Öğrencilik yıllarında Mehmet Akif Ersoy-2

“Agop’u tek çapraza aldım. Belki on beş yirmi adım sürdüm. Rakibim tutunamadı. Burnu üzerine yüzükoyun yere kapaklandı. Kündeye aldım. O koca Agop’u kaldırarak öyle bir çevirdim ve sırtını yere getirdim ki bütün bunlar bir buçuk iki dakika içinde olmuştu. Ermeni ne olduğunu şaşırdı. Kıpkırmızı olmuş hâlâ yerinde oturuyordu. İşte o zaman etrafı şiddetli bir alkış tufanı çınlattı. Agop’u tam manasıyla mağlup etmiştim.”

Akif, Ermeni Agop’un sırtını yere getirmişti

İbrahim Alâaddin de (Gövsa) Mehmet Akif’in pehlivanlık merakının “ruhunun taşkınlığı”ndan ileri geldiğini belirtmektedir: “Mehmet Akif’in yetişmesi gençlerce bir örnek olarak anlatılmaya lâyıktır. En küçük yaşından itibaren her türlü imkânsızlıklarla güreşmiştir. Bünyesi de, ruhu da hayatın güçlükleriyle ve yoksulluklarıyla çarpışarak mukavemet ve kudret kazanmıştır.

Onda pehlivanlık merakı mutlaka vücudundan ziyade ruhundaki taşkın kudreti istihlâk için meydana gelmiş olacaktır. Herhâlde irfan ve ruhu, bünyesinden fazla pehlivan olan Mehmet Akif, spor gençliğine ibret olacak bir timsaldir.”

Mehmet Akif’in sporla, bu arada güreşle ilgisi sonraki yıllarda da devam edecektir. Türk çocuklarının özellikle spor ve güreşle daha gürbüz bir şekilde yetiştirilmeleri gerektiğini hem yakınlarına ifade etmiş, hem de şiirlerine yansıtmıştır. Milli Mücadele yıllarında Ankara’da yanında bulunan oğlu Emin Bey bu konuda şunları söylüyor:

“O zamanlar her ne kadar memleketin vaziyeti pek bozuk, neticenin ne olacağı meşkûk (şüpheli) ise de arada yine bir takım şenlikler tertip ediliyor, cirit oyunları, at yarışları güreşler ve emsali müsabakalar yapılıyordu. Mehmet Akif’in usta bir pehlivan olduğunu bir kere daha zikreylemiştim. Şunu da ilave etmek isterim ki kendisinden şu sözleri işittim: ‘Benim belden aşağım yukarılarım yani kollarım, omuzlarım, boynum gibi kuvvetli olmuş olsaydı bana çok yazık olurdu. Çünkü o zaman ben başa güreşebilecek ve muvaffak olacak bir pehlivan yetişirdim.’

Dolayısıyla peder gençliğinin bütün güzide pehlivanlarını yakından tanıyor. O zamanlar dünya güreş rekorunu kazanan Koca Yusuflar, Kara Ahmedler, Adalı Halil Pehlivan, Hergeleci, Küçük Yusuf, Yaşar Pehlivan, Çolak Mümin Hoca, Kıyıcı Osman Pehlivan gibi dünyaca tanınmış meşhur pehlivanlarımızın bütün güreşlerini takip ediyordu, bunların bir kısmı ile arkadaşlığı samimiyeti dahi varmış. Meselâ dünya şampiyonu olan Kara Ahmet’i Prens Abbas Halim Paşa’nın himayesi altına vermiş. Bu yolda ona tavassut etmişti. Pek hürmet ile andığı Kıyıcı Osman Pehlivan ta çocukluğundan beri mahallelisi ve arkadaşı idi. Bütün bunları yazmaktan maksadım Mehmet Akif’in güreş bilir ve güreşir bir sporcu, bir meraklı olduğunu belirtmektir. İşte o zamanlar Ankara’da tertip edilen derme çatma güreşler onun pek canını sıkıyor. Sırtı yere gelmeyen gürbüz Türk neslinin Harb-i Umumi’den, Balkan Harbi’nden hele mütareke senelerini takip eden Yunan Harbi yıllarında hastalık, açlık sefalet yüzünden düştüğü derin inkıraza candan yanıyor. Pek cılız ve aç pehlivanlarının üç beş kuruş uğrunda acayip bir şekilde boğuşmaları onu yaralıyordu. Mehmet Akif’e taassup irtica isnat edenler olmuştur. Hâlbuki o hiçbir zaman ne mürteci ne de softa fikirli idi. Onun yalnız başka şekilde tezahür eden taassupları kendine has görüşleri vardı. Sıhhaten ve bedenen inkıraz etmekte (sönmekte) olan nesil onu çileden çıkarıyor. Birçok cehaletlerin, suiistimallerin de rol oynadığı bu inkıraza ne kadar üzülüyordu.

