Kavimler Kapısı Türkiye, Kilit Ülke Suriye ve Anahtar Ülke İran, ...
’ Kavimler Kapısı Türkiye, Kilit Ülke Suriye ve Anahtar Ülke İran, peki ya Kıbrıs ‘’
Bugün üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyasının bir diğer adı da ‘’Kavimler Kapısı’’dır. Kavimler kapısı Türkiye tarih boyunca en çok kuşatılmaya maruz kalmış topraklardır. Bu toprakların bu denli ısrarlı bir şekilde ele geçirilmek istenmesinin bir çok nedenleri vardır. Coğrafyamız öylesine ilginç bir konumdadır ki Çin’den Avrupa’ya gitmek istersen kara ve hava yolunu Türkiye üzerinden kullanmak durumundasın. Doğal olarak bu durum Enerji ve Doğalgaz akımlarının da geçiş güzergahıdır. Kavimler kapısı Türkiye’yi Türkler Anadolu’ya yerleşinceye dek uzun soluklu hiçbir millet elinde tutamamıştır.
1071 yılında Sultan Alparslan ile birlikte Türkler Anadolu’ya yerleşmiş ve o günden bu zamana dek bin yıldır bu topraklarda hüküm sürmüş ve gelecek bin yıllarda da bu topraklarda varlığını devam ettirecektir. Osmanlı imparatorluğu, 500 yıl boyunca kavimler kapısını korumak/tutmak ile kalmamış Batı’ya doğru Viyana’ya kadar ilerlemiştir. Batı’nın Sanayi devrimine gerçekleştirip , endüstri dönemini yakalayışı ile Osmanlı’nın ekonomisinin zayıflaması ve toprak kayıpları sonrasında ‘Birinci Dünya Savaşı’ ile birlikte imparatorluğa veda edişi ancak Kurtuluş Savaşından sonra elde edilen zafer ile yeni genç Türkiye Cumhuriyeti devleti ile yine Türk milleti ve devleti tarih sahnesinde Kavimler kapısının koruyucusu olarak varlığına devam etmiştir.
Bugün Ortadoğu olarak adlandırılan İslam coğrafyasının ele geçirilmesinin asıl nedeni kavimler kapısı Türkiye’nin düşürülmesi ve ele geçirilmesidir. Hem coğrafik açıdan hem stratejik hem de enerji ve doğal zenginlikler sebebiyle daima batının iştahını kabartmış olan coğrafyamız ve bu topraklarda yaşadığımız müddetçe ki öyle de olacak Karl Marx’ın ifadesiyle “Tarihin ebesi şiddettir ” diyerek, Ortadoğu tarihinde de şiddet , kardeş kanı üzerine kurulduğunu baz alıp düşündüğümüzde eksik olmayacaktır.
Ancak tüm bu sıkıntıların sağladığı avantajlar da yok değildir ki buna iki şekilde örnek verebilirim, birincisi; AB her türlü entrikaları ile Türkiye’yi AB’ye üye yapmazken Türkiye’den de vazgeçememiştir. Çünkü ‘’ Türkiyesiz bir AB, Güneydoğusu açıkta kalmış bir birlik olarak kalır.’’ Bu da AB ülkelerini çok ciddi tehdit ve sıkıntılara maruz bırakacaktır. İkinci örnek ise ‘’ Ortadoğu’ya yönelik yapılmak istenen her ne ise Türkiyesiz olamayacağıdır’’ bu örneğimin sağlayıcısını ise ‘’ 1 Mart Tezkeresi ve Irak Savaşı’’ olarak verebilirim.
