında bir küçücek kızcağızla pek yaramaz

Yeşil sarıklı bir oğlan ki: Başta püskül yok.

İmâmesinde fesin bağlı sâde bir boncuk!

Sarık hemen bozulur, sonra şöyle bir dolanır;

Biraz geçer, yine râyet misâli dalgalanır!

Koşar koşar duramaz, âkıbet denir “âmîn”

Namaz biter: O zaman kalkarak o pîr-i güzîn,

Alır çocukları, oğlan fener çeker önde,

Gelir düşer eve yorgun, dalar pek âsûde

Derin bir uykuya...”

Akif, Safahat’ın altıncı kitabı “Âsım”ın iki yerinde daha ve uzunca olarak babası Tahir Efendi’den bahsetmektedir. Burada, Arnavutluk’un en ücra bir köyünde, okuma yazma bilmez bir babanın oğlu olan Tahir Efendi’nin İstanbul’a gelerek arkasız, iltimassız çalışıp zamanın ilim merkezi olan Fatih Medreselerinde müderris olabilmek için ne büyük bir çaba sarfettiği anlatılmaktadır. Yine onun olgun fikri yapısı da gösterilmektedir. Aşağıdaki mısralar, Akif’in yüksek karakterinin kaynağı olan babası Tahir Efendi’yi daha iyi anlatmaktadır. “Âsım” kitabının kahramanlarından “Köse İmam” Tahir Efendi’nin öğrencisidir. Çok doğru ve tok sözlü olan bu zat, “Hocazadem” diye hitap ettiği Akif’e, babasına benzemediği için çıkışmakta, merhumun temizliğini ve ilmini övmektedir: “

– Neydi rahmetlide, lâkin, o temizlik, vay vay!

Azıcık benzemiş olsaydı ya mahdûmu da...

– Ay!

Şu babamdan nerem eksik, hadi, göster bakayım?

– Ama hiddetleneceksen ne suyum var, ne sayım!

Yok, eğer mum gibi dosdoğru cevâb istersen:

Babanın kestiği tırnak bile olmazsın sen.

– Ne nezâketli beyan: Hay gidi mum, tıpkı odun!”

Köse İmam’ın “mum gibi doğru” sözü üzerine karşılıklı biraz atışırlar. Sonra:

– Hem benzemedin merhûma;

Hem neden benzemedin, dersen, efendim, sorma,

O ne hiddet, o ne şiddet! Çalışıp benzesene!

İlme vakfettiği dirsek babanın: Elli sene.

– Biz de az çok pala sürttük...

– Sana câhil demedik;

Yalınız zübbe dedik... Bak yine baktın dik dik.

Hoca rahmetli yetişmişti, düşün hem, nereden?

Kimin oğluydu baban? Kimdi unuttun mu deden?

İpek’in köylüsü, ümmî, yarı vahşî bir adam...

– Bâri yamyam de! Ne mâni’ ki, evet, ak yamyam!

– Dinle oğlum!..

– Ne nezâhet bu Hocam? Hayrânım!

– Lâfı ağzımda bıraktın be kuzum, dur be canım...

– Cümle bitseydi, emînim ki, dedem gitmişti...

Dar yetiştim!

– Ne o, sırtlan da mı olduk şimdi?

– Neyse bahsinde devam et bakalım...”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali GÜLER Arşivi
SON YAZILAR