Aslında eski köyleri, köy düğünlerindeki güreşleri, levent endamlı pehlivanları, onları candan seyreden zinde ve kavi Türk ırkını tasvir ederken okuyucu o müşa’şa (parlayan) devrin azametini iftihar ile duyar ve yaşar. Yine aynı eserinde son devrin yeni Harb-i Umumi senelerinin harbin, felâketin, sefahatin, zaruretin ve cehaletin kasıp kavurduğu Türk köylüsünü, Türk vatandaşını acı acı anlatır. İşte Harb-i Umumi sonlarının o bedbaht yıllarında bir köy düğününü canlandırmaya çalışırken; kemikleri çıkmış cılız, aç zavallı iki öküzün sürüklediği sakat bir gelin arabası içinde giden geline şöyle hitap eder: ‘Zavallı kızım, sana baksın da bahtın utansın. Senin nerede medfun olduğundan haberim olmayan ananın ruhuna melekût (ruhlar âlemi) aguş açarken onun temiz ve saf naşını gizleyen tabut! Senin şimdi şu gelinlik arabandan daha şahane idi...’ geline böyle acırken güreşlere geçer. Yine yokluğun sefaletin harap ettiği cılız pehlivanları, onların bitik hallerini tasvir ederek okuyanları bile mahzun eder. İşte bütün dünyada bükülmez kolunun kuvveti dönmez yüzünün mehabeti ile tanınmış Türk ırkının bu acı tereddisi karşısında ecnebilerin, düşmanlarımızın mevzun (ölçülü) endamları, sıhhatleri, demevi (kanlı) çehreleri Mehmet Akif’i derin bir gıpta acı bir kıskançlık içinde bırakıyor. Onların bu üstünlüklerini kat’iyyen çekemiyor, içerliyor, üzülüyor, acı acı feryat ediyordu. Safahat şairi bu cepheden hakikaten mutaassıp hem de çok koyu mutaassıptı. O zamanlar Ankara’da tertip edilen güreşlere beraber gittik. Bu müsabakalar da babamı tatmin edemiyor bilâkis üzüyordu.”

Mehmet Akif Arkadaşı Agop’u Nasıl Kündeye Getirdi? Mehmet Akif’in Halkalı Baytar Mektebi’nde öğrenci iken arkadaşı Ermeni Agop ile yaptığı güreşi oğlu Emin Bey anlatıyor: “Spordan bahsetmişken babamın talebelik hayatında on sekiz on dokuz yaşlarında Halkalı Ziraat Mektebi’nde talebe iken başından geçen bir hâdiseyi nakletmek münasip olacak. Bu meseleyi benden başka, bugün bilen hiç kimse kalmamıştır: Babamın sınıf arkadaşları arasında birisi Musevi diğer Ermeni olmak üzere iki yaman rakibi varmış. Musevi’nin ismini unuttum (okulu Akif’in arkasından ikincilikle bitiren Simon’u kastediyor). Hem bu adamın, babamla ilgisi yalnız derslere inhisar ediyormuş. Sınıfta birinciliği arkadaşlarına vermek istemeyen bu Musevi’nin bilhassa riyaziyesi çok kuvvetli imiş. Agop’a gelince o da derslerine pek fazla çalışıyor sınıfta en ileri gelen talebelerin başında geliyormuş. Aynı zamane vücut itibariyle pek kuvvetli ve okkalı olan bu Ermeni biraz da güreş biliyormuş. Lâkin babama nazaran yaşı da ileri, kilosu da çok fazla imiş. Lâkin genç Mehmet Âkif Halkalı Ziraat Mektebi’nde sınıfında birinciliği bu iki Türk olmayana vermeyi çok büyük bir zül telâkki ederek geceyi gündüze katarak çalışmış onları geçmiş ve sınıfının birincisi olmuş.

Hatta mektepten aldığı diplomasında bu imtiyazı göze çarpar ve şehadetnamesi birinciliğini kaydeder. Agop, mektepteki talebe hatta hademeler arasında kolunun harikulade kuvveti ve güreşteki mahareti sayesinde önüne geleni yeniyor. Koca mektepte kimse bu genç irisi delikanlıya mukavemet edemiyordu. Mehmet Akif o zamanlar çok çevik, kuvvetli ve usta bir güreşçi olduğu kadar izzeti nefis sahibi ve mağrur bir Türk genci idi. Agop için bana şöyle söylemişti:

‘Ermeni bildiğin gibi değil dehşetli kuvvetli idi. Arkadaşlarımı çarçabuk altına alıp ezmesi öyle zoruma gidiyor, beni çileden çıkarıyordu ki sana anlatamam... Kendisi ile şaka mahiyetinde dahi olsun hiç tutuşmamıştık. Zira onun da gözü beni pek tutmuyordu. Cüsseten okkaca kendisinden aşağıda idim. Lâkin ondan çok daha atik ve daha oyuncu idim. Göz hasmını tanır! O da bunları görüyor, hesap ediyor, benimle elense şakası bile yapmaya yanaşmıyordu. Bir gün hiç unutmam. Hüseyin Avni isminde Fatihli bir hemşerim ve benden bir sınıf aşağı bir arkadaşımla Agop idman mahiyetinde güreş tutmuşlardı. İdman filân derken Avni’ye boyunduruk çekiyor, şiddetli elenseleriyle çocuğu eziyor, pek müşkül vaziyete sokuyordu. Nasıl oldu bilmiyorum Avni, Agop’un çektiği şiddetli bir elense ile yere kapandı. Ağzından dişlerinden kan boşanmaya başladı. Artık dayanamadım. Gel Agop dedim biraz da ikimiz idman tutalım. Tereddüt edemedi. Arkadaşlarımın intikamını almak üzere Agop’u tek çapraza aldım. Meydan genişti. Belki on beş yirmi adım sürdüm. Nihayet kavi rakibim tutunamadı. Burnu üzerine yüzükoyun yere kapaklandı. Bu sefer çok iyi kullandığım kündeye aldım. O koca Agop’u kaldırarak öyle bir çevirdim ve sırtını yere getirdim ki bütün bunlar bir buçuk iki dakika içinde olmuştu. Ermeni ne olduğunu şaşırdı. Kıpkırmızı olmuş hâlâ yerinde oturuyor, önüne bakıyordu. İşte o zaman etrafı şiddetli bir alkış tufanı çınlattı. Agop’u tam manasıyla mağlup etmiştim. Hiç sesini çıkarmadı. Yavaş yavaş yerinden kalktı, kafası önünde kös kös mektebin kapısından içeriye girerek kayboldu.

Bir riyaziye (matematik) hocamız Ekrem Bey vardı. O da bu hadiseye şahit olanlar arasında idi. Muhterem ihtiyar o kadar sevinmiş, o kadar heyecanlanmış idi ki: ‘Yahu Agop’u, Agop’u kaldırdı savurdu attı, Agop kalkar mı?’ diye bağırıyor, tuhaf tuhaf hareketler yapıyordu.”

Hafızlığı

Akif, sekiz-on yaşlarında iken Kur’an’ı hıfza (ezberlemeye) başlamış, fakat daha sonra uzun bir süre ara vermişti. Yüksek eğitimini tamamladıktan sonra hıfzını tamamlamış ve “hafız” olmuştur. Anılarında bu konuyu şu şekilde anlatmaktadır: “Tahsil-i Âli’yi (yüksek tahsili) bitirdikten sonra hafız oldum. Fakat ondan evvel Kur’an’ı okuya okuya gayet pişkin bir hale getirdiğim için zaten hıfz ile aramda uzun bir mesafe yoktu. Az bir müddet içinde Kur’an’ı ezberleyiverdim.” 1894 yılı başlarına rastlayan Ramazan (8 Mart-6 Nisan) ayında İstanbul’da Süleymaniye’de Bozdoğan Kemeri’ndeki Kirazlı Mescit’te mukabele okuduğu, bunu ertesi Ramazan’da da tekrar ettiği ve dost evlerinde teravih namazı kıldırdığı bilinmektedir.

KAYNAKLAR:

AYAS, N., “Mehmed Âkif, Zihniyeti ve Düşünce Hayatı”, E. Edip, Mehmed Âkif Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, Hazırlayan: F. Gün, Beyan Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2011. s. 489-541.

CEMAL, Mithat, Mehmet Akif, (Hayatı-Seciyesi- Sanatı), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1990.

ÇANTAY, H. Basri Âkifnâme, Mehmet Âkif, Erguvan Yayınevi, İstanbul, 2008.

DOĞRUL, Ö. R., “Mehmet Akif’in Hayatı”, M. Akif Ersoy Safahat, Dördüncü Baskı, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1955.

DÜZDAĞ, M. Ertuğrul, Mehmet Akif Ersoy, Kapı Yayınları, İstanbul, 2013.

E. Edip, Mehmet Akif Hayatı ve Eserleri, İstanbul, 1960.

ERİŞİRGİL, M. E., İslamcı Bir Şairin Romanı Mehmet Akif, Yayına Hazırlayanlar: A. Kazancıgil, C. Alpar, Nobel Yayınevi, 3. Baskı, Ankara, 2006.

GÜLER, A., Bayraklaşan Akif, Halk Kitabevi, İstanbul, 2016.

KUNTAY, M. C., Mehmet Akif, (Hayatı-Seciyesi- Sanatı-Eserleri), 1. Kitap, İstanbul, 1939.

KUNTAY, M. C., Mehmet Akif, 2. Baskı, İş Bankası Yayınları, Ankara, 1990.

ŞEHSUVAROĞLU, L., Mehmet Âkif: Milli Şairin Baytar ve Muallim Olarak Portresi, Ankara, 2013.

TANSEL, F. A., Mehmet Akif Ersoy (Hayatı ve Eserleri), 3. Baskı, Polat Ofset, Ankara, 1991.

BİTTİ

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali GÜLER Arşivi
SON YAZILAR