Diğer bir konu ise Ortadoğu’da uygulanmak istenen ve AKP hükümetleri ve Recep Tayyip Erdoğan ile rol biçilen BOP Eş Başkanlığının Türkiye’ye verilmesi ve Ortadoğu’da model ülke olması idi. AKP hükümetleri her ne kadar bu durumu ‘’ Yeni Osmanlıcılık’’ adı altında içeride ve dışarıda kullanmış olsa da gözlerden kaçan bir nokta vardı o da ‘’Ortadoğu’da öncü rol olarak oynatılmak istenen ve Büyük Ortadoğu Projesinin merkezinde Türkiye vardı, çevresinde ise henüz daha demokratikleşmed
Bu yazımda amacım Suriye’nin ve Esad’ın bu duruma nasıl düşürüldüğü ya da Esad rejimini savunmak değil elbette ancak Suriye’nin bu direnişinin kırılmasının akabinde bölgemizde, coğrafyamızda özellikle ülkemizi hangi olası tehlike ve tehditler beklemektedir ve dördüncü yılında düşmeyen direnen Suriye’nin Türkiye , Rusya, İran, Çin açısından da ele almak isteyişimdir. ‘’Arap Baharı’’ ile birlikte Batı uluslar arası sistemi ve bölgeyi yeniden dizayn etmek istemiştir. 11 Eylül ile başlayan süreç önce Afganistan’a sonrasında Irak’a ve devamında ise Suriye’ye gelmiştir. Suriye ise bu yeni dizaynın tam merkezinde ve kilit konumundadır. Dolayısıyla Suriye’de kim kazanırsa kazansın uluslar arası sistemin ve bölgenin kurgulanmasında en büyük pay sahibi olacağı gibi, kaybedenlerin ise varlıklarının devamının olumsuz olacağı aşikardır. Bu durumda bölgede ki nüfuzunu ve stratejik hesaplarını da devam ettirmek isteyen ülkelerde bulunmaktadır. Bunlardan biri Rusya, diğeri ise İran bir diğeri de her ne kadar uzak olsa da Çin’dir.
Yapılan açıklamalara ve söylemlerin akabinde eylemlere de bakıldığında Rusya sonuna dek Suriye’ye sahip çıkacaktır. Gerek BM’de ki veto hakkı ile gerek Suriye sahillerine gönderdiği savaş gemileri ile gerekse de diplomatik ve askeri dilini daha da net konuşturacaktır. Peki neden Suriye Rusya için kaybedilemez ?
Suriye’yi kaybedecek olan Rusya Federasyonu aynı zamanda tüm Ortadoğu’yu kaybedecektir.
Ortadoğu’yu kaybeden bir Rusya, tüm uluslar arası hesaplar da çok zor denklemlerin içine sürüklenecektir.
Suriye’yi kaybedecek olan Rusya, dolaylı da olsa Ortadoğu’daki diğer güçlü partneri İran’ı kaybedecektir.
Suriye’yi kaybedecek olan Rusya, İran’ı kaybetmesi ile birlikte tüm Ortadoğu enerji kaynaklarını kaybedecektir.
Suriye’yi kaybedecek olan Rusya, Ortadoğu enerji kaynaklarını kaybedeceği gibi Doğu Akdenizi de kaybedecektir.
Suriye’yi kaybedecek olan Rusya, Doğu Akdeniz dahil Ortadoğu enerji kaynaklarını ele geçiren Batı karşısında güç kaybedecektir.
Suriye’yi kaybedecek olan Rusya, Doğu akdenizi ve Ortadoğu enerji kaynaklarını eline geçiren Batı’nın özellikle Avrupa’nın Rus doğal gazına ihtiyaçları ve bağımlılıkları ortadan kalkacaktır.
Suriye’yi kaybedecek olan Rusya’nın, Ortadoğu’da yaşamakta olan Ortodokslarıda kaybedeceğidir.
Suriye’yi kaybedecek olan Rusya’nın, Ortadoğudaki Ortodoksları kaybetmesiyle birlikte aynı zaman da Batı ile arasında ki Hristiyanlık savaşını da kaybedecek olmasıdır.
Tüm bu stratejik dengeler Rusya’nın Ortadoğu’da ki emellerini kaybetmesinin faturasının ağır olacağını ve Suriye’yi kaybetmesinin de Rusya’ya ağır bedeller ile geri döneceğini göstermektedir. Kısacası Suriye, Rusya açısından Ortadoğu’da ön karakol konumundadır ve bu karakol hiçbir zaman Rusya için düşmemesi gerekmektedir.
