Dış Politika!
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM), 25 Nisan 2017 tarihli oturumunda 45’e karşı 113 oyla adeta Türkiye’yi cezalandırdı. TBMM’den Türk parlamenterlerin de yer aldığı AKPM’nin bu kararıyla Türkiye yeniden denetim sürecine alınacak. Oysa Türkiye, AB ile adaylık sürecinin müzakereleri başlamadan hemen önce 2004 yılında denetim sürecinden çıkartılmıştı. Bu kararla AKPM üyesi iken ve denetim sürecinden çıkartılmışken yeniden denetim altına alınan ilk Avrupa ülkesi ilk Türkiye oldu.
“Ne yaparlarsa yapsınlar, bize vız gelir!” veya “Zaten onlar bir Hıristiyan Kulübü. Maksatlı olarak bu kararı aldılar!” diyerek sonucu hafifletebilir miyiz? Veya bir “Başdanışman”ın “Sayın Cumhurbaşkanımızın yükselişini çekemeyenlar bu tür kararları alıyorlar!” şeklinde neye hizmet ettiği anlaşılmayan ifadelerle kendimizi mi kandıralım?
Veya Başbakan Yıldırım’ın, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda “zihin karışıklığı” içerisinde diyerek suçlaması da yeterli değildir. Yıldırım, AKPM’nin kararı sonrası gazetecilere karşı açıklamasında, “O karara destek verenler, PKK’nın terör örgütü olmaktan çıkarılmasını isteyen kimseler. Avrupa’da İslamofobi, ırkçılık ve Türkiye karşıtlığı gibi politikaların AKPM’ye yansımasıdır. Uluslararası kuruluşlar maalesef Avrupa’daki yükselen ırkçılığın etkisinde kalarak böyle kararlar alıyorlar!” diyerek kamuoyunu tatmin etmekte zorlanan bir çıkış yaptı.
45’e karşı 113 Avrupalı parlamenter Türkiye yerine teröristlerin yanında yer almışsa vay Türkiye’nin haline! Terörle mücadelede, hele de küresel veya yarı küresel terör örgütleri ile mücadele eden her ülkenin mutlaka küresel çapta diğer ülkelerin siyasi desteğine ihtiyacı vardır.
PKK; yarı küresel bir terör örgütü ve Avrupa’da pek çok ülkeden doğrudan veya dolaylı olarak (sivil toplum kuruluşları tarafından) destek alıyor.
PKK’nın Suriye uzantısı PYD-YPG ise alenen ABD, Rusya ve Esad rejimi tarafından destekleniyor. Hatta ABD, PYD-YPG’yi PKK’dan farklı ve Suriye’de IŞİD’le mücadelede en yakın müttefiki olarak görüyor. Bu kadarla da kalmıyor ve Türkiye’nin PYD-YPG’ye olası hava harekâtına karşılık Amerikan askerlerini Suriye’de adeta “canlı kalkan” gibi kullanarak, Türkiye’yi caydırmayı başarıyor.
PYD-YPG’nin Moskova’da temsilcilik açmasına müsaade eden Rusya da ABD gibi hem PYD-YPG’yi, hem de PKK’yı terör örgütü olarak görmediğini daha geçenlerde açıklamıştı.
ABD ve Rusya’nın, PYD-YPG’ye aynı zamanda silah yardımı yaptığı da bilinmektedir. Bu silahların bir kısmı da Türkiye’de veya Irak kuzeyindeki PKK’nın da eline geçmektedir.
FETÖ’nün küresel olduğu açıktır. Ancak bu küresel FETÖ’nün “terör örgütü” olduğu konusunda Türkiye’nin ne AB’yi, ne de ABD’yi inandıramamış olduğu anlaşılmaktadır. FETÖ elebaşısı yıllardır ABD’de yuvalanmış ve Türkiye’de “askeri vesayeti” devirdikten sonra ülkeyi ele geçirmeyi hedeflemiş.
Her iki terör örgütü konusunda Türkiye feryadı fügan ediyor ama ne Avrupalı, ne de Amerikalı dostlarından duyan yok. Aksine özellikle FETÖ ile mücadele kapsamında çıkartılan KHK’larla binlerce devlet görevlisinin açığa alınması veya ihraç edilmesi, çok sayıda gazetecinin tutuklanması sebebiyle “demokrasi ayıbı” yaptığı için eleştiriliyor.
Anayasa Değişikliği Referandumunu da beceremedik. YSK’nin daha önce yaşanmadık şekildeki tartışmalı kararı olaya tuz biber ekti. Tabii muhalefetin itirazları da arşı alaya çıktı.
Bu arada firari ve tanınmış gazetecilerin de hükümet aleyhtarlığı çabaları da var. Çözüm süreci sırasında PKK’yla flört, FETÖ ile “FETÖ” olmadan önceki hükümet ortaklığı gibi hususlar da biz unutsak dahi dünyanın unutmadığı gerçeklerdir. Yani aslında perşembenin gelişi çarşambadan belli idi.
Son Söz: AB’ye, ABD’ye, Rusya’ya vb’ye kızmadan önce “Nerelerde yanlış yaptık!” diye düşünüp, dış politikayı restore etmeyi düşünsek nasıl olur? Tabii muhalifler de iktidara kızıp, ülkeyi başkalarına şikayet de etmemelidir. Dış politika iktidara değil, devlete aittir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.