Anahtar ülke konumunda olduğunu açıklayan İran’a gelecek olursak; İran’ın Suriye’ye olan desteğinin altında her ne kadar Baba Esad’ın alevi olmasına rağmen 1980-1988 yıllarında Arap Sünni Irak’ın yanında yer almaktan ziyade Acem İran’ın yanında yer almış olması yatmakla birlikte İran’ın kendine has stratejik plan ve hesapları da bulunmaktadır. İran’ın İslam coğrafyasında tek Şii devlet olması ve bu yalnızlığını korumaya almak için kendine Rusya ve Suriye’yi destekçi kılması kadar doğal bir mantık yoktur. Ayrıca İran Hizbullah ilişkisini de göze aldığımızda İran’ın yıllardan beri dillendirilen ‘’Şii Kuşak’’ yaratmak istemesini de hesaba kattığımız da elinde ki kozlar bir hayli kuvvetli olduğu görülmektedir. İran’ın ve Hizbullah’ın Suriye’ye olan desteğinden ödün vereceği beklenmemelidir. Buna göre Suriye’nin çöküşü İran’ı nasıl etkileyecektir sorusuna gelecek olursak;
Suriye’yi kaybedecek olan İran çok etkilenecektir bu etkilenme Hizbullah’ın çökmesine vesile olacaktır.
Hizbullahsız ve Suriye’siz bir İran Ortadoğu’da yalnızlaştırılac
ak ve gücünü kaybedecektir. Suriye’yi kaybedecek olan İran, Irak ve Suriye’de çok daha geniş alana yayılacak Şii-Sünni İç savaşı ile çok etkilenecek ve zayıf düşecektir.
Zayıflayan İran,’da Azeriler, Araplar, Beluciler çok kolay ayaklandırılacak
lardır. Bu ise İran’ın çöküşüne doğru hızlandıracaktır . Suriye’yi kaybeden İran, Esad rejiminin yerine gelecek radikal İslamcı gruplar ve parçalanmış El Kaide atomunun güçlü çekirdeği Işid karşısında çok daha büyük tehdit ve tehlikelere maruz kalacaktır.
Suriye’yi, Hizbullah’ı kaybedecek bir İran’ın Ortadoğu’yu uluslar arası ve bölgeyi yeniden dizayn edecek olan Batı karşısında elini zayıflatacaktır zira Batı’nın ve Avrupa’nın doğal gaz ihtiyacı da kısmen bir şekilde İran’dan sağlanmaktadır bu durumda bağımlılık ve ihtiyaç kalmayacaktır.
Suriye üzerinden çıkacak bir savaş da Türkiye’nin, Rusya, İran ve Çin’den ziyade Batı tarafında yer alacak olması ihtimali düşünüldüğünde ise Azerbaycan-İran çatışması muhtemelen körüklenecektir.
Dolayısıyla Suriye’yi kaybedecek İran’ın işi çok zordur ve İran anahtar ülke olduğunu deklare etmiştir. Suriye’ye olan desteğini sürdürecek olması İran’ın bölgede hakim güç olma varlığını da etkileyecektir. Ayrıca Acem İran’ın Şii yönetimli olması ve aynı zaman da Alevi yönetimli Arap Suriye gibi İsrail düşmanı olması da göz önüne alındığında dengeler çok daha farklı ivme kazanacaktır. İran’ın , yıllardan beri nükleer silaha sahip olmak istemesi ve bu uğurda çalışmalar yapıyor olması başta İsrail olmak üzere Mısır ve Suudi Arabistan’ı da korkutmaktadır. Gerçi Sünni A rap ülkelerinin İsrail ile ekonomik ve siyasi anlamdaki paslaşmaları ve İsrail’den yana tavır almaları da ayrı bir tez konusudur. İsrail bu durumdan dolayı her seferinde İran’ı vuracağını dile getirmiş olsa da Hizbullah’ın elinde bulunduğu söylenen 30-40 bin civarındaki füzeler İsrail’i İran’a karşı bir operasyondan dolayı geri adım atmasına sebep olmuştur zira İsrail 2006 Temmuz’un da Lübnan’a saldırarak Hizbullah’ın gücünü test etmiş ve bu testin sonucunda da tarihinde ilk yenilgisini Hizbullah’tan almıştır.
Bir küresel güç olan Çin’e baktığımız da ise pek konuşulmasa da tartışılmasa da Çin’in de Suriye’nin düşmesine imkan olanak vermeyeceği görülmektedir. ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere ucuz iş gücünden faydalanmak için birçok fabrikalarını Çin’e taşıyarak kısmi bir çözüm bulmuştur. Bu durum Çin’e 3.5 trilyon dolarlık döviz fazlası sağlamıştır ve bu döviz fazlalığının ekonomistlerin verdiği rakamlara göre 1.9 trilyon dolarlık miktarı ABD devlet tahvillerinden oluşmaktadır. Ayrıca Çin’in başta ABD olmak üzere Avrupa ile ticari ilişkilerinden hariç Batı Afrika olmak üzere birçok bölgelerde ve ülkelerde ekonomik çıkar mücadelesi yanı açık ya da gizli enerji kavgası bulunmaktadır. Buna göre Suriye’nin düşecek olması durumunda ve İran’ın da çözülecek olması durumun da Çin tarafının durumu ne olur sorusuna ;
Çin’in elinde olmayan fakat ihtiyaç duyduğu tek şey Petroldür.
Çin petrolü bir Ortadoğu ülkesi olan Libya’dan tedarik etmektedir.
Çin’in Batı Afrika ve ABD Avrupa ile ticari ilişkileri olmakla birlikte ciddi enerji savaşı da gizli ya da açık devam etmektedir.
Ucuz iş gücünden dolayı Çin’in eline geçen döviz fazlası 3.5 trilyon dolarlık miktarın sadece 1.9 trilyon dolarının Amerika’nın devlet tahvilleri olduğu Çin’i güçlendirmektedi
r. Suriye’nin kaybı, İran’ın çözülmesi Rusya ve Çin’i büyük oranda etkileyeceği için, Çin elinde ki bu kozları ve yaptırımları uygulamaktan geri kalmayacaktır.
Suriye’nin düşecek ve kaybedilecek olması durumunda Esad’tan sonra Suriye’de oluşacak yönetim konusunda hiçbir net bilgi bilinmiyor olması ayrı bir endişeye itmiştir Çin’i ve Rusya’yı. Bu durumda Çin Esad rejiminin yerine muhtemel Radikal İslamcıların ya da parçalanmış el kaide atomunun güçlü çekirdeği Işid’in iktidarı karşısında kendi bahçesini de düşünmek zorundadır.
Çin’in Uygur Sincan bölgesinde yaşamakta olan Müslümanlar ve Uygur Türklerinin durumu Sosyalist Çin için gerek Türkiye’ye gerekse Müslümanlara karşı kullanılacak bir koz mu olacaktır ? Yoksa bu durum Çin’e çok daha ters tepki mi yaratacaktır ?
Tüm bu stratejik veriler ve daha çoğaltılacak ancak bu yazıda kaleme almamın tehlike doğuracağı bir çok teknik ve stratejik değerlendirme bulunmakla birlikte, Türkiye’nin bu durumlar karşısında ve hala Ortadoğu politikası konusunda özellikle Suriye politikasına mevcut AKP iktidarının devam ettiği gözlenmektedir. 15 Eylül 2015’de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Dış Politika baş danışmanı ve sözcüsü İbrahim Kalın’ın yapmış olduğu açıklama, gerek Türkiye’de ki artan terör olayları ile her hangi bir mücadele yapılmayacağını gerekse de dış politika da pek de bir şey değiştirmeyen söylemler sarfetmiştir. Cizre’de yaşanan durumu ABD’de ki Ferguson olayları ile eş tutan bir yaklaşım , artan terör olaylarına değinilmemesi, G20 zirvesi ile ilgili sanki Türkiye’de hiçbir şey olmuyormuş gibi liderlik söylemleri ile geçiştirilmesi Türkiye’nin nereye doğru gittiğini açıkca göstermektedir.
Bölgemiz de, coğrafyamız da kısacası bugün yaşanan mücadelenin esas nedenleri ; Petrol ve doğal gaz rezervleri nedeniyle, Mısır’dan başlayarak Samandağ’daki Türkiye-Suriye deniz sınır noktasına kadar devam eden kıyı şeridinin kontrolü, Mısır, Suriye, Lübnan ve hatta Türkiye’de yaşanan ve yaşanması beklenen gelişmelerin en temel stratejik nedenleridir. Mısır’da Mursi’nin iktidara gelmesine onay veren ABD, neden General Sisi’yi desteklemektedir
Özetle; bugün Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgesinde yaşanan olaylar ( Suriye iç savaşı, terör örgütü Işid, terör örgütü PYD/PKK veTürkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk milletinin; tarihinin en büyük ve en tehlikeli kuşatması ile yüz yüze olması durumudur.
Türkiye'nin kuşatılmışlığı sadece güney sınırlarında olası bir ''Kürt ve Vehabi-Selefi Arap Devleti'' ile de sınırlı kalmamış, Ege'de Türkiye'ye ait 16 Türk adasının Yunanlılar tarafından işgali ile, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti' nin de kaybıyla, bırakın Ege denizinin bir Türk gölü olarak kalmayı ve Doğu Akdeniz’de bir güç olma hedefini de ne yazık ki yitirmek üzere oluşudur, Balkanlardaki ve Orta Asyadaki Müslümanların, ''Selefi-Vehabi'
(Bunun için Girit’in kaybının Osmanlı’ya nelere mal olduğunu hatırlamakta fayda vardır.) önümüzdeki en az yüz yıllık bir yansımanın hedef ve stratejilerinden ibarettir. Ortadoğu’da emellerinden asla vazgeçmeyecek olan batı emperyalizmi şu an sağ gösterip sol vurmanın derdindedir ve hedef şaşırtmaktadır. Mesele elbette kavimler kapısı Türkiye’nin ele geçmesidir ancak çok daha öncesinde Suriye düşmelidir. Esad rejiminde ki Suriye 4 yıldan bu yana düşmediğine göre hem sözde Işid ile mücadele adında Suriye’ye girme planları devam ederken diğer yandan da Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’a yönelen Batı, bu karışıklıkta burayı hedeflemiştir. Mücadele Suriye-Esad ya da Işid terör örgütüne karşı birlikte operasyon gibi gözükse de, mücadele, Kıbrıs, hatta Girit ve Doğu Akdeniz’in siyasi coğrafyasının yeniden belirlenmesi üzerinde yapılmaktadır.
Bu bağlamda bölgenin güçleri ABD ve Rusya aslında bu mücadelenin baş aktörleridir. Son siyasi ve ekonomik gelişmeler Kıbrıs’ı yeniden bölgenin en stratejik coğrafyası haline getirmiştir. Çünkü ABD’nin en büyük stratejik ortağı İsrail eksen değiştirmiş ve Kıbrıs’a yönelmiştir. Hiç şüphesiz bu ikiliye Yunanistan da dâhil olacaktır. 200 yıllık Rus –Yunan ilişkisini de yabana atmamak gerekir. Akdeniz’de son tutunma noktası Suriye’yi kaybetme olasılığı Rusya’yı da aynı istikamete yönlendirmiştir. Askeri bakımdan mücadele ise deniz kuvvetleri arasında yapılacaktır. Akdeniz’de deniz gücü üstünlüğü kimde ise zafere daha yakın olacaktır. Türkiye kısa vadeli perspektiflerden uzaklaşarak uzun vadeli milli çıkarlarına uygun politikalar üretmeli ve öncelikle bölge ülkelerinin güvenini kazanmaya çalışmalıdır. Türkiye her yönüyle çok fazla siyasi karar seçenekleri ile karşı karşıyadır. Ülkemize yönelik iç ve dış dinamiklerdeki risklerin, iktidar ve muhalefetin parlamento çatısı altında birlikte karar üretmesini gerektirecek kadar yüksek olduğu değerlendirilmek
Saygılarımla
Ömer Kalaycı 16 Eylül 2015
İstanbul
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.